Tıbbî Tedavi
Yukarıda zikredilen Kur'an ve Sünnet kaynaklarındaki delillere istinat eden islâmî anlayışa göre, tıbbî tedaviye başvurmak caizdir. Hatta, hastalık için tıbbi tedavi aramak, İslam hukukunun temel amaçlarından biri olan yaşamın korunmasına yardımcı olmaktadır. Bununla birlikte, hastaya göre değişen hastalık koşulları, bazı özel hükümleri zorunlu kılabilir.
İslam İşbirliği Teşkilatı'nın İslam Fıkıh Meclisi'ne göre, tıbbi tedaviye başvurulması vacip olan durumlar şunlardır:
- Doktorun, hastaya danışarak aldığı karara göre, tıbbi tedaviden kaçınmanın, hastaya ve / veya hastanın organlarından birine önemli bir zarar verebileceği durumlar. Bu kriteri karşılayan acil bir durum söz konusu olduğunda, tedavi için, hastanın veya vekilinin rızası gerekli değildir. Acil olmayan durumlarda hastanın veya vekilinin rızası gereklidir.
- Tıbbi tedaviden kaçınmanın hastayı uzun süreli olarak engelli kalmaya maruz bırakacağı durumlar.
- Doktorun kanaatine göre, hastanın hastalığının başkalarına bulaşabileceği ve kendisine ve / veya topluma önemli zararlar verebileceği durumlar.
Yukarıda belirtilen sonuçlar gerçekleşmese bile, tıbbî tedaviden kaçınmak vücudun zayıflamasına yol açacaksa, tıbbi tedaviye başvurulması menduptur (tavsiye edilir).
Yukarıda belirtilen şartlar oluşmadığında, tedavi caiz kabul edilir ve tedaviye izin verilir. Ancak, tedavidenden kaçınmanın daha uygun görüldüğü durumlarda tedavi caiz değildir, tedaviye izin verilmez.
Doktor tarafından hastanın menfaati göz önünde bulundurularak belirlenen karara göre, tedavi, hastalığın kendisinden daha zararlı olduğu düşünülen komplikasyonlara yol açabilecekse, tıbbi tedaviye başvurmak mekruhtur (haram olmasa bile çirkin kabul edilmiştir).
Yaşamı Destekleyen Müdehaleler
Sun'î Beslenme ve Nemlendirme
Yapay beslenmenin ve / veya nemlendirmenin başlatılması, yaşamı devam ettirme ve fiziksel gücü koruma umuduyla yapılan tıbbi işlemler olduğu için, müslüman hukukçular tarafından bir tıbbî tedavi yöntemi olarak kabul edilmektedir. Doktor, bu müdahalelerin risklerini ve faydalarını her bir hasta için ayrı ayrı tartmalıdır: Fonksiyonlarını geri kazanma umudu çok az olan bir hastada yapay beslenmeden elde edilen net kazanç, bu tedavinin muhtemel komplikasyonlardan kaynaklanan potansiyel kayıplara ağır basıyor mu? Örneğin, enteral (mide veya bağırsağa indirilen bir tüple) beslenme durumunda, besinlerin sindirim sistemi yoluyla iletilmesinin, fiziksel ve bağışıklık sistemine ait işlevleri koruduğu ve hastanın sepsis (kan zehirlenmesi) riskini azalttığı tespit edilmiştir. Bununla birlikte, bu tür bir yapay besleme, hastayı yeni metabolik, mekanik ve enfeksiyonel komplikasyonlara maruz bırakabilir. Böyle bir durumda, hastanın, tedaviyle ve hastalığın seyrini tahminle ilgili şahsî beklentileri göz önünde bulundurulmalıdır. Bir hastayı yapay beslenme türlerinden biri olan enteral yolla beslemek caizdir. Ancak, tüple beslenmenin potansiyel komplikasyonlarından daha muhtemel ve daha zararlı olabilecek açlık zararından korunmak için bu gibi durumlarda, hastayı enteral yolla beslemek, mendup (tavsiye edilen) veya vacip (zorunlu) olur. Alternatif olarak, hastalığın muhtemel seyri olumsuz tahmin edilen ve / veya tedavi edilemez bir hastalığa duçar olan hastalarda, enteral beslenme kararı hastanın hedeflerine bağlıdır. Ancak, yaşam sonu bakımındaki hastalara uygulanması düşünülen yapay beslenmenin faydaları, bu tedaviyi nadiren mendup (tavsiye edilen) veya vacip (zorunlu) hale getirebilir. Bu tedaviyi uygulamak caizdir ama, müdahalenin potansiyel zararlarının, tedavinin olası faydalarından daha ağır bastığı zamanlarda, bu tür hastalara tüple besleme tedavisi başlatmak mekruhtur (çirkin görülmüştür).
Tedaviyi Başlatmamak veya Başlattıktan Sonra Durdurmak
Yapay beslenme ve nemlendirme gibi yaşamı sürdüren müdehaleler, başlatıldıktan sonra farklı bir değerlendirmeye tabi tutulur. Tüple besleme örneğiyle devam edecek olursak, besinlerin enteral giriş yoluyla verilmesinin hastanın tedavisine veya normal beslenmesine katkı sağlayıp sağlamadığı konusunda görüş ayrılığı bulunmaktadır. Besinlerin önceden hazırlanmış olan bir tüp yoluyla dağıtılması, sistem zaten mevcut olduğundan ve sadece ağız için bir alternatif olarak düşünüldüğünden, bir kural ihlali olarak değerlendirilmemektedir. Bu nedenle, besinleri enteral olarak vermeye devam etmek, bazı uzmanlar tarafından hastayı normal bir şekilde beslemek gibi değerlendirilir. Ancak, halledilmesi gerken diğer bir mesele daha bulunmaktadır: Enteral beslenmenin içeriği, sıradan bir gıda değildir. Bilakis, bir laboratuarda şekillendirilmiş ve hasta için en uygun hale getirilmiştir. Bu, bazı alimlerin enteral beslenmenin sürekliliğini, tıbbi bir tedavi olarak kabul etmesine sebep olmaktadır. Tedavi olduğu düşünüldüğünde, iyileşme umudunun az olduğu veya hastalığın geri dönülmez aşamaya geldiği hastalarda yapay beslenmenin durdurulması caiz kabul edilir ve buna izin verilir. Ama, enteral beslenme normal bir beslenme şekli gibi kabul edilirse, tedaviyi durdurmak, hastanın açlıktan ölmesi şeklinde görüleceği için, enteral beslenmeyi geri çekmek haram olur. Bu nedenle, bu tür bir enteral tedavinin durdurulması, bu tedavinin başlatılması kararından daha girift bir sorun teşkil etmektedir. Bu yüzden, bu tür işlemleri başlatmadan önce hasta ile ve / veya hastanın vekili veya vasisi ile görüşmelerin önemine dikkat çekilmektedir.
Palyatif Bakım
Herhangi bir hastalığın tedavi edilemez boyuta ulaşmasına ya da insanı, güçten ve takatten yoksun bırakmasına bakılmaksızın, hastanın, kendi canına kıyıp intihar etmesi ya da çektiği acılardan kurtarabilmek için herhangi bir hastanın hayatına doktorun son vermesi, islâmî açıdan uygun değildir. Bu, büyük ölçüde, hayatın korunmasının İslam hukukunun temel amaçlarından biri olmasından ve müslümanların, Allah tarafından önceden belirlenmiş olan sabit bir hayat süresine (ecel) inanmaları gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Doktorlar da dahil olmak üzere insanlar, herhangi bir hastanın hastalığının doğal ilerleyişini % 100 bir netlikte kesin olarak bilemeyecekleri için, hastanın ızdırap ve acılarını hafifletmek adına onun intihar etmesine yardım etmeyi, islâmî açıdan haklı göstermek imkansızdır. Bilakis, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'in daha önce bahsettiğimiz ifadesinde olduğu gibi, tedavi aramaya teşvik edilmekteyiz: ''Tedavi olunuz. Çünkü Allah, çaresini de yaratmadığı hiç bir hastalığı yaratmamıştır.'' İntihar, Kur'an'daki bir ayetle haram kılınmıştır: ''Kendinizi [veya birbirinizi] öldürmeyin. Şüphesiz ki Allah, mü'minlere karşı çok merhametlidir.''
Palyatif bakım, iyileşmekten ümit kesilen, çok fazla ızdırap veren ve yan etkilerine tahammül edilmesi çok zor ilaçlar kullanılan bir hastalık karşısında, intihar veya ötanazi için bir alternatif sunmaktadır. Palyatif bakımın hedefi, bir hastalığın seyrini yapay olarak uzatıp kısaltmadan, acı ve ızdırapları en aza indirgemektir. Ağrının, solunum sıkıntısının ve depresyonun üstesinden gelmek için yapılan müdahaleler, ölümcül hastalığın düzgün bir şekilde yönetilmesinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Bilinç Bozuklukları
Önceden sağlıklı olan bireylerde akut travmatik tıbbi vakalara, tıpta çok sık rastlanmaktadır. Beyin ölümü ile normal yaşam arasındaki bir durumda olan hastanın bakımına nasıl devam edileceğine dair karar vermek zor da olsa, bu karar alınmalıdır. Bu karar, tedaviyi yapan doktora danışmak şartıyla, büyük ölçüde hastanın vekiline veya vasisine aittir. İslami hukuk açısından bakıldığında, cevabı aranan soru; bir hastanın normal hayatına devam etmesini sağlayamayan ama belirli bir süreyle kısıtlanmadan da yaşamasına izin veren ve yaşamı destekleyen müdahaleleri durdurmanın bir seçenek olup olmadığı sorusudur. Normal bir insanî yaşamı tanımlayan nitelikler, alimler tarafından izah edilmiştir ve bu nitelikler, karar alırken bize rehberlik edebilir. Hukukçular, yaşamı girdi-çıktı bileşimi olarak tanımlamaktadırlar. Girdi, hastanın kendisinin ve / veya çevresinin farkında olması ve söylenenleri anlayabilmesi ile ölçülebilir. Çıktı ise, kişinin, anlamlı eylem veya iletişimi ile kendini belli eden iradesidir. Eğer bu bileşenlerin ikisi de mevcut değilse, o zaman kişinin normal bir insan hayatı yaşadığı düşünülmez. Klasik İslam anlayışına göre hayat, normal insan hayatı ve bitkisel (yapay) hayat şeklinde bir ayrıma tabi tutulmamaktadır. Bu nedenle, ya girdiden ya da çıktıdan mahrum kalan bir hayat, müslüman hukukçular tarafından embriyonun ruh verilmeden önceki hayatı ile aynı seviyede kabul edilir. Öldürme kararları böyle bir durum için geçerli değildir. Çünkü bu, doğmuş olan normal bir insan hayatı değildir.
Bilinç bozuklukları üç seviyeye ayrılır: Koma, bitkisel hayat ve minimal bilinç hali. Koma ve bitkisel hayat halindeki hastalar, kendi kendine veya çevreye karşı bilinçli bir farkındalığa ve irâdî bir davranışa sahip değildirler. İkisi arasındaki fark, bitkisel hayatta uyku ve uyanıklık döngülerinin var olması, komada ise var olmamasıdır. Koma genellikle 2-4 hafta civarında sürer ve ya iyileşme görülür ya da bitkisel hayata veya ölüme evrilir. Bitkisel hayat bir ay veya daha uzun sürdüğünde ''kalıcı'' kabul edilir. Travmatik olmayan beyin hasarından sonra 3 ay, travmatik beyin hasarından sonra ise 12 ay devam eden bitkisel hayat ''kalıcı'' kabul edilir. Minimal bilinç hali, hastanın kendisinin ve / veya çevresinin bilincinde olmasının yanı sıra bir amaca yönelik, irâdî ve tekrarlanabilir davranışların varlığı ile karakterize edilir. Bu noktada bir hususu vurgulamakta fayda mülahaza ediyorum: Bilinç bozukluklarından kaynaklanan örnekler, hastadan hastaya büyük ölçüde değişmektedir ve akut evresine ulaşmış travmalarda, hastalığın seyrini tahmin etmek ve tanımlamak oldukça zordur.
Koma ve bitkisel hayat, girdi ve çıktıdan yoksun olduğu için normal ve sürdürülebilir insan yaşamına dair çok az kanıt göstermektedir. Bu nedenle, koma veya bitkisel hayat halindeki bir hastanın, uzmanlık eğitimi almış üç doktor tarafından (kalıcı bir bitkisel hayat gibi) geri dönüşü imkansız bir evreye ulaştığına kanaat getirilirse; fıkıhçıların çoğu bu hastanın yaşamını destekleyen uygulamaların durdurulmasını caiz kabul edip, buna izin verebilir. Minimal bilinç durumu, normal ve sürdürülebilir bir insan yaşamı olarak kabul edilir ve bu durum yaşamı sürdüren uygulamaları durdurup durdurmamayı değerlendirirken, normal tıbbi bir hastalığın tedavisi gibi kabul edilir. Bir minimal bilinç hali kendi başına, hastalığın kötüye gideceği tahmin edilen bir durum olarak kabul edilmez. Bununla birlikte, bir hastanın minimal bilinç hali ile bağlantılı olarak maruz kalabileceği tıbbi koşullar (örn., antibiyotiğe dirençli şiddetli bir enfeksiyon), hastanın genel iyileşme potansiyelini azaltabilir ve hastanın yaşamını sürdürmek için uygulanan önlemleri işlevsiz kılabilir. Burada da, yaşamı sürdürme tedbirlerinin durdurulması ile ilgili karar yine 3 uzman doktor tarafından alınmalıdır. Yaşam sürdürme tedbirlerinin durdurulmasının caiz olduğu (izin verildiği) durumlarda, bunun yapılması vacip (zorunlu) değildir. Bu durumlarda yaşam sürdürme tedbirlerini devam ettirme veya durdurma kararı, hastanın vekil veya vasisinin hastanın isteklerine ilişkin algısına dayanmalıdır. Bilinç bozukluklarında çok kritik öneme sahip meselelerden biri de doktorun, hasta vekilini veya vasisini, hastalığın ortaya çıkışı ve gelecekte nasıl bir seyir izleyeğine dair kanaatleri konusunda, mevcut göstergeleri esas alarak düzgün bir şekilde bilgilendirip eğitmesidir.
Beyin Ölümü
Tıbbî müdahalelerle ilgili fıkhî tartışmalarda devamlı karşılaşılan bir soru da, beyin ölümünün gerçek bir ölüm olup olmadığı sorusudur. Beyin ölümünün belirlenmesi konusu ile ilgili olarak, Amerikan Nöroloji Akademisi'nin benimsediği yönetmelikler, bilinç kaybının (düşük tansiyon, vücut sıcaklığının düşmesinden kaynaklanan bilinç kaybı [hipotermi], elektrolit [vücudun dengesini sağlayan mineraller] anormallikleri, sarhoş edici maddeler gibi) giderilebilir sebeplerden kaynaklanmadığı durumlarda, eğitimli hekimler tarafından gerçekleştirilen iki ayrı nörolojik muayeneyi içermektedir. Değerlendirme yapabilmek için, hastanın ağrılı uyaranlara cevap vermemesi, beyin sapı reflekslerinin olmaması ve solunum hareketinin bulunmaması dahil mutlak bir tepkisizlik halinde olması gerekir. Beyin ölümünü doğrulamak için bir elektroensefalografi (beyin dalgaları aktivitesinin elektriksel yöntemle izlenmesini ölçen yöntem / EEG), beyin anjiyografisi (damardan beyne iyotlu boya maddesi gönderilerek yapılan görüntüleme), transkranyal dopler ultrasonografi (beyin damar ultrasonu) ve beyin sintigrafisi (hastaya radyo aktif madde verilerek yapılan görüntüleme) dahil yardımcı testler kullanılabilir. Beyin ölümü gerçekleştiği kabul edilen bir insanda yaşamı destekleme önlemlerinin durdurulmasına izin verilmesine ilişkin ifadesinde, İslam Dünyası Ligi İslam Fıkıh Meclisi 1987'de şöyle bir karar almıştır:
Beyin işlevleri tamamen duran bir hastanın yaşam destek ünitelerini kapatmak, üç uzman doktordan oluşan bir heyetin, hastanın beyin işlevlerinin kalıcı olarak durduğuna ve geri getirelemeyeciğene dair karar vermesi şartıyla caizdir. Bu tür bir fetva, hastanın kalp ve solunum sistemlerinin yaşam destek sistemleri yardımıyla mekanik olarak çalışmaya devam ettiği durumlarda da geçerlidir. Bununla birlikte, tüm yaşam destek sistemleri kapatıldıktan sonra, kalbin ve solunumun tamamen durduğundan emin oluncaya kadar yasal ölüm ilanı beyan edilemez.
Bu açıklama, beyin ölümünü ölümle eşit kılmaz. Daha ziyade, yapay olarak sürdürülüp sürdürülmediklerini dikkate almaksızın, kan dolaşımı ve solunum sistemlerinin fonksiyonlarının sona ermesi halinde yasal ölüm ilanının beyan edilebileceğini ifade eder. Ayrıca, rutin beyin ölümü değerlendirmelerinde çoğu zaman dikkate alınmayan bir şartı da gündeme getirmektedir: Beyin ölümü gerçekleşen bir hastanın beyninin tamamının çalışmayı durdurması gerekmektedir. Doktorların uyguladıkları standart beyin ölümü testi, aynı şekilde, beynin geri kalanının canlılığını temsil ettiği düşünülen beyin sapı fonksiyonu için özel olarak uygulanır. EEG benzeri, şuurlu beyin faaliyetlerinin varlığını belirlemeye ve yaşamı destekleyen yeterli kan akışını ölçmek için, beynin, damarlarla ilgili işlevlerinin varlığını tespit etmeye yardımcı olan ve yukarıda da izah edilen özel test, beynin durumu hakkında, beyin ölümü testinden daha fazla bilgi sağlayacak ve müslüman hastanın ailesi tarafından talep edilebilecektir.
İleriye Dönük Tedavi Taslağı
Hasta şuurunu kaybetmeden önce, henüz aklı başındayken geleceğe yönelik bir tedavi talimat taslağı hazırlanır. Kendisine uygulanmasını istediği tedavi konusundaki talepleri içeren bu taslak hazırlanırken, hastanın kritik bir hastalık ya da iş göremezlik durumundan muzdarip olması gerekmektedir. Yukarıda ayrıntıları verilen yönetmeliklere uygun olduğu sürece, zor kararlar verme döneminde hastanın ailesi için karar vermeyi kolaylaştıracağından, müslümanların geleceğe yönelik tedavi talimatları taslağı hazırlaması tavsiye edilmektedir.
Hastanın kalbin atmaya devam etmesi durumunda, kardiyopulmoner resüsitasyon (kalp yetmezliği olan hastanın normal kalp atışını veya normal nefes almasını sağlamak için yapılan müdehale / CPR) yapılmasını isteyip istemediğini bildiren ''Hayata Döndürmeye Çalışmayın'' Do Not Resuscitate'' / DNR) emri, geleceğe yönelik tedavi talimat taslağının bir bölümünü oluşturur. CPR bir tıbbi tedavi şekli olarak kabul edilir. Vücut direnci zayıflamış olan ve hastalığı kötüye gideceği düşünülen bir hastanın kan dolaşım sisteminin işlevsiz hale gelmesi durumunda, islâmî anlayışa göre, geri döndürmeye yönelik müdehalelerin gerekli olmadığı düşünülmektedir. Böyle bir durumda, CPR'nin muhtemel zararları ve sınırlı faydaları, hastayı geri döndürmeye yönelik müdehaleyi başlatmayı ''mekruh / çirkin görülen'' seviyesine indirgeyebilir. Yapay beslenme ve nemlendirmenin başlatılmasına benzer şekilde, bu senaryoda da geri döndürme müdehalesinin potansiyel faydaları asgari seviyededir. 2009 yılında yapılan bir çalışma, 65 yaş ve üstü yetişkinlerin sadece % 18'inin hastane içinde yapılan CPR sonrasında hastaneden taburcu olduklarını göstermektedir. 2012 yılında yapılan bir çalışmaya göre, hastane dışında CPR uygulanan yetişkinlerin sadece % 2 ila 5'inin, olaydan bir ay sonra sıfır, asgarî veya orta derecede nörolojik sakatlık olarak tanımlanan iyi fonksiyonel sonuçlara sahip olduğu ortaya konmuştur. Bu nedenle CPR, hastanın kendi hastalık durumuyla ilişkilidir ve CPR'nin sonuçları hastanın hastalıktan önceki durumununa göre değişir. Daha öncesi itibariyle sağlıklı olan genç hastalarda CPR müdehalesinin olumlu sonuçlanma ihtimali daha yüksek olduğu için, bu hastalarda uygulanması genellikle teşvik edilir.