Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), kendisini zulüm edenlerden korumak için diğer kabilelerden bilfiil ısrarla müritler istedi. Yathrib (başka bir deyişle Medine) halkı, ona cevap verdi ve hac mevsimi esnasında onunla Mekke’de gizlice buluştular. Bu toplantı sırasında yemin ettiler ve masum Mekkelilere gece saldırmayı bu toplantı sırasında önerdiler. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bunun yaymak istediği mesajına yakışmayacağını söyleyerek reddetti. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Mekke’deki egemen sınıfa karşı silahlanmayı reddetmesi, en sadık bazı müritlerini bile hayal kırıklığına uğrattı. İslam’ı kabul ettikleri için en şiddetli bir biçimde işkence görenlerin arasında yer alan Habbâb bin Eret şöyle anlatmaktadır:
Allah’ın Resulü (s.a.v.) Kâbe’nin gölgesinde örtüsüne bürünmüş otururken, yanına geldik ve uğradığımız zulüm için halimizden şikâyet ettik; “Bizim için yardım dilemeyecek misin? Allah’a bizim için dua buyurmaz mısın?” dedi: Hz. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sizden önceki ümmetler içerisinde bir adam onun için kazılmış hendeğin içine atılır ve bir testere başının saç ayırımına konur ve iki parçaya bölünürdü; yine de bu işkence o adamı dininden döndürmezdi. Bedeni demir tarakla taranır ve etleri kemiğinden ve sinirinden sıyrılırdı da bu işkence onu diniden döndürmezdi. Öyle ki, hayvanına binip San’a’dan Hadremut’a kadar tek başına giden bir kimse, Allah’tan başkasından korkmayacak, koyunları için de kurt saldırmasından başka bir şeyden endişe duymayacaktır. Fakat siz acele ediyorsunuz!”
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.), müritlerine onu desteklemeleri için herhangi bir maddi mükâfatı hiçbir zaman garanti etmediğini görmek ilginçtir. Onlara sadece ahiret yaşamının mükâfatlarını vaat etti. Onun yolundan gitmek için hiçbir dünyevi menfaatle karşılaşmamış çok az sayıdaki müritlerinden kazandığı sadakat o kadar güçlüydü ki, savaş alanını asla terk etmedikleri bilinir hale geldi.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Mekke’de yapılan zulümden kaçtı ve Medine şehrini yönetmek üzere davet edildi. Neredeyse bir gecede bir mülteciyken, bir şehrin valisi oldu ve stratejilerini bu doğrultuda belirledi.
Bu göç (hicret), Muhammed’in servetlerinde bir dönüm noktası ve İslami hareketin tarihinde yeni bir aşamaya işaret etti. İslam, Medine’de bir İslam toplumu devletinin kurulmasıyla siyasi bir şekil aldı. Hicretin önemi, İslami takvimin başlangıcı olarak kabul edilmesinde yansıtılır. Muhammed, Medine’de Allah’ın idaresi ve mesajını uygulama fırsatı buldu çünkü o artık, dini-politik bir topluluğun başı ve Peygamberiydi. Bunu, Medine’de önderliğini kurarak, Mekke’yi boyunduruk altına alarak ve Müslüman egemenliğini, Arabistan’ın geri kalanı boyunca diplomatik ve askeri yollarla birleştirmek suretiyle gerçekleştirdi. Muhammed, Medine’ye Müslüman ya da gayrimüslim fark gözetmeksizin tüm topluluk için hakem ya da hâkim olarak gelmişti.
Bir intikam ve hoşgörüsüzlük politikasını harekete geçirmekten uzak, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), o ve onun müritleri Mekke’de maruz kalmış olduğu zalimliğe doğrudan karşı çıkmış bir merhamet sistemi uyguladı.
-
Alay Etme Amaçlı İsim Takmaya Yönelmenin Reddedilişi
Abdullah bin Übeyy (bilinen adıyla İbn Selul), münafıkların reisi idi ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) otoritesini ve etkisini zayıflatmak için durmaksızın entrikalar çevirdi. Allah’ın Resulü (s.a.v.) geldikten kısa bir süre sonra İbn Selul’un da aralarında bulunduğu bir grubu geçip, onları İslam’a davet etmeye başladı. İbn Selul, “Evinizde kalın. Birisi mesajınızı duymak isterse, size geleceklerdir.” diye kaba bir şekilde karşılı verdi. Bir başka rivayette ise şöyle dedi: “Onu bizden uzaklaştırın. Vallahi onun eşeğinin pis kokusu bizi rahatsız ediyor.” Müslümanlar bu hakaretleri duyduklarında öfkelendiler ama Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), onların aynı şekilde karşılık vermelerini yasakladı. Daha sonra Sa’d Bin Ubade’ye (r.a.) şikâyet ederek şöyle dedi: “Ebû Hubab’ın ne dediğini işittin mi?” – kapalı kapılar ardında bile İbn Salul’a künyesi (saygı yakıştırması) ile hitap ederek! Sa’d Bin Ubade’ye (r.a.), Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) onu affetmesi için ısrar etti ve şöyle nakletti: “Bu belde halkı Medine’de kral olarak hüküm sürmesi için ona mücevherlerle donatılmış tacı yapmayı bitirmek üzereyken Allah seni gönderdi, fakat Allah başka türlü nasip etti ve onun hasetlikle öfkelenmesi bundandır.” Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), onu affetti ve onu buna müteakip sayısız olayda da affetmeye devam etti.
-
Allah Nezaketi Sever
Medine’de bir Yahudi kabilesinden bir grup insan, Hz. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) huzuruna vardı ve şöyle dedi: “As Sâmu ‘Alayk (Ölüm senin üzerine olsun). ” Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “ve sizin üzerinize oldun” buyurdu fakat Hz. Ayşe (r.a.) dayanamayarak, “Ölüm, Allah’ın laneti ve gazabı ile birlikte üzerinize olsun!” diye ekledi. Allah’ın Resulü (s.a.v.), “Ayşe, ağır ol! Allah her işte kolaylık ve yumuşaklık gösterilmesine memnun olur. Kırıcı ve kaba olmaktan sakın” diye buyurdu. Hz. Ayşe (r.a.), “onların ne söylediğini duymadın mı, ya Resûlullah?” deyince de: “Ben de ona ve aleyküm yani ölüm sizin üzerinize olsun dedim ne var ki benim onlara karşı niyazım kabul edilecekken onların bana karşı ettikleri niyaz kabul edilmeyecek” buyurdu. Dikkat çekici bir biçimde, bir iktidar konumunda olmak bile onu aynı şekilde karşılık vermeye ya da aynı kelimeleri tekrarlamaya itmedi; hatta karısının kendisine hakaret edenlere sert tepki vermesine bile izin vermedi.
-
Suistimal Edilmesi, Onu Allah’ın İnayetinde Yükseltir
Zeyd bin Sü’ne (r.a.), Medine’nin büyük bir Yahudi hahamıydı. Allah ona yol göstermeye niyet ettiğinde Zeyd, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) belli miktarda hurmayı belli zamanda teslim almak üzere seksen miskal (350 gram) altın borç vererek sınamak düşüncesindeydi. Ödemenin yapılmasından birkaç gün önce Zeyd, tüm büyük Sahabelerin önünde Allah’ın Resulü’nü (s.a.v.) örtüsünden yakalayarak yakasına yapıştı ve şöyle dedi: “Ey Muhammed, neden bana hakkımı ödemiyorsun?! Aileni iyi tanırım. Vallahi siz borçlarınızı asmaktan başka bir şey bilmezsiniz!” Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bu saygısızlığından ötürü Zeyd’i öldürmekle tehdit eden öfkeli Ömer’e, “Ey Ömer! Buna ihtiyacımız yok… Al, bu adamı götür. Ona borcunu öde. Ayrıca onu korkuttuğun için de 20 sepet hurmayı fazladan ver.” buyurdu. Zeyd bin Sü’ne’i (r.a.) İslam’ı kucaklamaya ikna eden işte bu cevaptı. Zeyd, Hz. Ömer’e (r.a.), “Tek bir peygamberlik işareti yoktu, ben Hz. Peygamber’i (s.a.v.) inceledim. Takip ettim. Tevrat’ta yazılı olan bütün özelliklerin onda olduğunu gördüm. Ama iki özelliğini henüz görmemiştim. Bu özellikler her türlü cahilliğe karşı yumuşaklığının devam etmesi ve toleransını, affediciliğini yitirmemesiydi. Ben bu sıfatların da O’nda olduğunu açıkça gördüm. Ey Ömer! Şu andan itibaren Allah’ı Rab, İslam’ı din, Muhammed’i (s.a.v.) Peygamber olarak kabul ettim. Ben çok zenginim. Malım çoktur. Şahit olun ki malımın yarısını Muhammed’in (s.a.v.) ümmetine bağışlıyorum.” diye açıklama yaptı.
-
Kureyş’in Casus Askeri
Bedir yolunda Müslümanlar, Kureyş’in bir casus askerini yakalayabilmiş ve onu Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) getirmişlerdi. Sahabeler, bu adamı hayati bilgiler için sorguladıkları için hırpalamaya başladıklarında, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) namazını bitirmek için acele etti “Size karşı dürüst olduğunda bu adamı dövdünüz, size yalan söylediğinde bıraktınız.” buyurdu. Bu kişi, her ne kadar muhalif bir orduya mensup olsa da ve işkence, düşmanın zayıf noktaları hakkında kritik bilgileri açığa çıkarabilse de, Resûlullah (s.a.v.) yine de müdahale etti. Bu suretle, İmam Malik (Allah’ın rahmeti üzerinde olsun), “Düşmanın zafiyet noktalarını ifşa edebileceği umulursa, bir esire işkence yapılabilir mi?” diye sorduğunda, O, “Böyle bir şeyi [sünnetimizde] hiç işitmedik.” diye buyurdu.
-
Sözünü Tut
Bedir Muharebesi öncesinde, Huzeyfe bin Yeman (r.a.), ahlaki bir ikilemle Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yanına geldi. Kureyş, onu ve babasını, Kureyş’e karşı Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) yanında savaşmayacakları koşuluyla henüz serbest bırakmıştı. Müslüman ordusunun zarar görmüş olmasına ve kendilerinin üç katı büyüklüğünde bir orduyla yüzleşmek üzere olmasına rağmen, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “O zaman [Medine’ye] gidin. Onlara verdiğimiz sözü tutacağız ve onlara karşı Allah’tan yardım arayacağız.” buyurdu. Onun peygamberlik ahlakı, son derece hassas bir konumda iken bile ilkelerinden taviz vermesine izin vermedi.
-
Ben onun dişlerini söktürerek ona işkence yaptıramam, Allah da beni aynı azaba uğratır
Bedir Muharebesini takiben Müslümanlar, bir Kureyş önderi ve lafını sakınmayan bir İslam muhalifi olan Suhayl ibn Amr’i savaş mahkûmlarının arasında buldular. Hz. Ömer (r.a.), bir intikam şansı koparacağından hoşnuttu ve “bir daha asla Allah’ın Resulü (s.a.v.) aleyhinde vazetmemesi için” Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’den (s.a.v.) Suhayl ibn Amr’in ön dişlerini sökmek için izin istedi. Ancak Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “Ben onun dişlerini söktürerek ona işkence yaptıramam, Allah da beni peygamber olduğum halde aynı azaba uğratır.” buyurdu. Herhangi bir uluslar arası sözleşme ya da bildirinin imzalanmasından bin yılı aşkın zaman önce, Merhamet Peygamberi (s.a.v.), savaş mahkûmlarının insani muamele görmeye hakkı olduğunu ümmetine kabul ettirdi. Bu, Cenevre’deki sözleşmeyi imzalayan tarafların, mahkûmların insanca muamele görmesini tanımlamasından 1300 yıl önceydi. Bu geleneği, bugün cezaevlerindeki çoklu fiziksel ve psikolojik işkence yöntemleriyle karşılaştırın. Bundan başka Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), – bir peygamber dahi olsa – hiçbir otoritenin, kendi gözetimi altındakilere işkence edildiği sebebiyle hesap verme sorumluluğundan kaçamayacağı ifadesiyle bunun altını çizmiştir.
-
Bağışlayıcı İçgüdüler
Her ne kadar Hz. Ömer (r.a.) Bedir Muharebesinde esir düşenleri idam etmek için Resûlullah’a ısrar etse de ve vahyin Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bu savaş suçlularının canlarını bağışlama kararını doğrulamasından önce, Allah’ın Resulü (s.a.v.), bunun çok büyük iyilik olacağını varsayarak onların canlarını bağışlamaya meyilliydi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Bedir Muharebesinden sonra Sahabelerine “Esirlere hayırla muamele ediniz!” buyurmuştur. Bu, esirlerin özellikle kendisine suikast yapmaya amaçladıkları ve cesedini şarapla kutlamaya hazırlandıkları gerçeğine rağmen, böyleydi.
-
Esirlerin Beslenmesi
Allah, “Onlar, kendileri sevip istedikleri halde yoksula, yetime ve esire de yemek verirler.” [İnsân Suresi 76:8] buyurmaktadır; burada Allah, mahkumları beslemenin O’na yakınlığın bir aracı olduğunu ve kişinin, birinin sevdiği bir yiyeceği – düşük kalitede olanı değil ya da önce kendi açlığını doyurduktan sonra değil – sağlamak zorunda olduğunu bildirmektedir. Hatta bize, bir kediyi evine hapseden ve ona hiç yemek ve su vermeyen bir kadının cehennemlikler arasına dâhil olduğu Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından bildirildi. Abdullah bin Abbas, “Bedir Muharebesi Gününde, Allah’ın Resulü (s.a.v.), esirleri onurlandırmamızı emretti ve böylece yemek vakti gelince biz hurma ile yetinirken esirlere ellerindeki en güzel yemeklerimizi verdik.” diye nakletti. Bedir Muharebesinde Müslümanlar tarafından esir edilen Mus’ab bin Umeyr’in pagan kardeşi Zurâra bin Umeyr (ayrıca Ebu Aziz olarak da bilinir) şöyle nakletti: “Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) emaneti dolayısıyla, onlar, sabah ve akşam yiyecekleri ekmeği bana veriyorlar, kendileri sadece hurma yemek mecburiyetinde kalıyorlardı.” Anlaşılır biçimde Ebu Aziz, kendisine karşı yapılan bu beklenmedik muameleyi unutmadı ve bu, İslam’ı kucaklamak için verdiği nihai kararı etkilemiş olmalıdır.
-
Esirlerin Giydirilmesi
“Esirleri Giydirilmesi” başlıklı bir bölümde, birinci görüş daha sahih olup, Sahih-i Buhari, bunu Câbir bin Abdullah’tan (r.a.) rivayet etmiştir. Cabir dedi ki: “Bedir gününde esirler getirildi. Abbas da üzerinde elbise (gömlek) olmadığı hâlde esirler arasında getirilince, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) onun için bir gömlek istedi. Abdullah bin Ubey’in gömleğinin ona uygun geldiğini gördüler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), o gömleği ona (Abbas’a) verdi.” Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatında daha sonra, Hevazin’den gelen esirler için özel bir pelerin satın almak üzere Mekke’ye bir adam gönderdi.
-
Fidye ile Hoşgörü
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) mahkûm durumundaki düşmanına özgürlük fırsatını bahşederken, onların ekonomik durumunu bile göz önünde bulundurdu. Ebu Veda ve Zurâra bin Umeyr gibi varlıklı mahkûmlardan tam 4.000 dirhem alırken daha fakir mahkûmlar 40 uqiyya (1,600 dirhem) ödedi. Hatta Muttalib bin Hantab, Ebu Izze (şair), Ebu’l As bin Rebi, ve Seyfi bint Ebu Rifaa gibi bazıları, hiçbir şekilde herhangi bir fidye ödemeden serbest bırakıldı.
-
Özgürlüğün Artan Fırsatları
Abdullah bin Abbas (r.a.), “ Bedir Muharebesinde kendilerini fidye ödeyerek kurtarmak için hiç parası olmayan esirler vardı, bunun üzerine Allah’ın Resulü (s.a.v.), Ensar çocuklarına okuma-yazma öğretme karşılığında onları serbest bırakma kararı aldı.” diye nakletmiştir. Açıkça görülüyor ki, intikam ya da zenginlikler önünde eğilenler, ailelerine dönmek ve sapkın yollarını düzeltmek üzere suçlular için asla böylesine çeşitli yollar sunmazdı. Bundan başka, insanlara okuma yazma öğretmek için okuryazar esirleri serbest bırakma teamülünün eşi benzeri görülmemiştir. Bu, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bir aydınlanma ve ilerleme aracı olarak eğitime verdiği önemin ve mesajın altını çizmektedir.
-
Mahkûm Mübadelesinin Tanıtılması
Çeşitli nedenlerden dolayı, Arabistan halkı nadiren mahkûm mübadelesi yaptı, fakat Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bu uygulamayı yaygınlaştırdı. Müslümanların, Sa’d bin an-Nu’mân bin Akâl’ın – bir savaş mahkûmundan ziyade sadece Mekke’de umre yaparken Abbâs tarafından kaçırılan masum bir adam olmasına rağmen – serbest bırakılması için Amr bin Ebu Süfyan’ı teslim ettiklerini belirtmek yeterlidir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), devam eden düşmanlıklara ibret olsun diye esirlerin sakat bırakıldığı uygulamayı, mahkûm mübadelesinin çok daha insancıl bir uygulaması ile değiştirdi.
-
Esir Ailelerin Bir Arada Tutulması
Allah’ın Resulü (s.a.v.), esirlerin duygusal esenliğini bile önemsedi; bu suretle onları bir arada tutarak ebeveynleri ve çocuklara nasıl insanca muamele edileceğine dair ayrıntılı emirler verdi. Ebu Eyyûb (r.a.) Allah Resulü’nden (s.a.v.), “Kim anne ile çocuğunu birbirinden ayırırsa, Allah da Kıyamet günü onunla sevdiklerini birbirinden ayırır!” işittiğini nakletti. Ebu Üseyd (Abdullah bin Sabit) el-Ensari (r.a.), Bahreyn’den esirler getirdiğinde sıraya dizildiler. Allah’ın Resulü (s.a.v.), onları görmek için ayağa kalktı ve aralarında ağlayan bir kadın buldu. “Niçin ağlıyorsun?” diye sordu. Kadın, “Oğlum Abs Oğullarına satıldı” dedi. Bunun üzerine Allah’ın Resulü (s.a.v.), Ebu Üseyd’e “Hayvanına bin, git, kadının oğlunu al ve getir.” buyurdu. Ebu Üseyd çocuğu kurtarmak ve anne ile çocuğunu yeniden bir araya getirmek için derhal atına atladı.
-
Unutulmuş Hiçbir İyilik Yok
Bedir Muharebesinin ardından Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “Şayet, Mut’im İbn Adi hayatta olup da benden esirlerin bağışlanmasını isteseydi, fidye almadan hepsini serbest bırakırdım” buyurdu. İbn Adi, bir mümin değildi, fakat Haşim Oğullarını boykot etmek için Kureyş paktını yok etmeye yardım etmekle kalmadı aynı zamanda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) Taif dönüşünde sığınma hakkı verdi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), ihtiyaç duyduğu zaman kendisine yardım eden herkese, Peygamberlik görevini kabul etmeyi seçip seçmediklerine bakılmaksızın, sadakat ve şükran gösterdi.
-
Kaynuka Oğulları ile Savaşın Bertaraf Edilmesi
Bedir Muharebesinden Medine’ye döndükten sonra, Kaynuka Oğulları kabilesi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Sahabelerini tehdit ederek, “Sen muharebe nedir bilmeyen kimselerle çarpışıp galip gelmene aldanıp güvenme! Eğer bizimle çarpışmaya kalkacak olsaydın, o zaman bizim gerçek savaşçılar olduğumuzu ve bizim gibi kimseyle karşılaşmadığını görürdün!” dediler. Bu, Allah ve O’nun Resulü (s.a.v.) ile iki yıl boyunca alenen alay edilmesi ve Müslümanlar arasında düşmanlıkları kışkırtılmasından sonraki son sıkıntılardan biriydi. Bazıları, Kaynuka Oğullarına mensup bir zanaatkârın, Müslüman bir kadını pazar meydanında elbiselerini çıkarttığını, kadının çığlıklarını duyan bir Müslüman’ın adamın da bunun için adamı öldürdüğünü ve Kaynuka Oğulları da intikam amacıyla o Müslüman’ı yakalayıp öldürdüğünü bildirmektedir. Sonunda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), onlara karşı yürümeye karar verdiğinde, Abdullah bin Übeyy, onu zırhından tutarak ve bu seferi iptal etmesi için ısrar ederek onu fiilen bunu yapmaktan alıkoydu. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), çok öfkelendi ve İbn Ubeyy’e onu bırakmasını emretti, fakat o bırakmayacaktı. İbn Ubeyy, Kaynuka Oğullarının kendilerinin müttefiki olduklarını ve onlar olmadan savunmasız kalmaktan korktuğunu belirterek bağışlanmaları için ricada bulundu. Sonunda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “Onları senin için serbest bırakıyorum” buyurarak tüm kabile mensuplarının tamamının, zarar verilmeden ve silahları hariç her neye sahiplerse onlarla beraber, Medine’yi terk etmelerine izin verdi.
-
Onlar sadece daha iyisini bilmiyorlar
Müslümanlara karşı yapılan ikinci büyük savaşta (Uhud Muharebesi) Kureyş’in ordusu, – bu kez Müslümanların 700 kişilik ordusuna karşı güçlü 3.000 kişilik bir ordu ile – Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) pusu kurmayı başardı. Resûlullah’ın ön dişi kırıldı, bedeni hırpalandı ve kan miğferinin yüzünü deldiği yerden aşağı doğru aktı. Her nasılsa, bir kez daha ellerinde kan kaybettikten sonra Allah’ın Resulü (s.a.v.), yüzünün kanını silerken, “Ey Allah’ım, ümmetimi affet, çünkü onlar bilmiyorlar!” diye dua etmek için kişiliğinin mukavemetine hala sahipti. Diğer rivayetlerde ise önce, “Kendilerini Allah’a çağıran Peygamberlerine bu zulmü reva gören, onu al kanlara boyayan bir kavim nasıl kurtuluşa erer?” diye serzenişte bulunduğu anlatılır. Sonra, Allah’a af dilemek üzere dua etmeden önce bir an sessiz kaldı. Uhud Muharebesinde uğranılan üzücü kayıplara ve yıllarca Kureyş’in akıl almaz işkencesine maruz kalmasına ve tanık olmasına rağmen Allah’ın Resulü (s.a.v.), yüce gönüllülüğünü korudu. Ortalık yatışınca, Sahabeleri yanına geldiler ve “Ya Resûlallah! Müşriklere lânet et de, Allah onları kahretsin.” dediler. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “Ben lanetçi olarak değil, ancak rahmet olarak gönderildim” buyurdu. Kur’an-ı Kerim’in, İsrâiloğulları’ndan kâfir olanların, peygamberlerin diliyle lânetlendiğinden bahsetmesine rağmen ve her ne kadar Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bazı davranışları lanetlemiş ve başta Allah’tan zulme önderlik edenleri lanetlemesini istese de onun örnek oluşturan tavrı, onu ve müritlerini mağdur edenler için bağışlanma aramaktı.
-
İhaneti Affetmesi
Uhud Muharebesinden döndükten sonra, başlarına henüz gelen musibetten dolayı duyguları alevlenen Abdullah bin Übeyy bin Selül’ün idamını isteyen birçok Sahabe bulunmaktaydı. Bütün olan bitenden sonra Abdullah bin Übeyy bin Selül, ordunun üçte birini geri alıp, “Muhammed, [üzerlerine yürümek isteyen] onlara uydu, [Medine içinden savaşmayı isteyen] bana karşı geldi. Benim düşüncelerimi hiçe saydı. Bilemiyorum, gidip de kendimizi ne uğruna öldürteceğiz?!” diyerek muharebeden hemen önce onları terk etmişti. Allah’ın Resulü (s.a.v.), Muhammed’in kendi müritlerini öldürdüğü söylentileri yayılmasın diye ve bazı münafıkların hayatlarını daha iyi bir yola koymasını umarak İbn Selül’ü bu ihanet suçundan dolayı idam ettirmedi.
-
Allah, Ona Suikast Girişimini bildirdi.
Bir gece Safvan Bin Ümeyye ile birlikte Kâbe’de otururken ve Bedir Muharebesinde Müslümanlar tarafından öldürülenler ya da esir edilenler için ağıt yakarken Umeyr, borçları olmasa, çoluk çocuğumu geçindirmek düşüncesi bulunmasa, Medine’ye varıp, Muhammed’i (s.a.v.) öldüreceğine yemin etti. Safvan Bin Ümeyye, bütün borçlarını ödeyeceğine ve ailesine bakacağına yemin etti ve böylece Umeyr, kılıcını bileyip zehirledikten sonra devesine binip Medine’nin yolunu tuttu. Hz. Ömer (r.a.) ve Sahabeleri Umeyr’in niyetinden şüphe ettiler fakat Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), onun girmesine izin vermelerini buyurdu. Umeyr, esirler arasında bir akrabası olduğu için geldiğini iddia ettiğinde Allah’ın Resulü (s.a.v.), dürüst olması için onu azarladı ve taşıdığı kılıcın başka bir hikâye anlattığına işaret etti. Umeyr, kendi hikâyesini sürdürdü, bunun üzerine Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ona Safvan ile yaptığı gizli konuşmanın ayrıntılarını bildirdi ve sonra Allah’ın bu görevin başarıya ulaşmasından onu koruyacak olduğunu anlattı. Umeyr sonra, onun (s.a.v.) Allah’ın Resulü olduğuna ve Allah’tan başka kimsenin bu haberi ona getiremeyeceğine şahadet etti.
-
Bir Büyücüyü Affetmesi
Lebid bin el-Asam, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) hizmet eden ve kendi kabile fertleri tarafından Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) büyü yapması için para ile tutulan genç bir adamdı. Altı ay boyunca Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) güçsüzleşti ve bu büyülerle zihinsel olarak yoruldu (gerçi bu sadece dünyevi uğraşlarını etkiledi). Lebid bin el-Asam açığa çıktığında ve onu idam etmek için izin arandığında, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), s.
-
Mübarek Bir Kadın
Mustalik Oğulları ile yapılan savaştan sonra, Mustalik Oğullarının önderinin kızı olan Cüveyriye bint Haris, Allah’ın Resulü (s.a.v.) tarafından satın alındı ve Sabit bin Kays’ın (r.a.) elinden kurtarıldı. Daha sonra Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) onunla evlendi ve sonuç olarak Müslümanlar Mustalik Oğullarından yüz adamı – İslam’ı kabul edenlerin hepsi – serbest bıraktırdılar. Sahabeleri, “Bunlar [artık] Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) zevcesinin aileleridir!” dediler. Şüphesiz, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bu soylu kadınla evlenmesinin Sahabelerinin onun halkını serbest bırakmaya ikna edeceğini biliyordu ve bunu aynı zamanda Cüveyriye’de (r.a.) biliyordu. Bu nedenle Hz. Ayşe (r.a.), ondan övgüyle söz etti ve “Ben, kavmi için Cüveyriye’den daha hayırlı, daha mübarek bir kadın bilmiyorum!” dedi.
-
Bir Darbe Denemesi
Mustalik Oğulları seferi sırasında Abdullah bin Übeyy, “Hele Medine’ye dönelim, o zaman aramızdan yüce olan [kendisine atıfta bulunarak] aşağılanmış olanı [Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) atıfta bulunarak] oradan çıkaracak!” [Münâfikûn Suresi 63:8] diye yemin etmişti. Bunun haberi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ulaştı ve Hz. Ömer (r.a.), “ Ey Allah’ın Resulü (s.a.v.) izin ver bu münafığın boynunu vurayım.” demesi üzerine Resûlullah (s.a.v), “Bırak onu! Ta ki insanlar, Muhammed ashabını öldürüyor demesinler.” buyurdu. Gerçekte, kendi oğlu bu hakareti duydu ve öne çıkarak, “Babamla aranızda geçen hadiseyi işittim. Onu öldürmek istediğinizi haber aldım. Eğer bu işi muhakkak yapacaksanız, bana emir buyurunuz, şu anda gidip başını huzurunuza getireyim. (Onun öldürülmesini başkasına havale ederseniz, ihtimal ki, o adama karşı nefsimde bir düşmanlık meydana gelir)” dedi. Resûlullah (s.a.v), “Hayır, ona karşı yumuşak davranırız. Aramızda yaşadıkça iyi arkadaşlık yaparız.” buyurdu.
-
“Bırakın Serinlesinler”
Kurayza Oğullarının kabilesi, yeni filizlenen Müslüman toplumun her izini ortadan kaldırmak üzere Kureyş ve Gatafan’ı Medine’ye getirmek için komplo kurarak, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ile olan anlaşmasında hile yapmıştı. İstilacılar, Müslümanların hendeklerinde tuzağa düştükleri ve açlık çektikleri Medine’yi bir ay süren kuşatma altına aldıktan sonra Allah, müttefiklerin birbirlerinden şüphelenmemelerini ve kuşatmaya devam etmek üzere heveslerini kaybetmemelerini nasip etti. Yok edilmenin eşiğine gelmiş bu yeni filizlenen topluluğuna rağmen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bu ihanete bir intikam arzusu ile karşılık vermedi. Müslüman ordusunun Kurayza Oğullarının evlerine doğru hücum etmesinden sonra Allah’ın Resulü (s.a.v.), bu düşman kabilenin cezalarını belirlemek üzere kendi müttefikini (Sa’d bin Muâz) seçmesine izin vermekle kalmadı aynı zamanda Kurayza Oğullarının esirlerinin güneşin altında beklediğini görmesi üzerine Sahabelerine, “Onların üzerinde güneşin sıcağıyla zırhlarının sıcağını birleştirmeyin. Onlara gölgelik ve su verin, böylece biraz serinleyebilirler.” buyurdu.
-
“Onların Sana Verdikleri Ezaya Aldırma”
Allah, evlat edinmenin yaygın uygulamasını ve soylarını korumaktaki başarısızlıklarını sona erdirmek istedi. Ancak bu gelenekler Arap kültüründe öylesine kök salmıştı ki, buna karşı çıkılması, yanılmaz ve eleştirilerin üzerinde olduğundan, sadece Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kendisi tarafından gerçekleşirdi. Bu nedenle Allah, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) evlat edindiği oğlu Zeyd bin Harise’ye gerçek baba adının dışında başka bir isimle (eskiden Zayd bin Muhammad olarak hitap ediliyordu) hitap etmekten vazgeçmesini buyurdu. Fakat evlat edinilmiş bir çocuğun kendi soyunu sürdürdüğünü tartışmasız bir biçimde ortaya koymak için Allah daha sonra Resûlullah’a (s.a.v), Zeyd karısından boşandığında, Zeyd’in karısıyla evlenmesini buyurdu (aynı zamanda Ahzâb Suresinde de bulunmaktadır). Elbette münafıklar, gelini ile evlenen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) şehvet düşkünü bir adam olmakla ve insanlara oğullarının eşleriyle evlenmelerini yasaklayan ama kendisi evlenen bir sahtekâr olmakla suçlamak için bu fırsatın üzerine atladılar. Bu masum bir hakaret değildi ama yinede Medine’deki yeni devlet başkanını devirecek yeterli çoğunluğunu harekete geçirmek için gerçekleştirilen bir başka girişimdi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), onları cezalandırmadı, daha ziyade onları tamamen görmezden geldi ve Allah’ın ona emrettiği gibi meseleyi Allah’a havale etti. “İnkârcılara ve ikiyüzlülere kulak asma, onların sana verdikleri eziyete aldırma. Allah’a dayan ve güven, güvenmek için Allah yeter.” [Ahzâb Suresi 33:48]. Bu, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) göçünden aşağı yukarı dört ila beş yıl sonra iyi bir şekilde anlaşıldığı ve ona hakaret edenleri kolayca cezalandırabileceği bir zamandı. Ancak Kur’an-ı Kerim, Mekke’de yaptığı gibi onları görmezden gelmesini emretti.
-
“Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz?”
Mistah, Hz. Ayşe’ye (r.a.) iftira atma gafletinde bulunanların aralarındaydı. Mustalik Oğulları seferinin dönüşünü takiben Abdullah bin Übeyy, Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) karısının zina suçu işlediği söylentilerini yaymaya başladı. Müslüman topluluğunda bir ay süren bir şüphe çilesi ve gerilimlerden sonra Allah, bazı müminlerin bu asılsız hikâyeye inanmaya ve bunu yaymaya başlamış olmasından önce değil ama sonunda, bu yalanın arkasındaki elebaşlarını açığa çıkaran Nûr Suresi’ndeki ayetleri indirdi. Mistah (r.a.), bu suçlamayı tekrarlama hatasına düşen gerçek inananlardan biriydi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), karısına iftira atan bu adamı en nihayetinde affetmekle kalmadı, hatta bu adamı boykot ettiği için karısının babası olan Hz. Ebu Bekir’i (r.a.) de azarladı, özellikle Hz. Ebu Bekir’e (r.a.) bağlı olduğundan ve ondan yardım aldığından beri… Hz. Ayşe (r.a.), “Ebu Bekir bir daha Mistah’a yardım etmeyeceğine dair yemin etti ama sonra Allah, ‘İçinizden yardım sever ve zengin olanlar akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere artık bir şey vermeyeceğiz diye yemin etmesinler. Bağışlasınlar, hoş görsünler; Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir.’ [Nûr Suresi 24:22] ayeti indirdi” dedi. Bunu işiten Hz. Ebu Bekir (r.a.), “Tabii ki! Vallahi Allah’ın beni bağışlamasını elbette çok arzu ederim.” diyerek Mistah’a önceden yapmış olduğu yardımı aynen devam ettirdi.
-
Hudeybiye Vadisi’nde Baskın
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ve 1400 Sahabesi, Mekke’de umre yapmak üzere kuşandıkları yalın dini kıyafetleri içinde Mekke’nin kenar mahallelerine vardıktan sonra, Mekke’de Müslümanların onları yenilgiye uğratmak için gelmiş olduklarına dair haberler yayıldı. Enes İbni Malik (r.a.) şöyle nakletmektedir:
Seksen adam, Mekke’den Tan’eem tepesinden birdenbire Allah’ın Resulü’nün üzerine çullandı. Silahlıydılar ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Sahabelerine sürpriz bir şekilde saldırma peşinde idiler. Ancak Resûlullah (s.a.v) onları yakaladı ve [fidye almaksızın onları serbest bırakarak] canlarını bağışladı ve bunun hakkında Allah şu ayeti indirdi, “Mekke’nin göbeğinde size onları yenmeyi nasip ettikten sonra onların ellerini sizin üzerinizden, sizin ellerinizi de onların üzerinden çeken de O’dur.” [Fetih Suresi 48:24].
Burada Allah, bu olayda Müslümanlara iki büyük iyilik bahşettiğini kanıtlamaktadır. Bunlardan birincisi, saldırı onları korunmasız yakalamadan önce saldırının farkına varmalarıydı ve ikincisi, mahkûmları affetmesi ve serbest bırakması için Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) vahiy etmesiydi.
-
Kendisine Hakaret Eden Elçiyi Ağırlaması
Urve İbni Mes’ud (r.a.), hâlâ bir putperest iken Kureyş adına Hudeybiye Antlaşması’nın yapılmasına katılmıştır. Müzakerelerin ortasında, Sahabeler silahlarıyla onu tehdit etmesine rağmen, uzanıp Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) sakalını çekmek suretiyle Resûlullah’a (s.a.v) karşı küçümser biçimde davrandı. Ayrıca Kureyş’in dengi olmadığını söyleyerek Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) hakaret etti: “Ve onları yenebileceğini düşünmüyorum. Ve şayet savaş patlak verirse, Vallahi ben aranızda savaş anında firar edip seni terk edecek ahlakta insanlar arasından toplanmış haysiyetsiz kimseleri görüyorum.” Bu tür bir saygısızlığa ve Urve İbni Mes’ud’un Taif’te kendisine saldıran Sakif kabilesinden bir şef olduğu gerçeğine rağmen Resûlullah’a (s.a.v), bu elçinin kalışını onurlandırdı ve kaldığı sürece boyunca onu ağırladı.
-
Barış için İstekli Olması
Suhayl bin Amr (r.a.), Hudeybiye Antlaşmasını sonlandırmak üzere Kureyş tarafından gönderildi. Anlaşmada baskıcı çifte standartları talep etmeden önce bile Suhayl bin Amr, bu anlaşmanın Kureyş ve Allah’ın Resulü (s.a.v.) arasındaki bir anlaşma olarak belgelenmesine coşkuyla itiraz etti. Suhayl bin Amr şöyle dedi: “Eğer senin Allah’ın Resulü olduğuna inansaydık, seninle savaşmazdık!” ve “Allah’ın Resulü” unvanının silinmesi konusunda ısrar etti. Ali bin Abi Talib (r.a.), unvanın silinmesini reddetti fakat Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in(s.a.v.) amacı, Mekke’nin kutsal tapınağında kan dökülmesini önlemek olduğundan ve kendi şahsi gururunun onu Kureyş ile barış yapmaktan alıkoymasına izin vermeyerek bunu kabul etmeye mecbur kaldı. Aynı sebepten dolayı Resûlullah (s.a.v), daha büyük bir iyilik için İbni Süheyl’in kaçak bir mahkûm olan oğlu Ebu Cendel’i (r.a.) Mekke’ye geri göndermeyi istemeyerek kabul etti. Bu saf merhamet ve dindarlıktı, korkaklık değildi çünkü Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Hudeybiye’de Müslümanlara karşı Kureyş’in ilk elçisi olan Budeyl bin Verkâe’ye başlangıçta şöyle söylemişti, “Biz hiç kimseyle savaşmak için gelmedik! Biz sadece umre yapmak için geldik! Biliyoruz ki, Savaş Kureyş’i zayıflatmış, onlarda mecal bırakmamış, onlara büyük zarar vermiştir!” Bu hadisin ikinci bir aktarıcısı olan İbn Şihab Zuhrî, “Resûlullah (s.a.v), bunu yaptı çünkü [Hudeybiye’ye gelmesi üzerine], ‘Onlar bana Allah’ın mübarek kıldığı şeyleri yüceltecek bir teklifte bulunmayacaklar fakat onlar benden Allah’ın mübarek kıldığı şeyleri yüceltecek ne kadar müşkül istekte bulunurlarsa onu kabul edeceğim’ diye buyurmuştu.”
-
“Bunlar senin hakların”
Sakif kabilesi, Hayber Muharebesinden kısa bir süre önce iki Müslüman’ı kaçırdığında, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Müslüman mahkûmlarla takas etmek üzere Ukayl Oğulları kabilesinden Sakif kabilesinin müttefiki olan bir adamı yakalayabildi. Bu adam, “Ey Muhammed! beni neye dayanarak tutukladın?...Ey Muhammed! Ben bir Müslüman’ım… Ey Muhammed! Ben açım beni doyur, ben susuzum beni suya kandır.” diye bağırmayı sürdürdü. Devlet başkanına defalarca ilk adıyla hitap etmesine ve bıraktığı her seferinde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) musallat olmasına rağmen Allah’ın Resulü (s.a.v.), sorularını akıl almaz bir tevazu ile cevapladı ve taleplerine, “Bunlar senin hakların” diyerek karşılık verdi. Böylece bu, merhametinin çokluğu, düşmanlarının beşeriyetine olan saygısı ve onların sıkıntılarıyla nasıl empati kurduğu idi.
-
Sahabesinin Annesi
Ebu Hureyre’nin annesi (r.a.), İslam’ı kabul etmeden oğluyla birlikte Medine’ye göç etmiş gibi görünüyor çünkü Ebu Hureyre (r.a.) şöyle nakletmektedir: “Müşrike olan annemi İslâm’a çağırıyordum. Bir gün yine böyle davetimi yenilediğimde Allah’ın Resulü (s.a.v.) hakkında işitmeye katlanamayacağım şeyler söyledi. Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) yanına geldim, ağlıyordum ve ‘Ya Allah’ın Resulü’ dedim, ‘annemi İslâm’a davet ediyordum; yanaşmıyordu. Bugün de davet ettim. Senin aleyhinde hoşlanmadığım şeyler söyledi. Allah’a dua et, Ebû Hureyre’nin annesine hidayet versin.’ dedim. Allah’ın Resulü (s.a.v.), ‘Ya Allah’ım! Ebû Hureyre’nin anasını hidayete erdir’ diye dua buyurdu. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) niyazı ile sevinerek dışarı çıktım. Eve varıp kapıya yaklaşınca, baktım kapı kilitli. Annem ayak seslerimi duymuştu. ‘Ey Ebû Hureyre, yerinde dur’ dedi ve suyun sesini işitebildim. Biraz sonra annem yıkanmış, elbisesini giymiş, başını da örtmüş olarak kapıyı açtı ve: ‘Ebû Hureyre, şehadet ediyorum ki Allah’tan başka ibadete lâyık bir ilâh yoktur. Şehadet ediyorum ki Muhammed, Allah’ın elçisidir.’ dedi. Sevinçten ağlayarak Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) yanına vardım. ‘Müjde, Ya Resûlullah, Allah duanı kabul etti; Ebû Hureyre’nin annesini İslâm’a hidayet buyurdu.’ dedim. Resûlullah (s.a.v), Allah’a yalvardı, O’nu yere göğe sığdıramadı ve güzel kelimeler söyledi. Sonra ben, ‘Ya Resûlullah, Allah’a dua et de, beni ve annemi, erkek-kadın bütün mümin kullarına sevdirsin ve onları da bize sevdirsin.’ ricasında bulundum. Allah’ın Resulü (s.a.v.) de, “İlâhî! Bu kulcağızını ve anasını erkek-kadın her mümin kullarına sevdir, mümin kullarını da bunlara sevdir.” diye dua buyurdu. İşte, bunun için adımı duyan erkek-kadın her mümin beni görmese bile, beni sever.” Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.), Ebu Hureyre’nin annesinin hakaretlerinden haberdar olduğunu, ancak ona karşı herhangi bir harekette bulunmadığını dikkate almak gerekir. Bunun yerine, onun için Allah’a yalvardı. Ebu Hureyre’nin (r.a.) Medine’ye geç gelmesinden dolayı bu olay, Medine vatandaşları üzerinde inkâr edilemez güce sahip olduğunda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatının son üç yılında gerçekleşti.
-
“Şimdi seni [benden] kim kurtaracak?”
Hicretin 7. yılında meydana gelen Dhât ar-Riqâ’ Muharebesinden dönüşlerinde, Allah’ın Resulü (s.a.v.) ve Sahabeleri öğle güneşinden korunmak için gölge arayarak bir vadiye indiler ve dağıldılar. Allah’ın Resulü (s.a.v.), yapraklı bir ağacın altına kamp kurdu ve kılıcını ağaca astı. Ordu, bir süre uykuya daldı fakat sonra Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) onlara seslendiğini işittiler. Cabir bin Abdullah (r.a.), “Biz onun yanına geldik ve onun yanında bir Bedevi oturuyordu (Hâkim bu adamın adının Gavres bin Haris olduğunu ekliyor). Allah’ın Resulü (s.a.v.), “Şu Bedevî Arap ben uyurken yanıma gelmiş, kılıcımı alarak kınından çekmiş. Bu sırada hemen uyandım. Kılıç kınından sıyrılmış olarak bunun elinde idi. Bu halde bana, ‘Şimdi benden korkar mısın?’ diye sordu. Ben de, ‘Hayır, korkmam.’ dedim. Bana, ‘Şimdi benim elimden seni kim kurtaracak?’ dedi ben de, ‘Allah kurtarır’ dedim. Bunun üzerine adam kılıcı kınına geri soktu. Ve bakın işte şurada oturan adam odur.” dedi. Cabir bin Abdullah (r.a.), “Ve Allah’ın Resulü (s.a.v.), o adama ceza vermemişti” diye ekledi. Bir başka rivayete göre, Resûlullah (s.a.v.) cevabı üzerine kılıç adamın elinden düştü ve Allah’ın Resulü (s.a.v.) kılıcı eline alarak, “Şimdi seni [benden] kim kurtaracak?” buyurdu. Bedevi, “Affet beni, ben ettim sen etme.” diye cevap verdi. Resûlullah (s.a.v.), “Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik edecek misin?” diye sordu. Bedevi, “Hayır, Bunu yapmam. Fakat seninle savaşmayacağıma ve seninle savaşanlara taraf olmayacağıma söz veriyorum” dedi. Bunun üzerine Allah’ın Resulü (s.a.v.), onun gitmesine izin verdi ve böylece adam halkına gitti ve şöyle dedi, “İnsanların en iyisinin yanından geliyorum”. Buradaki çıkarım, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) onu affettiği ve din değiştirmeye zorlamadan gitmesine izin verdiğidir.
-
Güçlü Bir Mahkûm
Sümâme bin Üsal (r.a.), Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Sahabelerinin bir kısmına suikast yaptıran ve hatta Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kendisini öldürmek için komplo kuran Hanife Oğullarının başı idi. Öldürücü geçmişi ışığında Sümâme’nin öldürülmesine izin vermiş olmasına rağmen Sümâme’ye bir esir olarak muamelesi, Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) onun Müslüman olacağına ve Allah’ın affını kazanacağına dair umutlanmasının açık bir göstergesi idi. Sümâme yakalandıktan ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) mescidinin direklerine bağlandıktan sonra Allah’ın Resulü’nden (s.a.v.) büyük insaniyet ve misafirperverlik gördü, öyle ki Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kendi devesinden esir bulunduğu yere süt taşındı. Her gün Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) sabırla İslam’ı düşünmesini buyurdu, sonunda sahabelerine bu adamı serbest bırakmalarını emretti. Fakat bu olduğunda, Sümâme hemen mescidin yakınındaki bir hurmalığa giderek oradaki suyla boy abdesti aldı, sonra mescide girdi ve şöyle dedi: “Şehadet ediyorum ki Allah’tan başka ibadete lâyık bir ilâh yoktur ve şehadet ediyorum ki Muhammed, Allah’ın elçisidir Ey Muhammed! Vallahi yeryüzünden senin yüzünden daha fazla nefret ettiğim bir yüz yoktu. Fakat şimdi senin yüzün bana yüzlerin tümünden daha sevimli oldu. Vallahi senin dininden daha fazla nefret etiğim bir din yoktu. Fakat şimdi senin dinin bana dinlerin tümünden daha sevimli oldu. Vallahi senin memleketinden daha fazla nefret ettiğim bir memleket yoktu. Fakat şimdi senin memleketin bana memleketlerin tümünden daha sevimli oldu!”
-
Kureyş’i Tekrar Koruması
Sümâme, İslam’ı kucakladığında kendi halkına, Yemame kabilesine geri döndü ve halkı kısa zamanda onu takip ederek İslam’a girdiler. Bunun üzerine Kureyş’i boykot ettiler ve artık Kureyş’in ciddi ölçüde bel bağladığı buğdayı onlara göndermeyi reddettiler. Böyle bir yaptırım, Kureyş’in gücünü kurutmada bir hayli etkili olmuş olurdu fakat Allah’ın Resulü (s.a.v.), onlarla savaş halinde olmamasına rağmen düşman hatlarının arkasındaki masum insanlar için edişe ettiğinden onların adına araya girdi. Yemame kabilesi, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) emirlerini yerine getirerek, uzun yıllar Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) boykot eden şehri kurtarmak üzere Mekke ile sıradan ticaretine kaldığı yerden devam etti.
-
“Kalbini yarıp da baktın mı ki…”
7. hicri yılın Ramazan ayında Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Sahabelerinden oluşan bir müfrezeyi Galib halkına savaşmak üzere gönderdi ve bu savaş ile ilgili olarak Üsame bin Zeyd şu açıklamayı yaptı: “Ben ve Ensar’dan bir adam, düşmanlarımızdan birinin üzerine yürüdüğümüzde adam, ‘Lâ elâha illâ Allâh (Allah’tan başka ilah yoktur).’ dedi. Bunu işiten Ensar’dan adam hücumdan vazgeçti fakat ben mızrağımı saplayarak adamı öldürdüm. [Medine’ye] geri döndüğümüzde bu hâdise Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kulağına gidince bana: ‘Ey Üsâme! «Lâ ilâhe illallah» dedikten sonra adamı öldürdün öyle mi?’ buyurdu. Ben, ‘Ya Resûlullah! O, bu sözü sadece canını kurtarmak için söyledi.’ dedim. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) tekrar: «Lâ elâhe illa Allah» dedikten sonra adamı öldürdün öyle mi?’ buyurdu ve bu sözü o kadar çok tekrarladı ki, ben, ilk defa o günden önce İslâm’a girmiş olmamayı bile temenni ettim.” Al-Ameş’ın rivayetinde Resûlullah (s.a.v), Üsâme’yi “Kalbini yarıp da baktın mı ki, bu sebeple söyleyip söylemediğini bilesin?” diye azarlamıştır. Bu adamım büyük olasılıkla kendi postunu kurtarmak için Müslüman olması hiçbir fark yaratmadı. Bu kişinin, Zeyd bin Harise’nin (r.a.) oğlu Üsame bin Zeyd (r.a.) olması ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kendi torunları gibi yakın olması dolayısıyla hiçbir fark yaratmadı. Bunların hiçbiri, başkalarının dürüstlüğüne dair Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) hükmünde akıl almaz derecede müşfik olması nedeniyle önemli değildi.
-
Allah’ın Kılıcı
Bu, Uhud savaşındaki taarruzu arka planda yöneten ve birçok Müslüman’ı katleden askeri deha, Halid bin Velid’e (r.a.) takılmış bir isimdi. Fakat Müslümanların savaş alanında direncini dört yıl boyunca izledikten sonra, gerçekte görünmeyen güçlerin onları desteklediğine giderek daha fazla ikna oldu. Hicretin 7. yılında, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Mekke’deki umresini tamamladıktan sonra Halid’in teyzesi Meymûne bint Haris (r.a.) ile evlendi ve Halid’e onu İslam’a davet eden bir mektup gönderdi. Bu, Kureyş’in en başarılı generaline suikast yapmak için bir tuzak, bir dalavere olabilirdi fakat Halid, Resûlullah’ın (s.a.v) dürüstlüğünün neredeyse tartışılmaz olduğunu bildiğinden bu fikri reddetti. Halid, birkaç ay sonra İslam’ı kucaklamak için Medine’ye seyahat ettiğinde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), onu “ışıldayan bir gülümseme” ile karşıladı ve şöyle buyurdu: “Sana hidayet eden, doğru yolu gösteren Allah’a hamd olsun. Senin akıllı olduğunu biliyor, bunun, er ya da geç seni selâmet ve hayra ulaştıracağını umuyordum.” Halid, “ Ya Allah’ın Resulü (s.a.v.)! Sana karşı kaç savaşta bulunduğumu, inatla hakikate karşı koyduğumu sen gördün. Bu [günahlarımı] affetmesi için Allah’a dua et.” Resûlullah (s.a.v.) ellerini kaldırdı ve dua etti: “Allah’ım! İnsanları Senin yolundan çevirmek için şimdiye kadar işlediği günahlarını affet!”
-
İslam daha önce yapılanların hesabını sormaz
Amr bin Âs (r.a.), uzun süre İslam’a karşı savaşmış bir başka askeri komutandı ve Medine’de bulunan Allah’ın Resulü’nü (s.a.v.) Halid bin Velid ile beraber ziyaret etmek üzere yolculuk yaptı. İbni Şumâse, Amr bin Âs’yı (r.a.) ölüm döşeğinde ziyaret ettiğinde yüzünü duvara döndüğünü ve uzun süre gözyaşı döktüğünü bildirir. Oğlu, “Babacığım! Allah’ın Resulü (s.a.v.) seni filân şeyle müjdelemedi mi?...” diye sordu. Bunun üzerine Amr yüzünü [onlara] çevirerek, “Şüphesiz ki; ahret için hazırlamakta olduğumuz şeylerin en faziletlisi, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun Resulü olduğuna şahadet getirmektir. Şüphesiz ki [hayatımda] üç devir vardır. Bir zamanlar Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) benden fazla kin besleyen yoktu. Bir yolunu bulup onun hakkından gelmek ve öldürmek benim en çok arzu ettiğim şeydi. Şayet bu haldeyken ölseydim, mutlaka cehennemlik olurdum. Allah, gönlüme İslam sevgisini koyunca Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) gelerek, ‘Sağ elini uzat, sana biat edeceğim’ dedim. Fakat Resûlullah (s.a.v) elini uzatınca, ben elimi geri çektim. Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), ‘Ne oldu Ey Amr?’ diye sordu. Ben, ‘Şart koşmak istiyorum’ diye cevap verdim. Resûlullah (s.a.v), ‘Neyi şart koşacaksın?’ diye buyurdu. Ben, ‘Bağışlanmamı’ dedim. Resûlullah (s.a.v), ‘İslam’ın daha önceki günahları silip süpürdüğünü, hicret etmenin daha önceki günahları yok ettiğini, hacca gitmenin daha önce işlenen günahları ortadan kaldırdığını bilmiyor musun?’ buyurdu. Ondan sonra Allah’ın Resulü’nden (s.a.v.) daha sevgili biri yoktu. Gözümde ondan daha büyü biri mevcut değildi. Ona karşı duyduğum saygıdan dolayı kendisine doya doya bakamıyordum ve benden onu tavsif etmemi isteseler, yüzüne doya doya bakamadığım için bunu yapamazdım.”
-
Allah adaletli olanları sever
Hudeybiye Antlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle gerçekleşen ateşkes sırasında, Kuteyle bint Abdüluzzâ, kızı Esma bint Ebu Bekir’i (r.a.) Medine’de ziyaret etti. Esma şöyle nakletti: “Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanında annem [maddi yardımda bulunacağımdan] umutlu olarak yanıma geldi bunun üzerine Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ‘Kendisi ile bağlarımı sürdüreyim mi?’ diye sordum. Resûlullah (s.a.v), ‘Evet’ buyurdu.” Bu önemsiz gibi görünse de, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), düşman bir kabileden putperest bir kadına, Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) kızı ve Zübeyr bin Avvâm’ın (r.a.) karısı Esma (r.a.) için devletin iki üst düzey adamının evinde kalmak üzere izin veriyordu. Annesini eve kabul ederken tereddüt etmesinin sebebi, annesinin bu şahsiyetlerden herhangi birine suikast yapmasın ya da onlardan bazı hassas bilgileri toplamasın diye olabilir. Bu hadisin ikinci bir anlatıcısı olan Süfyân bin Uyeyne, Esma (r.a.) ile alakalı olarak Allah’ın aşağıdaki ayeti indirdiğini söylemektedir, “Allah, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlarla iyi ilişkiler içinde olmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz. Şüphesiz, Allah adaletli olanları elbette sever.” [Mümtehine Suresi 60:8]