Kur'an ve sünnet insanları ahlaki sorumluluğunu net bir şekilde ifade etmiştir. Allah (cc) şöyle buyurur:
''Herkesin kazandığı,yalnız kendisine aittir. Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. Sonunda hep dönüp Rabbinizin huzuruna varacaksınız. O da içinde bulunduğunuz ihtilafın içyüzünü, işin gerçeğini size bildirecektir.''
Yaşamanın amacı bundan ibarettir. Hesap gününde sona eren büyük imtihan, yargılama adil ve anlamlı olmadığı sürece mantıklı olmayacaktır. Bu yüzden, Allah, hayırda kullanması için iradeyi insana bırakmıştır. Bizim irademizin ''özgür irade'' olarak nitelendirilebilmesi için, yaptığımız şeyleri yapmaya zorlanmamış olmamız gerekir. Ahirette bize verilecek olan ödül veya ceza, Allah'ın bize verdiği özgür irademizle işlediğimiz fiillerin bir sonucu olacaktır. Bunu ifade sadedinde Mevla-yı Müteal şöyle buyurur:
''Bu, olsa olsa bütün âlemlere bir öğüttür, bir uyarıdır. İstikamet sahibi olmak isteyenler onu dinlerler. Ama bu iş sizin istemenizle değil, ancak Rabbülâlemin olan Allah’ın dilemesiyle tamam olur.''
Başka bir ayette de şöyle buyurur:
''İşte bu, bir öğüttür, bir uyarıdır. Artık dileyen Rabbine varan yolu tutar. Ama Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz. Çünkü her şeyi bilen, tam hüküm ve hikmet sahibi olan, Allah’tır. Her şeyi bildiği gibi, rahmet ve hidâyete lâyık olanları da pek iyi bilir''
Hanbeli mehebi fakih ve kelamcılarından İbn-i Teymiye kitabında şunları kaydeder:
Allah'ın istediği her şey olur, istemediği hiçbir şey de olmaz. O, dilediğine hidayet eder, dilediğini de saptırır. İrade ve istidat sahibi kullar, Allah'ın kendilerine verdiği irade ve kabiliyetlere göre davranırlar. Ancak Allah, isteyip de gerçekleşmesine müseade ettiği ve ya istemediği için gerçekleşmesine müseade etmediği şeyleri, kimilerine verdiği hidayeti, kimilerini de içinde bıraktığı dalaleti, kendi iradesiyle hareket eden kulların davranışlarını... tüm bunları yaratırken bu milletin önceki kuşaklarının ve onların liderlerinin kaza ve kaderle ilgili inançlarına ilişkin üzerinde mutabakata vardıkları karara göre bizzat kendisi yaratmıştır. Aslında kullar, Allah'ın dilemediği bir şeyi yapamazlar.
Bu nedenle, Allah'ın verdiği irade ile yapmaya karar verdiğimiz şey, Allah'ın bizim için belirlediği kaderi şekillendirmektedir. İşin özü iyi ameller iyi bir akıbete, kötü ameller de kötü bir akıbete sebep olmaktadır. Nebiy-yi Zişan (aleyhiefdalussalavat) Efendimiz'in lal ü güher dudaklarından tebellür eden bir güzel kelamda şöyle buyrulur:
''Salih ameller kötülüklerden korur. Gizli sadaka Rabb'in öfkesini giderir. Sıla-i rahim ömrü uzatır. Her hayırlı iş sadakadır. Dünyada hayırlı olan insanlar, ahşrette de hayırlıdır. Dünyada kötü olan insanlar, ahirette de kötüdür. Cennete ilk girecek olanlar iyi insanlardır.''
İbn-i Abbas (ra) da şöyle der:
Şüphesiz, salih ameller yüzü tenvir eder, kalbe ziya verir, rızkı çoğaltır, vücuda güç kuvvet verir ve mahlukatın kalplerinde muhabbet ve sevgiye sebep olur. Kötü ameller ise yüzü, kabri ve kalbi karartır, vücudu takatsiz bırakır, rızkı azaltır ve mahlukatın kalblerinde nefrete sebep olur.
Özellikle sıla-i rahimi devam ettirmek ve aile bağlarını sürdürmek, Allah'ın, o kşinin rızkını arttırmasına ve ömrünü uzatmasına sebep olur. Kainatın İftihar Tablosu (sav) Efendimiz şöyle buyurur:
''Rızkının geniş ve ömrünün uzun olmasını isteyen sıla-i rahimde bulunsun.''
İbn-i Ömer (ra) şöyle demiştir:
''Kim Allah'a karşı takvalı olur ve sıla-i rahimi sürdürürse, ömrü uzar, rızkı bollaşır ve akrabaları tarafından sevilir.''
İbadet ve dua en etkili amellerdendir. Kaderimizde yazılı olan musibetleri dua kadar engelleyen başka bir şey yoktur. Alemlere rahmet Hz. Muhammed (sav) Efendimiz şöyle buyurur:
''Duadan başka hiçbir şey kaderi engelleyemez ve doğru amelden başka hiçbir şey de ömrü uzatmaz.''
Yine başka bir yerde Rasulullah (sav) şöyle buyurur:
''Dünyada, günah veya akrabalık bağlarını kesmek haricindeki meselelerle ilgili dua edip de Allah'ın kendisine istediğini vermediği veya kendisinden bir kötülüğü gidermediği bir mümin yoktur.''
Peygamber Efendimiz (sav), kaderi şekillendirme gücünün sadece Allah'a ait olduğunu bildiğinden, kötü bir kaderden korunmak için Allah'a şöyle dua etmiştir:
"Allah'ım, hidayet ettiklerinin yoluna bizi de hidâyet et. Allah'ım, âfiyet ver. Dost edindiklerinle beraber bizi de dost edin. Verdiğin şeyleri bize mübârek eyle. Hükmettiğin şeylerin şerrinden bizi koru. Şüphesiz Sen hüküm verirsin, fakat kimse sana hüküm veremez. Senin sevdiklerin zelil olmaz. Rabbimiz, sen mübarek ve yücesin.''
Hz. Ebu Hureyre (ra), şu hadisi rivayet etmiştir:
''Allah Rasulü (sav) kendisi hakkında olumsuz mukadderattan, fakirliğe düşmekten, düşmanların istihzasından ve şiddetli felaketlerden Allah'a sığınırdı.''
Aynı şekilde, sahabe ve selef-i salihinden de kaderlerinde yazılmış olan kötü hallerin iyiye çevrilmesi için Allah'a açıkça yalvardıkları buna benzer dualar rivayet edilmiştir. Ebu Osman el-Hindi, Hz. Ömer'in Ka'be'yi tavaf ederken ağlayarak şöyle dua ettiğine şahit olmuştu:
''Ey Allah'ım! Eğer beni cennetlikler içinde yazdıysan, orada beni sabit kıl. Eğer beni cehennemlikler arasında yazdıysan, beni oradan sil ve cennetlikler listesine yaz. Sen dilediğini siler, dilediğini de yerinde bırakırsın. Ümmü'l-Kitab senin indindedir''.
İbn-i Mesud şöyle demiştir:
''Ey Allah'ım! Eğer beni cehennemlikler listesine yazdıysan, beni oradan sil ve cennetlikler arasına yaz.''
Şakik Bin Seleme de şöyle demiştir:
''Ey Allah'ım! Eğer bizi cehennemlikler arasında yazdıysan, bizi oradan sil ve cennetlikler listesine yaz. Eğer bizi cennetlikler içinde yazdıysan, orada bizi sabit kıl. Sen dilediğini siler, dilediğini de yerinde bırakırsın. Ümmü'l-Kitab senin indindedir.''
Seleflerimiz, olumlu veya olumsuz olan her şeyin, Allah'ın takdiri olduğunu biliyorlardı. Halifeliği sırasında Hz. Ömer Suriye'ye doğru yola çıkmıştı. Oraya yaklaştığında veba salgını olduğunu öğrendi. Bunun üzerine Medine'ye dönülmesini emretti. Ebu Ubeyde ''Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun'' diye sorunca, Hz. Ömer ona şöyle cevap verdi:
''Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebû Ubeyde! Evet Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin, senin develerin olsa da iki tarafı olan bir vadiye inseler, bir taraf verimli diğer taraf çorak olsa, verimli yerde otlatsan Allah’ın kaderiyle otlatmış; çorak yerde otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?''
Hz. Ömer, fiillerinin sonucu olarak gerçekleşen her şeyin, Allah'ın takdiriyle olduğınu, dolayısıyla da buna göre tavır alması ve esbaba riayet etmesi gerektiğini anlamıştı. Bu olayda da, zarara sebebiyet vereceğini bildiği için vebadan uzaklaşmıştır. Allah'ın takdirine etkisi olmayacağı düşüncesiyle emniyet kemerini takmayan kişi örneğinde olduğu gibi, insanlar, Allah'a tevekkül etmeyi ve kadere razı olmayı genellikle yanlış yorumlamakta ve bunu esbaba riayet etmemek gerektiği şeklinde algılamaktadırlar. Ancak Hz. Ömer'in bu tavrı bize göstermektedir ki; kadere teslimiyet ve Allah'a asıl tevekkül, günlük hayatımızda muhatab olduğumuz esbaba riayet etmemizi gerektirir. Nitekim İbn-i Hacer, Hz. Ömer'in bu tavrını şöyle yorumlamıştır:
''Öyle yaptığına göre demek ki, Allah'ın takdir ettiği kader böyle idi. Kaderi, iradesinin hakkını vererek kendisine zarar verecek bir şeyden kendisini korumak olmuştu. O, oradan uzaklaşırken, Allah bu davranışı onun kaderi olarak takdir buyurdu. Eğer ayrılmayıp orada kalsaydı, bu da yine Allah'ın takdir ettiği bir kader olacaktı. Demek ki, iki husus önemlidir: Allah'a tam tevekkül ve sebeplere tam riayet.''
Allah'a tevekkül aslında tam da bu şekilde olmalıdır. Allah'ın, iyi işler yapanların kaderlerini iyi yazmış olduğu bilinciyle Allah'a tevekkül edilmelidir. Başka bir deyişle, eğer kaderimizin iyi olması için çalışırsak, Allah kaderimizi iyileştirecektir. Rasulullahn(sav) Efendimiz, Hz. Ömer'e şunu demiştir:
''Eğer siz, Allah'a hakkıyla tevekkül etseniz, kuşlar gibi rızıklanırdınız. Onlar aç gider, tok dönerler."
Hz. Ömer de şöyle demiştir:
''Hiçbiriniz, tembel tembel köşesine çekilip, kendisini rızıklandırması için Allah'a dua etmesin.Zira gökten altın ve gümüş yağmadığını çok iyi biliyorsunuz.''
Kaderin ehl-i sünnete göre uygun anlaşılması işte böyle olur. Bu dünyanın sebep-sonuç ilişkisi üzerinden yürüdüğünü biliyor ve bu nedenle esbaba riayet ediyoruz. Ama bunu yaparken de bir esbabperest gibi sebepleri ilahlaştırmıyor ve Müessir-i Hakiki'nin Allah olduğunu biliyoruz. Rasulullah (sav), bütün hastalıkların allah'ın izin vermesiyle olabileceğini belirtmek için ''Hastalıklarda bulaşma yoktur'' derken, aynı zamanda şart-ı adi planında esbaba riayetin önemini anlatmak için de ''Hastalıklı olanları, sağlıklı olanların arasına karıştırma'' buyurmuştur.''
Bu anlayışa göre, kendisine karşı esbaba riayet etmekle mükellef olduğumuz zat yalnızca Allah'tır. Gelecekte olmasını istediğimiz her fiil, yalnızca Allah'ın iradesine uygun bir şekilde gerçekleşmiş olmalıdır. Çünkü biz biliyoruz ki, olmasını istediğimiz şeyleri sadece kendi irade ve yeteneğimizle gerçekleştiremeyiz. Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
''Hiçbir konuda: Allah’ın dilemesine bağlamaksızın, "Ben yarın mutlaka şöyle şöyle yapacağım" deme!''
Unutulmaması gereken husus şudur: Allah dilemedikçe fiillerin ve sebeplerin hiçbir tesiri olamaz. Ancak kaderimizin iyi olmasını istiyorsak esbaba riayet etmemiz gereklidir. Yani esbaba riayet gerek şart, Allah'ın iradesi yeter şarttır. Kaderin gerçekleşmesinden önce de sonra da müminlere kaderle ilgili esbaba riayet tavsiye edilmiştir. İbn-i Teymiye der ki:
Kulun kaderle ilgili iki pozisyonu vardır: Kaderin gerçekleşmesinden önceki durum ve kaderin gerçekleşmesinden sonraki durum. Kaderin gerçekleşmesinden önce yapacağı iş, Allah'a sığınmak, O'na tevekkül etmek ve O'na dua etmektir. Kaderinde yazılan ve gerçekleşen şey kendi eylemlerinin sonucu değilse, yapacağı iş sabretmek ve buna razı olmaktır. Eğer başına glen şey kendi fiillerinin sebep olduğu hayırlı bir sonuç ise, yapacağı iş Allah'a şükretmektir. Eğer budurum kendi günahının neticesinde gerçekleşmişse, o zamn da Allah'tan af ve mağfiret dilemelidir.
Kaderde yazılanlar gerçekleşmeden önce Allah'a sığınmalı, O'na dua edip yalvarmalı, O'na tevekkül etmeli ve iyi bir sonuç elde etmek için gerekli çalışmaları yapmalıyız. Kader gerçekleştikten sonra ise, onu kabullenmeli ve hayatımıza buna göre devam etmeliyiz. Eğer başımıza kendi eylemlerimizin sonucuyla alakalı olmayan doğal afet gibi bir felaket gelirse, bunu bu hayattaki imtihan unsurlarından biri kabul etmeli ve inancımızda sabit-kadem olmalıyız. Eğer bir nimete nail olursak, bunun için Allah'a şükretmeli ve O'na karşı minnet duygularıyla dopdolu olmalıyız. Eğer başımıza gelenler günahlarımız yüzünden ise, Allah'tan af dilemeli ve hatalarımızı telafi etmek için gerekenleri yerine getirmeliyiz. Mü'minler hayatın her safhasında kadere rıza ile hareket eder ve üzerlerine düşen mesuliyetleri eda ederler.
Allah'ın takdir ettiği bir musibeti rıza ile kabullenmek, hayatta karşılaşacağımız en zor imtihanlardan biridir. Aslında imtihan (fitne) kelimesinin kökü olan fe-ta-ne kelimesi ''Altın veya gümüş gibi değerli bir madeni, tortulardan ve değersiz maddelerden ayırmak ve iyiyi kötüden arındırmak'' anlamına gelmektedir. Allah (cc), ahlaki ve manevi açıdan yüceltmek için bizi imtihan etmektedir. Bu yüzdendir ki, en zor imtihanların bazıları, en iyi insanların başına gelmektedir. Öyleyse, başımıza bir musibet geldiğinde,
Gelse cemalinden vefa,
Yahut celalinden cefa,
İkisi de cana safa,
Lutfunda hoş, kahrın da hoş.
diyerek, bu musibeti rıza duygusuyla dopdolu bir şekilde kabullenmeli ve bu musibete takılmadan önümüze bakmalı, hayatımıza devam etmeliyiz. Yaşadığımız olayları zihnimizde umutsuzca tekrar ederek geçmişe takılıp kalmamalıyız. Allah Rasulü (sav) Efendimiz şöyle buyurur:
“Eğer başına bir iş gelirse, Keşke şöyle yapsaydım; o zaman şöyle olurdu.’ deme. ‘Allah’ın takdiri böyleymiş; O dilediğini yaptı.’ de. Zira, ‘Keşke şöyle yapsaydım’ sözü, şeytanın vesvesesine yol açar.”
Biz tam olarak kavrayamasak da başımıza gelen her olayın ardında ilahi bir hikmet olduğuna imanımızın gereği, kaderi ve başa gelen musibeti kabul etmek, kalben huzura ve itmi'nana ermenin yoludur. ''Keşke'' demek, şeytanın bu iç huzuru bozma metodudur. Nevevi, bu hadisi şu şekilde yorumlar: '' 'Şeytan'ın işini yapmasına yol açıyor' ifadesi, o kişinin, kendi kalbinde kaderle ilgili bir itiraz noktası oluşturması ve Şeytan'ın da o kişiyi bununla ayartması anlamına gelmektedir.'' Daha önce belirtildiği gibi, geçmişi kurcalamamalıyız.
Meydana geldikten sonra kaderimize razı olmak, hatalarımızdan ders çıkarmamamız veya yanlış tecrübelerimizzden bir şeyler öğrenmememiz gerektiği anlamına gelmez. Zira aleyhiekmelüttehaya Efendimiz, paha biçilemez beyanlarından birinde bize şunu söylemektedir:
''Mü'min aynı delikten iki defa sokulmaz.''
Yani aynı hatayı iki defa tekrar etmemeli ve önleyebileceğimiz olumsuz tecrübelerin takrarına müseade etmemeliyiz.
Sonuç olarak, bu hayatta bir seçim yapmak zorundayız. Bizi yaratan Rabb'imize ibadet edip salih amelller işlemeyi veya Allah'ın güç ve kuvvetine ayna olan kevni ayetleri görmezden gelmeyi seçebiliriz. Neyi seçersek seçelim, etkisi sonsuza kadar devam edecektir. Rasulullah (sav) Efendimiz şöyle buyururlar:
''Cennetin kıymeetini daha iyi anlayıp daha çok şükretmesi için, hiç kimse eğer kötülük yapsaydı cehennemde işgal edeceği yeri gösterilmeden cennete girmeyecektir. Neler kaybettiğini daha iyi anlayıp daha fazla üzülmesi için de hiç kimse, eğer iyilik yapsaydı cennette işgal edeceği yeri gösterilmeden cehenneme girmeyecektir.''
Herbirimiz için cennet ve cehennemde bir yer ayrılmıştır. Hangi tarafa gidersek gidelim, ya şükran duygularıyla dopdolu olacak şekilde ödüllendirilmek ya da pişmanlık duygularıyla cezalandırılmak için gidebileceğimiz diğer taraf bize gösterilecektir.
Bir an için, bir uçaktan paraşütle atladığınızı düşünün. Kaderinizde kaçınılmaz iki seçenekten biri olacaktır. Ya paraşütü açıp yaşayacak ya da başarısız olacak ve öleceksiniz. Bu imkânların her ikisi de sizin için mukadderdir. Üçüncü bir seçeneğiniz bulunmamaktadır. Uçağın güvenli atmosferine geri dönmek imkanı da bulunmamaktadır. Seçimi yapmak ve arzuladığınız kaderi gerçekleştirmek tamamen sizin elinizdedir. Aynen öyle de; bizler cennet veya cehenneme giden bir yoldayız. Kaderimizden sonsuza kadar kaçamayız. Daha zamanın başlangıcında harekete geçirilmiş olan bu durumu değiştirme imkanımız bulunmamaktadır. Halbuki, cennette ebedi mutluluğa giden yol önümüze derilmiştir. Özgür irademizle yapacağımız fiil, kaderimizi belirleyecektir. Bu fiil, yolculuğumuzun ilk adımını atıp atmamakla ilgili sadece bizim alabileceğimiz bir karardır.