Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla…

Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) meşrutiyetini bozmak, tüm haberin doğruluğunu sorgulamaktır.  Onun döneminde, Mekkeliler ona, başka isimler arasında bir şair, bir sihirbaz ve bir deli diye hitap ediyordu. Bugün ona yapıştırılan başka yaftalarla hakaret ediliyor. Ama belki de, onun güçlü birliğini ve mesajının yayılmasını baltalamak için tasarlanan en kırıcı hakaret, düşmanlarının sadece zulümle yönetmek üzere onları terör vasıtasıyla yendiğinin söylenmesidir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatı, askeri kariyeri ve geleneklerinin tasvirleri, görevine ilişkin birçok hüküm için temel oluşturmaktadır. Bir bütün olarak İslam, Allah’ın Resulü’nün ve haberin hangi yorumuna uyduğuna bağlı olarak bu tasvirler aracılığıyla ya bir barış dini ya da bir savaş dini olarak görülmektedir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) girişimlerini eleştiren bazı modern eleştirmenler, hem İslamofobik kişilikleri hem de radikalleri dolduruşa getiren, süregelen üretilmiş medeniyetler çatışmasında İslam’ın inceliklerini sorgulamak istemektedirler. Michael Bonner şöyle kaydetmektedir, “Tarih yazıcılığı ve İslam’ın yükselişi ve cihadın kökenine dair bu modern tartışmaların birçoğu, Doğu üzerine çalışmalar yapan, genellikle oryantalistler olarak adlandırılan Avrupalı akademik uzmanlar arasında daha genel olarak on dokuzuncu yüzyılda ve yirminci yüzyılın başlarında başladı.  Bu iddiaların motivasyonunun bağlantısının, “sömürgeci projeye katılımları”ndan kesilemeyeceğini kaydederek devam etmektedir. 

Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kendisini, bir barbar olarak tasvir ederek, elbette müritlerinin de tabiatı gereği şiddet içeren, küresel hâkimiyet elde etmek için gerekli her türlü yolu kullanacak olan bir siyasi organ gibi muamele görmelidir. Tartışma götürmez şey, onlarca yıl süren zulmün ardından Hz. Muhammed’in (s.a.v.) eşi benzeri görülmemiş bir gücü kullanmayı başarmış olmasıdır. Onu herkesin çok iyi bildiği şekilde tarihteki en ilham veren insan olarak kabul eden Michael Hart, şöyle yazmaktadır:

Muhammed’in dünyadaki en ilham veren insanların listesinde başı çekmesi konusundaki seçimim, bazı okuyucuları şaşırtabilir ve başkaları tarafından sorgulanabilir, fakat hem dini hem de laik seviyede tarihte fevkalade başarılı olan tek erkek oydu.

Onun başarının peşinde ilerlerken ilkelerini feda edip etmediği sorusu, çeşitli politik bağlamlarda tutarlılığına ya da eksikliğine bu nedenle derinlemesine bir bakış gerektiren bir sorudur.

“Onun Kişiliği Kur’an-ı Kerim’di”

Bu, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) Hz. Ayşe (r.a.) tarafından yapılan betimlemeydi. O, öğütlediği her şeyi uyguladı. O (s.a.v.), haberin cisimleşmiş bir haliydi; lütuf, ahlak ve güzelliğe dair tüm ayetler, onun suretinde şekillendi. Allah, “Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav” [Fussilet Suresi 41:34] diye buyurduğunda, kişinin karşı karşıya kalabileceği, özellikle bize düşmanlık gösterenlerin ellerinde bulunan kötülüğün her şeklinin üstesinden nasıl geleceğimizi bulduğumuz şey, onun örneğinde yer almaktadır. “Kötülük” görecelidir ve o halde bu cevabıdır. Bu nedenle Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) karşı karşıya kaldığı her benzersiz durum, farklı bir cevap gerektiriyordu. Her durumda izlenen en yüce yolu benimsemesindeki tutarlılık, göze çarpan ve onu saygıdeğer yapan şeydir. İslamofobik kişilikler, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bizzat kendisinin Kur’an-ı Kerim’in yazarı olduğunu ileri sürmektedirler ve dolayısıyla onun gücü arttıkça Kur’an-ı Kerim daha az hoşgörülü hale gelmektedir. Müslümanlar, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Allah’ın kelamı olan Kur’an-ı Kerim’in cisimleşmiş hali olduğunu ve hem onun mahiyetinin hem de Kur’an-ı Kerim’in nesrinin rahmetlerinde tutarlı olduğunu ileri sürmektedirler. Muharebeye dair ayetler, yalnızca Medine sonrası dönemde indirildi çünkü muharebeler, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bir devlet başkanı rolünü üstlenene kadar gerçekleşmemişti. Yine de hoşgörünün en önemli ayetlerinden bazıları, “Dinde zorlama yoktur.” [Bakara Suresi 2:256] gibi ayet de Medine sonrası dönemde indirilmiştir.

Her İşte Bir Hayır Vardır

Karanlık bir kışın buz gibi soğuğunu hiç yaşamazsak, parlak bir yaz gününün sıcaklığının kıymetini bilmemiz asla pek olası değildir. ”

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) düşmanlarına nasıl cömertçe davrandığına,  onlarca yıllık saldırganlığa karşı nasıl merhametle karşılık verdiğine ve hakaret ve haksızlıkları nasıl hata yapmadan aştığına kendimizi kaptırdıkça, bir takım kesin idraklere varmaktayız. Bunların arasındaki İslamofobi ve bununla bağlantılı korku borazanlığının nasıl başlangıçta tamamen kötü, sonrasında hayırlı olduğu bulunmaktadır. Allah’ın Resulü (s.a.v.) hakkındaki insanları din değiştirmeyi zorlamak için şiddeti kullandığı  ya da ahlaksız bir fırsatçı olduğu  iddiaların şiddetli sağanağı, nihayetinde bizi onun kişiliğini bir daha yeniden keşfetmeye zorlamaktadır.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) biyografisinin tarafsız herhangi bir okuyucusu, onun hayatından alınan enstantanelerin hangilerinin onların betimlemeleri içinde aldatıcı olduğunu, hangilerinin onun düzgüsel teamüllerinin tasviri olduğunu ve hangilerinin kural dışı olduğunu çabucak keşfedecektir. Aslında kişi daha fazla okuduğunda, bu “kuraldışlılıkların” bile kişiliğindeki sıradan geçici kesintiler olmasından ziyade birçoğunun anlayamadığı üstün kişiliğinin ve evrensel merhametinin bir başka boyutu olduğunu fark eder.

Aşağıdaki sayfalar, okuyucunun bu yolculuğa başlamasına yardımcı olmakta; onları, Yüce Allah’ın “Ve seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” [Enbiyâ Suresi21:107] ve “Sen elbette üstün bir ahlâka sahipsin.” [Kalem Suresi 68:4] diye tasvir ettiği Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in  (s.a.v.) yüzeysel bilgilerin ve hileli örneklerinin üstüne çıkartmaktadır. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) nefret ve hakaretin üstesinden geldiği 70 olay derledik. Onu aşırı bir fırsatçı olarak göstermek isteyenler tarafından kuşanılmış üç ya da dört olayı ele almadan önce, siyasi ya da başka türlü ilişkilerini önceden koruyan ezici sayıda olayı aydınlığa kavuşturmak hayati önem taşımaktadır. Her olay, sözü kısa tutmak adına başka sözcüklerle anlatılmıştır ancak özgün rivayete yapılan atıflar, bu olaylardan daha fazla menfaat çıkartmayı dileyenler için kaynak malzeme olarak sunulmaktadır.

Birincil amaç, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) hakarete ve saldırıya uğradığında, nasıl sürekli olarak onurlu ve asil davranış sergilediği anlayışı için bir temel oluşturmaktır. Bu kuralın istisnası gibi görünen olayların doğru bir şekilde incelenebileceği, yalnızca bu geçmiş deneyimlerle ilgilidir. Bu derlemenin bir başka amacı, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) müritlerine,  hakarete uğradıklarında Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yaptığı gibi merhamet ve iyilik göstermeleri için ilham vermektir. Şüphesiz, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) müritlerine savrulan tüm zulüm ve bağnazlıklar, bugün onun katlandığı haince saldırıların yanında sönük kalmaktadır. Onun hakarete uğramış olması bizi nasıl üzüyorsa, olaylara onun mirasını hor görecek yollarla karşılık verdiğimizi görmek de onu (s.a.v.) üzerdi.

Mekke’de Geçen Zor Bir On Yıl

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bir kez İslam’ı resmen yaymaya başladığında, az sayıdaki müridi, inancın sadece ilan edilmesinin acımasız işkenceyle ve hatta idamla karşı karşıya kalmak anlamına geldiğini çabucak sezdiler. Bilâl bin Rabah (r.a.) ve Suheyb bin Sinan (r.a.) gibi köleler zincirlenip gün ortasında çöl sıcağında kavrulmaya terk edilirken, Hz. Ebu Bekir (r.a.) gibi Mekkeli soylular sınıfına mensup erkekler, sokaklarda bayılana kadar dövüldüler. Bu hususta verilen ilk şehit, leğen kemiğine bir mızrak sokularak öldürülen Hz. Sümeyye Hatun (r.a.) ve inancından vazgeçtiğini sözlü olarak yalandan söyleyene kadar – pek çokları gibi – ateşle işkence edilen oğlu Hz. Ammar bin Yasir’dir (r.a.). Hz. Ammar bin Yasir (r.a.), kızgın korların üzerine yatmaya ve kendi pişen etinin kokusunu koklamaya zorlandı ve bu hunharlığın birkaçı bu üzücü on yıl ilerledikçe sadece daha da arttı.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kendisine gelince, Kureyş’in putperestleri tarafından çektiği ıstırap insanlıktan uzaktı. Onu şeytan gibi göstermek için hiçbir fırsatı kaçırmadılar, kızlarını boşadılar ve sürgün ettiler ve üç yıl boyunca tüm kabilesini aç bıraktılar. Fiziksel saldırıya gelince, Ukbe bin Ebi Muayt, o halkın içinde dua ettiği zaman ona arkadan yaklaşarak boğmaya çalıştı, Amr bin Hişam, o namaz kılarken secdeye kapandığında deve bağırsaklarının onun üzerine boşaltılmasını emretti, Uteybe bin Ebu Leheb onun üzerine tükürdü ve diğerleri onu bayılana kadar dövdüler.

Zulüm döneminden birkaç önemli gözlem kaydedilebildi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), açıkça, Kureyş’in tekrarlanan kışkırtmalarının perde arkasına yönelik bir sebat politikası ve pasif tepki yönetti. Bu kışkırtmalar, Kureyş’in onun vaazlarını durdurmadaki başarısızlıktan dolayı amacına ulaşamadıkça şiddetini arttırdı; onun, içine korku aşılamak için yapılan tüm çabalara rağmen sürekli büyüyen hevesli ve kavrayışlı bir izleyici kitlesi vardı. Baba tarafından amcalarından biri olan Ebu Leheb, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) kendi kabilesine Kâbe yakınlarındaki Safa tepesinde – insanlara hitap etmek için yaygın olarak kullanılan bir yer –vaaz vermeye başladığı andan itibaren ona hakaretler yağdırmaya başladı. Bu olay, Müslümanları halk içinde, özellikle de Kâbe’de dua ederken gördüklerinde onlarla dalga geçilmesinin kural haline gelmesinin önünü açtı.

Yakın akrabanı da uyar. Sana uyan müminlere kol kanat ger. Şayet sana karşı gelirlerse de ki: ‘Ben sizin yaptıklarınızdan kesinlikle uzağım.’ Sen, O, mutlak güçlü ve engin merhamet sahibi olan, huzurunda durduğun ve secde edenler içinde halden hale girdiğin zaman seni gören Allah’a güvenip dayan. Her şeyi işiten, bilen O’dur.[Şuarâ Suresi 26:214-220]

Atalarının pagan dinini terk etmek üzere Müslüman olanları asi suçlular olarak gören Kureyş, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) dinleyebilecek herkesi engellemek için toplu çaba gösterdi. Bu, hem Mekke’nin içine hem de dışına yönelikti, Arap Yarımadası genelindeki insanlar Mekke’ye ibadet ve ticaret için uğradıkça onunla ve İslam’ın mesajıyla buluşmaya başladı. Seçkin bir Mekkeli ve son derece etkili bir işadamı olan Velîd bin Mugire, bir kabile önderleri konseyinde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) karşı bir karalama kampanyası başlattı. Onun sözlerinin, onu Kur’an-ı Kerim okurken duyanlar üzerindeki büyüleyici etkisine karşı halkı uyarmanın bir yolu olarak, içinde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) bir sihirbaz olarak suçlamak üzere bir plan tasarladı. Onu, insanları cezbeden ve onu takip etmeleri için yönlendiren bir yalancı, bir deli, şeytan tarafından ele geçirilmiş biri ve hatta bir şair olmakla suçlayan fazladan kışkırtma çabalarının tarihsel olayları, Kur’an-ı Kerim’de de kaydedilmektedir. 

O inkârcılar Kur’an’ı işittikleri zaman, seni gözleriyle devireceklermiş gibi bakar, ‘Şüphe yok o bir delidir.’ derler. [Kalem Suresi 68:51]

Şimdi bunlar da kendilerine aralarından bir uyarıcı gelmesine şaşıyorlar ve bu inkârcılar şöyle diyorlar: ‘Bu adam bir sihirbazdır, tam bir yalancıdır.’ [Sâd Suresi 38:6]

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), müritlerinin gözle görünen ıstırabından ve onları zarardan koruyamaması yüzünden acı çekti, aynı zamanda aralarında  kendi kabile üyelerinin birçoğunu içinde bulunduğu toplumu bütünüyle ikna edemediği için kahroldu. Buna rağmen, stratejisi kasıtlı bir strateji idi: insanları davet etmeye devam etmek, ahlak anlayışına hitap etmeyi ve gücün çok daha yıkıcı kullanımı üzerine imkân dâhilinde akıl yürütmeyi seçen bir strateji. Bir kabile topluluğunun gözünden bakıldığında, Kureyş’in kışkırtmalarının herhangi biri, müdahil olan kabileler arasındaki savaş için yeterli bir sebep olmuş olacaktı. Yine de, sadece büyük manevi ve ahlaki öngörüyle gerçekleştirilebilen, bu zamana kadar karşılaşılmamış bireysel ve toplu irade gücü, kanaat ve sebat görmekteyiz; bu öngörü, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.)  Mekke’de bu aşamada dikkatle inşa ettiği reform için bir önderlik stratejisinin temeliydi. Bu, kendisinin ve müritlerinin, bir savunma aracı olarak bile silah almak için ilahi iznin verilmediği bir zamanda ortaya çıktı. Müslümanlar, onlara karşı büyük ölçüde düşmanca tavır sergileyen bir şehirde yaşayan bir azınlık olduğundan savaş, bu yeni filizlenmeye başlayan topluluğun kurulma şansının yanı sıra Müslümanların saflarına katılmış olan az sayıda insanı yok etmiş olacaktı. Kureyş’in alışmış olduğu kabile sisteminin ışığında, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ve müritlerinin herhangi bir kabileye tek başına mensup olmadıkları ve aralarından birçoğunun en seçkin ve güçlü kabilelerin gençleri olduğu ve dolayısıyla koruma altında olduğu göz önüne alınırsa, Müslümanlara karşı kolay bir şekilde savaşa girmek kolay değildi. Daha doğrusu, ittifaklarının var olduğu kişilere karşı ve potansiyel olarak kendi aile üyelerine karşı bile bu aşamadaki girilecek bir savaş, pek çok kabile genelinde geniş kapsamlı katılımı gerektirmiş olacaktı. Sallabi’nin kaydettiği gibi, “Şimdiki halde, İslam, kabile sadakatinden kaynaklanan ters etkiler hiçbiri olmaksızın Kureyş’in tüm kabileleri boyunca yayıldı.”

Sonuçta Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Sahabeleri ile birlikte Medine’ye göç ederek bu zulümden kaçtı, ama eşsiz bir bağışlayıcılık mirası ve insanın düşmanları ile kurduğu saygın ilişkileri tarih sayfalarına bırakmadan daha önce değil… Aşağıda, şimdiye kadar insanlığın en parlak yaşamından sunulan bu olağanüstü örneklerden sadece birkaçı bulunmaktadır:

  1. Bırak da Melekler Cevap Versin

 Kureyş’in hakaretlerinin, göğsünü ıstırap ile sıkıştırdığını doğrulayan Kur’an-ı Kerim’e rağmen, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) asla kısasa kısas karşılık vermeye tenezzül etmedi. Aslında, hiçbir şekilde cevap vermeyerek kaçınılmaz olarak doğru olanı yaptı; bunun bir gün onların acımasız kalplerine nüfuz edeceğinden umutlu, Allah’ın aşağıdaki kesin emrini takip ederek, “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş!” [Fussilet Suresi 41:34]. Bir keresinde, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) en soylu Sahabelerinden olan Hz. Ebu Bekir (r.a.), ona hakaret eden bir kişiye cevap vermekten kaçındığında, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) sessizce gülümsedi.  Fakat Hz. Ebu Bekir (r.a.), sonunda sesini yükselttiğinde, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) öfkelendi ve oradan gitti. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) daha sonra şöyle açıkladı: “Senin yanında bir melek vardı, senin adına o adama cevap veriyordu. Ne zaman ki, sen de o adamın bazı söylediklerine cevap vermeye başladın işte o anda şeytan oraya girdi ve ben şeytanın bulunduğu ortamda durmam.” Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bu münasebetle insanlara, bir kişi onlara hakaret edenlerin seviyesine inmeye tenezzül ederse, şeytanın onları yollarından döndürmesine izin verdiğini öğretti. İslam maneviyatının temel ilkelerinden biri, duygularımızın ve davranışlarımızın, karar alma yetimizin ilahi emrin dışında yönlendirildiği noktada şeytan tarafından ele geçirilmesine izin vermemektir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), öfkelendiğimiz zaman hâkimiyetimizi kaybetmememize yardım etmek üzere şeytandan korunmak için Allah’a sığınmak, fiziksel konumlarımızı daha az çelişenlerle değiştirmek, abdest almak vb. gibi çeşitli yöntemler öğretti. Öfke içindeyken, hiçbir şeye ve hiç kimseye değil, kendi egomuza hizmet eden gururlu, şeytani yollarla tepki verme eğilimindeyiz. Haklı öfke gereklidir; ancak uygun bir şekilde oluşturulmadığında, ifade edilemez. Bu nedenle, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), iğrençliği, bayağılığı ya da asil karakterine yakışmayan herhangi bir şeyi kışkırtmak üzere düşmanları tarafından gerçekleştirilen herhangi bir girişiminin üstesinden geldi.

  1. Hakaret Ederken Yanlış Yönlendirilirler

Arwâ bint Harb (Ebu Leheb’in eşi, aynı zamanda Ümmü Cemil olarak da bilinir) onu incitmek ve aşağılamak için Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) takip eder ve onunla alay ederdi, “inkâr ettiğimiz Mudhammam (ayıplanan) ve onun iğrendiğimiz dini ve onun küçümsediğimiz emirleri (قلينا، ودينه أبينا، مذمم عصينا وأمر)!” Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), ona cevap vermek yerine Sahabelerine, “Allah’ın Kureyş’in beddua ve hakaretlerini benden nasıl başka yöne yönelttiğini görmüyor musunuz?” diye söyleyerek teselli bulurdu. “Onlar, ben Muhammed (Övülmüş Olan) iken, Mudhammam’a beddua ediyorlar ve Mudhammam’a hakaret ediyorlar!”  O durumu hızlı bir şekilde sakinleştirdi ve umut ışığını sezmenin imkânsız göründüğü bir anda iyimserlik buldu. İnsanların ona benzediğini iddia ettikleri karikatürler ve çizimlerin, gerçekte bizim sevgili Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ile alakalı olmadığını biz de görmeliyiz.

  1. Onların Rehberliği için Dua Etme ve İçlerindeki Gizli Gücü Kabul Etmesi

Amr bin Hişam (bilinen adıyla Ebû Cehil) en azılı düşmanıydı – kendi milletinin firavunu. Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) verdiği fiziksel ve duygusal yaralara rağmen ve onun Sahabelerinin kemiklerini kırmasına ve sonra onlara karşı yapılan savaşta ilk orduyu yönetmesine rağmen, ona yol göstermek, kılavuzluk etmek Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hala aklındaydı. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Mekke’de şöyle buyurdu: “Ey Allah, İslam’ı Amr bin Hişam ya da ‘Ömer bin Hattab’ ile güçlendir.” Ertesi sabah Ömer bin Hattab İslam’ı kucakladı. Amr bin Hişam, Müslümanların firavunu olmasına rağmen, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) onun için dua etmek için insaflı davrandı ve iyilik için imkân dâhilinde kullanılabilecek umut vadeden önderlik vasıflarını görmeye karar verdi.

  1. Onları İlahi Cezadan Esirgemesi

Kureyş daha da saldırgan bir hale geldiğinde, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “Ey “Ey Allah’ım, Peygamber Yusuf (a.s.)’un [yedi kıtlık yılı] gibi yedi yıllık bir [kıtlık] ile onları başımdan sav!” diye dua etti. Sonuç olarak onları, her türlü canlıyı yok eden, aşırı bitkinlikten ötürü duman görmeyi hayal ettikleri noktaya kadar hayvan derisi ve leş yemek zorunda bırakan Peygamber Yusuf (a.s.)’un zamanındaki gibi bir kıtlık yakaladı. Ebu Süfyan, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yanına gelerek, “Ey Muhammed, insanlara Allah’a itaat etmelerini ve akrabalarıyla iyi ilişkiler kurmalarını emret. Kabilenin insanları ölüyor, bu yüzden lütfen onlar için Allah’a dua et.” dedi. Nihayetinde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.), Duhân Suresi (Duman) indirildi ve onlar için niyaz etti. Birden bir bulut belirdi ve bereketli yağmurlar yağdırdı ve onlar akabinde fazla yağmurdan şikâyet ettiğinde, o yine onlar için niyaz etti. Ama ne zaman su verilmiş ve emniyette olduklarında, hemen reddedişe ve isyana döndüler.

  1. Hayatının En Kötü Günü’nde Merhamet Göstermesi

Hz. Ayşe’nin (r.a.) bir keresinde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.), “Uhud’un Gününden daha zor bir günle karşılaştın mı?” diye sorduğunu kaydedilmektedir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle cevap vermektedir;

Senin kabilenden gelen birçok zorlukla karşılaştım. Fakat onların bana Akabe günü reva gördükleri eziyet hepsinden daha ağırdı. Kendimi Abdi Kulâl’in oğlu İbn-i Abdi Yâliyl´e arz ettim (hayatımı korumasını istedim) dileğime cevap vermemiş, (aksine beni kavminin ayak takımına taşlatmıştı da ayaklarım kanlar içinde kalmıştı). Ben de kederli bir şekilde Mekke´ye doğru yola koyulmuştum. Bu üzüntü ve hayret içinde Karn-ı Seâlib (Karn-ı Menâzil) mevkiine varıncaya kadar kendime gelemedim. Başımı kaldırıp semaya baktığım vakit bir bulutun beni gölgelendirdiğini gördüm. Buluta baktığımda onun içinde Cebrail’i gördüm. Cebrail bana nida edip, ‘Ya Muhammed! Muhakkak ki Aziz ve Celil olan Allah kavminin sana dediklerini ve korumayı reddettiklerini işitti. Allah sana bu Dağlar Meleğini gönderdi. Bu meleğe kavmin hakkında ne dilersen emredebilirsin’ dedi. Bunun üzerine Dağlar Meleği bana nida edip selam verdi. Sonra, ‘Ya Muhammed!. Şimdi onlara ne yapmamı istersin? Eğer şu iki yalçın dağı Mekkeliler üzerine birbirine kapatıvermemi istersen emret (onları kapatıvereyim)’ dedi. Ona, ‘Hayır, ben Allah’ın bu müşriklerin sulbünden yalnız Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan (muvahhid) bir nesil çıkarmasını dilerim, dedim’ 

Diğer raporlarda, önderleri ile konuştuktan sonra Taif’te on gün geçirdiğini, çeteler toplanıp onu şehir dışına sürene kadar halkları İslam’a çağırdığı kaydedilmektedir. İki sıra halinde dizilip, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) içinden geçmeye zorlarken, müstehcen laflar savurdular ve mübarek ayakları kanlar içinde kalıncaya kadar taşa tuttular ve gelen taşlardan Hazreti Zeyd bint Harise’nin de kafası yarıldı.

  1. Önderinden Daha Fazla, Kabilede Umut Var

Tufeyl bin Amr ed-Devsi (r.a.) ilk defa Mekke’yi ziyaret ettiğinde, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından büyülenmekten korkuyordu ve hatta Kâbe’yi tavaf ederken kulaklarını pamukla tıkadı. Buna rağmen, kısa bir süre sonra İslam’ı kucakladı. Bu mesajı insanlara taşıdığında, her nasılsa insanlar ondan uzak durdular ve onu katı bir şekilde reddettiler. Hz. Ebu Hureyre (r.a.) şöyle kaydetmektedir: “Tufeyl bin Amr ed-Devsi’nin (r.a.) daha sonra Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yanına gelerek, ‘Ey Allah’ın Resulü! Devs kabilesi [senin çağrına] meydan okudu, onların aleyhinde Allah’a yakar, helâk olsunlar.” der. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), ‘Ya Rabbi! Devs halkına doğru yolu göster de, onları İslâm dinine [Müslüman olarak] getir.’ der.”. Neredeyse on yıl sonra, Tufeyl bin Amr ed-Devsi (r.a.), – artık Müslüman olan – seksen aile ile birlikte Medine’ye göç etti.

  1. Ona Eziyet Çektirenlerin Emanetlerini Koruması

Allah’ın Resulü (s.a.v.) Mekke’den göç ettiğinde, ona eziyet edenlere ait birçok özel eşyayı emanet olarak elinde tuttu. Bu kişiler, onun Sahabelerini sürgün etmiş ve işkenceye maruz bırakmış olsalar bile onun dürüstlüğüne hiçbir zaman gölge düşürmediler. Hz. Ayşe (r.a.) şöyle aktarmaktadır: “Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) insanlar için koruduğu tüm emanetlerini iade etmesi için Hz. Ali’ye (r.a.) Mekke’de geride kamasını emretti. Mekke’de peygamberimizin doğruluğunu ve eminliğini bilmeyen ve saklayamamaktan korktukları kıymetli eşyalarını Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) emanet etmeyen hiç kimse (hatta düşmanları bile) yoktu. Bu suretle, Hz. Ali (r.a.) Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) emanet edilen her şeyi teslim etmek için üç gün ve üç gece geride kaldı ve sonra görevini tamamladıktan sonra ona (s.a.v.) yetişti.”

  1. Çaresizlik İçinde Dürüstlük

Suraka bin Malik (r.a.), Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.)  Medine’ye göçü sırasında onu yakından takip eden ödül avcılarından biriydi. Suraka bin Malik (r.a.), izlerini takip edip onları yakaladığında, Allah’ın Resulü (s.a.v.), “Ey Allah’ım! Şu üzerimize gelen süvariye karşı dilediğin şeyle bize kâfi ol.” diye dua ederken, Hz. Ebu Bekir (r.a.), Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) için korkudan gözyaşı dökmeye başladı. Suraka bin Malik’in (r.a.) atının ön ayakları sıkı kumlara gömüldü o kadarki kum atın midesine kadar geldi. Suraka atından indi ve şöyle dedi: “Ya Muhammed! Bildim ki bu senin işindir. Dua et de Allah şu içinde bulunduğum durumdan beni kurtarsın. Üzerime borç olsun ki vallahi ben arkamdan gelenlere halinizi gizleyeceğim. İşte ok torbam. Bu oklardan bir ok al. Sen filan yerde bulunan develerimin ve davarlarımın yanına uğra. Onlardan neye ihtiyacın varsa al.” Allah’ın Resulü (s.a.v.), “Benim develere ve davarlara ihtiyacım yok.” diye buyurduktan sonra Suraka kurtulana kadar Allah’a yakardı ve halkına geri döndü.

Miras Medine’de Devam Ediyor

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), kendisini zulüm edenlerden korumak için diğer kabilelerden bilfiil ısrarla müritler istedi. Yathrib (başka bir deyişle Medine) halkı, ona cevap verdi ve hac mevsimi esnasında onunla Mekke’de gizlice buluştular. Bu toplantı sırasında yemin ettiler ve masum Mekkelilere gece saldırmayı bu toplantı sırasında önerdiler. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bunun yaymak istediği mesajına yakışmayacağını söyleyerek reddetti. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Mekke’deki egemen sınıfa karşı silahlanmayı reddetmesi, en sadık bazı müritlerini bile hayal kırıklığına uğrattı. İslam’ı kabul ettikleri için en şiddetli bir biçimde işkence görenlerin arasında yer alan Habbâb bin Eret şöyle anlatmaktadır:

Allah’ın Resulü (s.a.v.) Kâbe’nin gölgesinde örtüsüne bürünmüş otururken, yanına geldik ve uğradığımız zulüm için halimizden şikâyet ettik; “Bizim için yardım dilemeyecek misin? Allah’a bizim için dua buyurmaz mısın?” dedi: Hz. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sizden önceki ümmetler içerisinde bir adam onun için kazılmış hendeğin içine atılır ve bir testere başının saç ayırımına konur ve iki parçaya bölünürdü; yine de bu işkence o adamı dininden döndürmezdi. Bedeni demir tarakla taranır ve etleri kemiğinden ve sinirinden sıyrılırdı da bu işkence onu diniden döndürmezdi. Öyle ki, hayvanına binip San’a’dan Hadremut’a kadar tek başına giden bir kimse, Allah’tan başkasından korkmayacak, koyunları için de kurt saldırmasından başka bir şeyden endişe duymayacaktır. Fakat siz acele ediyorsunuz!”

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.), müritlerine onu desteklemeleri için herhangi bir maddi mükâfatı hiçbir zaman garanti etmediğini görmek ilginçtir. Onlara sadece ahiret yaşamının mükâfatlarını vaat etti. Onun yolundan gitmek için hiçbir dünyevi menfaatle karşılaşmamış çok az sayıdaki müritlerinden kazandığı sadakat o kadar güçlüydü ki, savaş alanını asla terk etmedikleri bilinir hale geldi.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Mekke’de yapılan zulümden kaçtı ve Medine şehrini yönetmek üzere davet edildi. Neredeyse bir gecede bir mülteciyken, bir şehrin valisi oldu ve stratejilerini bu doğrultuda belirledi.

Bu göç (hicret), Muhammed’in servetlerinde bir dönüm noktası ve İslami hareketin tarihinde yeni bir aşamaya işaret etti. İslam, Medine’de bir İslam toplumu devletinin kurulmasıyla siyasi bir şekil aldı. Hicretin önemi, İslami takvimin başlangıcı olarak kabul edilmesinde yansıtılır. Muhammed, Medine’de Allah’ın idaresi ve mesajını uygulama fırsatı buldu çünkü o artık, dini-politik bir topluluğun başı ve Peygamberiydi. Bunu, Medine’de önderliğini kurarak, Mekke’yi boyunduruk altına alarak ve Müslüman egemenliğini, Arabistan’ın geri kalanı boyunca diplomatik ve askeri yollarla birleştirmek suretiyle gerçekleştirdi. Muhammed, Medine’ye Müslüman ya da gayrimüslim fark gözetmeksizin tüm topluluk için hakem ya da hâkim olarak gelmişti. 

Bir intikam ve hoşgörüsüzlük politikasını harekete geçirmekten uzak, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), o ve onun müritleri Mekke’de maruz kalmış olduğu zalimliğe doğrudan karşı çıkmış bir merhamet sistemi uyguladı.

  1. Alay Etme Amaçlı İsim Takmaya Yönelmenin Reddedilişi

Abdullah bin Übeyy (bilinen adıyla İbn Selul), münafıkların reisi idi ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) otoritesini ve etkisini zayıflatmak için durmaksızın entrikalar çevirdi. Allah’ın Resulü (s.a.v.) geldikten kısa bir süre sonra İbn Selul’un da aralarında bulunduğu bir grubu geçip, onları İslam’a davet etmeye başladı. İbn Selul, “Evinizde kalın. Birisi mesajınızı duymak isterse, size geleceklerdir.” diye kaba bir şekilde karşılı verdi. Bir başka rivayette ise şöyle dedi: “Onu bizden uzaklaştırın. Vallahi onun eşeğinin pis kokusu bizi rahatsız ediyor.” Müslümanlar bu hakaretleri duyduklarında öfkelendiler ama Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), onların aynı şekilde karşılık vermelerini yasakladı. Daha sonra Sa’d Bin Ubade’ye (r.a.) şikâyet ederek şöyle dedi: “Ebû Hubab’ın ne dediğini işittin mi?” – kapalı kapılar ardında bile İbn Salul’a künyesi (saygı yakıştırması) ile hitap ederek! Sa’d Bin Ubade’ye (r.a.), Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) onu affetmesi için ısrar etti ve şöyle nakletti: “Bu belde halkı Medine’de kral olarak hüküm sürmesi için ona mücevherlerle donatılmış tacı yapmayı bitirmek üzereyken Allah seni gönderdi, fakat Allah başka türlü nasip etti ve onun hasetlikle öfkelenmesi bundandır.”  Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), onu affetti ve onu buna müteakip sayısız olayda da affetmeye devam etti.

  1. Allah Nezaketi Sever

Medine’de bir Yahudi kabilesinden bir grup insan, Hz. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) huzuruna vardı ve şöyle dedi: “As Sâmu ‘Alayk (Ölüm senin üzerine olsun). ” Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “ve sizin üzerinize oldun” buyurdu fakat Hz. Ayşe (r.a.) dayanamayarak, “Ölüm, Allah’ın laneti ve gazabı ile birlikte üzerinize olsun!” diye ekledi. Allah’ın Resulü (s.a.v.), “Ayşe, ağır ol! Allah her işte kolaylık ve yumuşaklık gösterilmesine memnun olur. Kırıcı ve kaba olmaktan sakın” diye buyurdu. Hz. Ayşe (r.a.), “onların ne söylediğini duymadın mı, ya Resûlullah?” deyince de: “Ben de ona ve aleyküm yani ölüm sizin üzerinize olsun dedim ne var ki benim onlara karşı niyazım kabul edilecekken onların bana karşı ettikleri niyaz kabul edilmeyecek”  buyurdu. Dikkat çekici bir biçimde, bir iktidar konumunda olmak bile onu aynı şekilde karşılık vermeye ya da aynı kelimeleri tekrarlamaya itmedi; hatta karısının kendisine hakaret edenlere sert tepki vermesine bile izin vermedi.

  1. Suistimal Edilmesi, Onu Allah’ın İnayetinde Yükseltir

Zeyd bin Sü’ne (r.a.), Medine’nin büyük bir Yahudi hahamıydı. Allah ona yol göstermeye niyet ettiğinde Zeyd, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) belli miktarda hurmayı belli zamanda teslim almak üzere seksen miskal (350 gram) altın borç vererek sınamak düşüncesindeydi. Ödemenin yapılmasından birkaç gün önce Zeyd, tüm büyük Sahabelerin önünde Allah’ın Resulü’nü (s.a.v.) örtüsünden yakalayarak yakasına yapıştı ve şöyle dedi: “Ey Muhammed, neden bana hakkımı ödemiyorsun?! Aileni iyi tanırım. Vallahi siz borçlarınızı asmaktan başka bir şey bilmezsiniz!”  Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bu saygısızlığından ötürü Zeyd’i öldürmekle tehdit eden öfkeli Ömer’e, “Ey Ömer! Buna ihtiyacımız yok… Al, bu adamı götür. Ona borcunu öde. Ayrıca onu korkuttuğun için de 20 sepet hurmayı fazladan ver.” buyurdu. Zeyd bin Sü’ne’i (r.a.) İslam’ı kucaklamaya ikna eden işte bu cevaptı. Zeyd, Hz. Ömer’e (r.a.), “Tek bir peygamberlik işareti yoktu, ben Hz. Peygamber’i (s.a.v.) inceledim. Takip ettim. Tevrat’ta yazılı olan bütün özelliklerin onda olduğunu gördüm. Ama iki özelliğini henüz görmemiştim. Bu özellikler her türlü cahilliğe karşı yumuşaklığının devam etmesi ve toleransını, affediciliğini yitirmemesiydi. Ben bu sıfatların da O’nda olduğunu açıkça gördüm. Ey Ömer! Şu andan itibaren Allah’ı Rab, İslam’ı din, Muhammed’i (s.a.v.) Peygamber olarak kabul ettim. Ben çok zenginim. Malım çoktur. Şahit olun ki malımın yarısını Muhammed’in (s.a.v.) ümmetine bağışlıyorum.” diye açıklama yaptı. 

  1. Kureyş’in Casus Askeri

Bedir yolunda Müslümanlar, Kureyş’in bir casus askerini yakalayabilmiş ve onu Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) getirmişlerdi. Sahabeler, bu adamı hayati bilgiler için sorguladıkları için hırpalamaya başladıklarında, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) namazını bitirmek için acele etti “Size karşı dürüst olduğunda bu adamı dövdünüz, size yalan söylediğinde bıraktınız.” buyurdu.  Bu kişi, her ne kadar muhalif bir orduya mensup olsa da ve işkence, düşmanın zayıf noktaları hakkında kritik bilgileri açığa çıkarabilse de, Resûlullah (s.a.v.) yine de müdahale etti. Bu suretle, İmam Malik (Allah’ın rahmeti üzerinde olsun), “Düşmanın zafiyet noktalarını ifşa edebileceği umulursa, bir esire işkence yapılabilir mi?” diye sorduğunda, O, “Böyle bir şeyi [sünnetimizde] hiç işitmedik.” diye buyurdu.

  1. Sözünü Tut

Bedir Muharebesi öncesinde, Huzeyfe bin Yeman (r.a.), ahlaki bir ikilemle Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yanına geldi. Kureyş, onu ve babasını, Kureyş’e karşı Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) yanında savaşmayacakları koşuluyla henüz serbest bırakmıştı. Müslüman ordusunun zarar görmüş olmasına ve kendilerinin üç katı büyüklüğünde bir orduyla yüzleşmek üzere olmasına rağmen, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “O zaman [Medine’ye] gidin. Onlara verdiğimiz sözü tutacağız ve onlara karşı Allah’tan yardım arayacağız.” buyurdu. Onun peygamberlik ahlakı, son derece hassas bir konumda iken bile ilkelerinden taviz vermesine izin vermedi.

  1. Ben onun dişlerini söktürerek ona işkence yaptıramam, Allah da beni aynı azaba uğratır

Bedir Muharebesini takiben Müslümanlar, bir Kureyş önderi ve lafını sakınmayan bir İslam muhalifi olan Suhayl ibn Amr’i savaş mahkûmlarının arasında buldular. Hz. Ömer (r.a.), bir intikam şansı koparacağından hoşnuttu ve “bir daha asla Allah’ın Resulü (s.a.v.) aleyhinde vazetmemesi için” Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’den (s.a.v.) Suhayl ibn Amr’in ön dişlerini sökmek için izin istedi. Ancak Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “Ben onun dişlerini söktürerek ona işkence yaptıramam, Allah da beni peygamber olduğum halde aynı azaba uğratır.” buyurdu.  Herhangi bir uluslar arası sözleşme ya da bildirinin imzalanmasından bin yılı aşkın zaman önce, Merhamet Peygamberi (s.a.v.), savaş mahkûmlarının insani muamele görmeye hakkı olduğunu ümmetine kabul ettirdi. Bu, Cenevre’deki sözleşmeyi imzalayan tarafların, mahkûmların insanca muamele görmesini tanımlamasından 1300 yıl önceydi. Bu geleneği, bugün cezaevlerindeki çoklu fiziksel ve psikolojik işkence yöntemleriyle karşılaştırın. Bundan başka Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), – bir peygamber dahi olsa –  hiçbir otoritenin, kendi gözetimi altındakilere işkence edildiği sebebiyle hesap verme sorumluluğundan kaçamayacağı ifadesiyle bunun altını çizmiştir.

  1. Bağışlayıcı İçgüdüler

Her ne kadar Hz. Ömer (r.a.) Bedir Muharebesinde esir düşenleri idam etmek için Resûlullah’a ısrar etse de ve vahyin Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bu savaş suçlularının canlarını bağışlama kararını doğrulamasından önce, Allah’ın Resulü (s.a.v.), bunun çok büyük iyilik olacağını varsayarak onların canlarını bağışlamaya meyilliydi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Bedir Muharebesinden sonra Sahabelerine “Esirlere hayırla muamele ediniz!” buyurmuştur. Bu, esirlerin özellikle kendisine suikast yapmaya amaçladıkları ve cesedini şarapla kutlamaya hazırlandıkları gerçeğine rağmen, böyleydi.

  1. Esirlerin Beslenmesi

Allah, “Onlar, kendileri sevip istedikleri halde yoksula, yetime ve esire de yemek verirler.” [İnsân Suresi 76:8] buyurmaktadır; burada Allah, mahkumları beslemenin O’na yakınlığın bir aracı olduğunu ve kişinin, birinin sevdiği bir yiyeceği – düşük kalitede olanı değil ya da önce kendi açlığını doyurduktan sonra değil – sağlamak zorunda olduğunu bildirmektedir. Hatta bize, bir kediyi evine hapseden ve ona hiç yemek ve su vermeyen bir kadının cehennemlikler arasına dâhil olduğu Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından bildirildi. Abdullah bin Abbas, “Bedir Muharebesi Gününde, Allah’ın Resulü (s.a.v.), esirleri onurlandırmamızı emretti ve böylece yemek vakti gelince biz hurma ile yetinirken esirlere ellerindeki en güzel yemeklerimizi verdik.” diye nakletti. Bedir Muharebesinde Müslümanlar tarafından esir edilen Mus’ab bin Umeyr’in pagan kardeşi Zurâra bin Umeyr (ayrıca Ebu Aziz olarak da bilinir) şöyle nakletti: “Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) emaneti dolayısıyla, onlar, sabah ve akşam yiyecekleri ekmeği bana veri­yorlar, kendileri sadece hurma yemek mecburiyetinde kalıyorlardı.” Anlaşılır biçimde Ebu Aziz, kendisine karşı yapılan bu beklenmedik muameleyi unutmadı ve bu, İslam’ı kucaklamak için verdiği nihai kararı etkilemiş olmalıdır.

  1. Esirlerin Giydirilmesi

“Esirleri Giydirilmesi” başlıklı bir bölümde, birinci görüş daha sahih olup, Sahih-i Buhari, bunu Câbir bin Abdullah’tan (r.a.) rivayet etmiştir. Cabir dedi ki: “Bedir gününde esirler getirildi. Abbas da üzerinde elbise (gömlek) olmadığı hâlde esirler arasında getirilince, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) onun için bir gömlek istedi. Abdullah bin Ubey’in gömleğinin ona uygun geldiğini gördüler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), o gömleği ona (Abbas’a) verdi.”  Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatında daha sonra, Hevazin’den gelen esirler için özel bir pelerin satın almak üzere Mekke’ye bir adam gönderdi.

  1. Fidye ile Hoşgörü

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) mahkûm durumundaki düşmanına özgürlük fırsatını bahşederken, onların ekonomik durumunu bile göz önünde bulundurdu. Ebu Veda ve Zurâra bin Umeyr gibi varlıklı mahkûmlardan tam 4.000 dirhem alırken daha fakir mahkûmlar 40 uqiyya (1,600 dirhem) ödedi. Hatta Muttalib bin Hantab, Ebu Izze (şair), Ebu’l As bin Rebi, ve Seyfi bint Ebu Rifaa gibi bazıları, hiçbir şekilde herhangi bir fidye ödemeden serbest bırakıldı.

  1. Özgürlüğün Artan Fırsatları

Abdullah bin Abbas (r.a.), “ Bedir Muharebesinde kendilerini fidye ödeyerek kurtarmak için hiç parası olmayan esirler vardı, bunun üzerine Allah’ın Resulü (s.a.v.), Ensar çocuklarına okuma-yazma öğretme karşılığında onları serbest bırakma kararı aldı.” diye nakletmiştir. Açıkça görülüyor ki, intikam ya da zenginlikler önünde eğilenler, ailelerine dönmek ve sapkın yollarını düzeltmek üzere suçlular için asla böylesine çeşitli yollar sunmazdı. Bundan başka, insanlara okuma yazma öğretmek için okuryazar esirleri serbest bırakma teamülünün eşi benzeri görülmemiştir. Bu, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bir aydınlanma ve ilerleme aracı olarak eğitime verdiği önemin ve mesajın altını çizmektedir.

  1. Mahkûm Mübadelesinin Tanıtılması

Çeşitli nedenlerden dolayı, Arabistan halkı nadiren mahkûm mübadelesi yaptı, fakat Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bu uygulamayı yaygınlaştırdı. Müslümanların, Sa’d bin an-Nu’mân bin Akâl’ın – bir savaş mahkûmundan ziyade sadece Mekke’de umre yaparken Abbâs tarafından kaçırılan masum bir adam olmasına rağmen – serbest bırakılması için Amr bin Ebu Süfyan’ı teslim ettiklerini belirtmek yeterlidir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), devam eden düşmanlıklara ibret olsun diye esirlerin sakat bırakıldığı uygulamayı, mahkûm mübadelesinin çok daha insancıl bir uygulaması ile değiştirdi.

  1. Esir Ailelerin Bir Arada Tutulması

Allah’ın Resulü (s.a.v.), esirlerin duygusal esenliğini bile önemsedi; bu suretle onları bir arada tutarak ebeveynleri ve çocuklara nasıl insanca muamele edileceğine dair ayrıntılı emirler verdi. Ebu Eyyûb (r.a.) Allah Resulü’nden (s.a.v.), “Kim anne ile çocuğunu birbirinden ayırırsa, Allah da Kıyamet günü onunla sevdiklerini birbirinden ayırır!” işittiğini nakletti.  Ebu Üseyd  (Abdullah bin Sabit) el-Ensari (r.a.), Bahreyn’den esirler getirdiğinde sıraya dizildiler. Allah’ın Resulü (s.a.v.), onları görmek için ayağa kalktı ve aralarında ağlayan bir kadın buldu. “Niçin ağlıyorsun?” diye sordu. Kadın, “Oğlum Abs Oğullarına satıldı” dedi. Bunun üzerine Allah’ın Resulü (s.a.v.), Ebu Üseyd’e “Hayvanına bin, git, kadının oğlunu al ve getir.” buyurdu. Ebu Üseyd çocuğu kurtarmak ve anne ile çocuğunu yeniden bir araya getirmek için derhal atına atladı. 

  1. Unutulmuş Hiçbir İyilik Yok

Bedir Muharebesinin ardından Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “Şayet, Mut’im İbn Adi hayatta olup da benden esirlerin bağışlanmasını isteseydi, fidye almadan hepsini serbest bırakırdım” buyurdu. İbn Adi, bir mümin değildi, fakat Haşim Oğullarını boykot etmek için Kureyş paktını yok etmeye yardım etmekle kalmadı aynı zamanda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) Taif dönüşünde sığınma hakkı verdi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), ihtiyaç duyduğu zaman kendisine yardım eden herkese, Peygamberlik görevini kabul etmeyi seçip seçmediklerine bakılmaksızın, sadakat ve şükran gösterdi.

  1. Kaynuka Oğulları ile Savaşın Bertaraf Edilmesi

Bedir Muharebesinden Medine’ye döndükten sonra, Kaynuka Oğulları kabilesi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Sahabelerini tehdit ederek, “Sen muharebe nedir bilmeyen kimselerle çarpışıp galip gelmene aldanıp güvenme! Eğer bizimle çarpışmaya kalkacak olsaydın, o zaman bizim gerçek savaşçılar olduğumuzu ve bizim gibi kimseyle karşılaşmadığını görürdün!” dediler.  Bu, Allah ve O’nun Resulü (s.a.v.) ile iki yıl boyunca alenen alay edilmesi ve Müslümanlar arasında düşmanlıkları kışkırtılmasından sonraki son sıkıntılardan biriydi. Bazıları, Kaynuka Oğullarına mensup bir zanaatkârın, Müslüman bir kadını pazar meydanında elbiselerini çıkarttığını, kadının çığlıklarını duyan bir Müslüman’ın adamın da bunun için adamı öldürdüğünü ve Kaynuka Oğulları da intikam amacıyla o Müslüman’ı yakalayıp öldürdüğünü bildirmektedir. Sonunda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), onlara karşı yürümeye karar verdiğinde, Abdullah bin Übeyy, onu zırhından tutarak ve bu seferi iptal etmesi için ısrar ederek onu fiilen bunu yapmaktan alıkoydu. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), çok öfkelendi ve İbn Ubeyy’e onu bırakmasını emretti, fakat o bırakmayacaktı. İbn Ubeyy, Kaynuka Oğullarının kendilerinin müttefiki olduklarını ve onlar olmadan savunmasız kalmaktan korktuğunu belirterek bağışlanmaları için ricada bulundu. Sonunda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “Onları senin için serbest bırakıyorum” buyurarak tüm kabile mensuplarının tamamının, zarar verilmeden ve silahları hariç her neye sahiplerse onlarla beraber, Medine’yi terk etmelerine izin verdi.

  1. Onlar sadece daha iyisini bilmiyorlar

Müslümanlara karşı yapılan ikinci büyük savaşta (Uhud Muharebesi) Kureyş’in ordusu, – bu kez Müslümanların 700 kişilik ordusuna karşı güçlü 3.000 kişilik bir ordu ile – Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) pusu kurmayı başardı. Resûlullah’ın ön dişi kırıldı, bedeni hırpalandı ve kan miğferinin yüzünü deldiği yerden aşağı doğru aktı. Her nasılsa, bir kez daha ellerinde kan kaybettikten sonra Allah’ın Resulü (s.a.v.), yüzünün kanını silerken, “Ey Allah’ım, ümmetimi affet, çünkü onlar bilmiyorlar!” diye dua etmek için kişiliğinin mukavemetine hala sahipti. Diğer rivayetlerde ise önce, “Kendilerini Allah’a çağıran Peygamberlerine bu zulmü reva gören, onu al kanlara boyayan bir kavim nasıl kurtuluşa erer?” diye serzenişte bulunduğu anlatılır. Sonra, Allah’a af dilemek üzere dua etmeden önce bir an sessiz kaldı. Uhud Muharebesinde uğranılan üzücü kayıplara ve yıllarca Kureyş’in akıl almaz işkencesine maruz kalmasına ve tanık olmasına rağmen Allah’ın Resulü (s.a.v.),  yüce gönüllülüğünü korudu. Ortalık yatışınca, Sahabeleri yanına geldiler ve “Ya Resûlallah! Müşriklere lânet et de, Allah onları kahretsin.” dediler. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “Ben lanetçi olarak değil, ancak rahmet olarak gönderildim” buyurdu. Kur’an-ı Kerim’in, İsrâiloğulları’ndan kâfir olanların, peygamberlerin diliyle lânetlendiğinden bahsetmesine rağmen  ve her ne kadar Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bazı davranışları lanetlemiş  ve başta Allah’tan zulme önderlik edenleri lanetlemesini istese de  onun örnek oluşturan tavrı, onu ve müritlerini mağdur edenler için bağışlanma aramaktı.

  1. İhaneti Affetmesi

Uhud Muharebesinden döndükten sonra, başlarına henüz gelen musibetten dolayı duyguları alevlenen Abdullah bin Übeyy bin Selül’ün idamını isteyen birçok Sahabe bulunmaktaydı. Bütün olan bitenden sonra Abdullah bin Übeyy bin Selül, ordunun üçte birini geri alıp, “Muhammed, [üzerlerine yürümek isteyen] onlara uydu, [Medine içinden savaşmayı isteyen] bana karşı geldi. Benim düşüncelerimi hiçe saydı. Bilemiyorum, gidip de kendimizi ne uğruna öldürteceğiz?!” diyerek muharebeden hemen önce onları terk etmişti. Allah’ın Resulü (s.a.v.), Muhammed’in kendi müritlerini öldürdüğü söylentileri yayılmasın diye ve bazı münafıkların hayatlarını daha iyi bir yola koymasını umarak İbn Selül’ü bu ihanet suçundan dolayı idam ettirmedi. 

  1. Allah, Ona Suikast Girişimini bildirdi.

Bir gece Safvan Bin Ümeyye ile birlikte Kâbe’de otururken ve Bedir Muharebesinde Müslümanlar tarafından öldürülenler ya da esir edilenler için ağıt yakarken Umeyr, borçları olmasa, çoluk çocuğumu geçindirmek düşüncesi bulunmasa, Medine’ye varıp, Muhammed’i (s.a.v.) öldüreceğine yemin etti. Safvan Bin Ümeyye, bütün borçlarını ödeyeceğine ve ailesine bakacağına yemin etti ve böylece Umeyr, kılıcını bileyip zehirledikten sonra devesine binip Medine’nin yolunu tuttu. Hz. Ömer (r.a.) ve Sahabeleri Umeyr’in niyetinden şüphe ettiler fakat Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), onun girmesine izin vermelerini buyurdu. Umeyr, esirler arasında bir akrabası olduğu için geldiğini iddia ettiğinde Allah’ın Resulü (s.a.v.), dürüst olması için onu azarladı ve taşıdığı kılıcın başka bir hikâye anlattığına işaret etti. Umeyr, kendi hikâyesini sürdürdü, bunun üzerine Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ona Safvan ile yaptığı gizli konuşmanın ayrıntılarını bildirdi ve sonra Allah’ın bu görevin başarıya ulaşmasından onu koruyacak olduğunu anlattı. Umeyr sonra, onun (s.a.v.) Allah’ın Resulü olduğuna ve Allah’tan başka kimsenin bu haberi ona getiremeyeceğine şahadet etti. 

  1. Bir Büyücüyü Affetmesi

Lebid bin el-Asam, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) hizmet eden ve kendi kabile fertleri tarafından Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) büyü yapması için para ile tutulan genç bir adamdı. Altı ay boyunca Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) güçsüzleşti ve bu büyülerle zihinsel olarak yoruldu (gerçi bu sadece dünyevi uğraşlarını etkiledi). Lebid bin el-Asam açığa çıktığında ve onu idam etmek için izin arandığında, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), s.

  1. Mübarek Bir Kadın

 Mustalik Oğulları ile yapılan savaştan sonra, Mustalik Oğullarının önderinin kızı olan Cüveyriye bint Haris, Allah’ın Resulü (s.a.v.) tarafından satın alındı ve Sabit bin Kays’ın (r.a.) elinden kurtarıldı. Daha sonra Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) onunla evlendi ve sonuç olarak Müslümanlar Mustalik Oğullarından yüz adamı – İslam’ı kabul edenlerin hepsi – serbest bıraktırdılar. Sahabeleri, “Bunlar [artık] Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) zevcesinin aileleridir!” dediler. Şüphesiz, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bu soylu kadınla evlenmesinin Sahabelerinin onun halkını serbest bırakmaya ikna edeceğini biliyordu ve bunu aynı zamanda Cüveyriye’de (r.a.) biliyordu. Bu nedenle Hz. Ayşe (r.a.), ondan övgüyle söz etti ve “Ben, kavmi için Cüveyriye’den daha hayırlı, daha mübarek bir kadın bilmiyorum!” dedi.

  1. Bir Darbe Denemesi

Mustalik Oğulları seferi sırasında Abdullah bin Übeyy, “Hele Medine’ye dönelim, o zaman aramızdan yüce olan [kendisine atıfta bulunarak] aşağılanmış olanı [Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) atıfta bulunarak] oradan çıkaracak!” [Münâfikûn Suresi 63:8] diye yemin etmişti. Bunun haberi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ulaştı ve Hz. Ömer (r.a.), “ Ey Allah’ın Resulü (s.a.v.) izin ver bu münafığın boynunu vurayım.” demesi üzerine Resûlullah (s.a.v), “Bırak onu! Ta ki insanlar, Muhammed ashabını öldürüyor demesinler.” buyurdu. Gerçekte, kendi oğlu bu hakareti duydu ve öne çıkarak, “Babamla aranızda geçen hadiseyi işittim. Onu öldürmek istediğinizi haber aldım. Eğer bu işi muhakkak yapacaksanız, bana emir buyurunuz, şu anda gidip başını huzurunuza getireyim. (Onun öldürülmesini başkasına havale ederseniz, ihtimal ki, o adama karşı nefsimde bir düşmanlık meydana gelir)” dedi. Resûlullah (s.a.v), “Hayır, ona karşı yumuşak davranırız. Aramızda yaşadıkça iyi arkadaşlık yaparız.” buyurdu.

  1. “Bırakın Serinlesinler”

Kurayza Oğullarının kabilesi, yeni filizlenen Müslüman toplumun her izini ortadan kaldırmak üzere Kureyş ve Gatafan’ı Medine’ye getirmek için komplo kurarak, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ile olan anlaşmasında hile yapmıştı. İstilacılar, Müslümanların hendeklerinde tuzağa düştükleri ve açlık çektikleri Medine’yi bir ay süren kuşatma altına aldıktan sonra Allah, müttefiklerin birbirlerinden şüphelenmemelerini ve kuşatmaya devam etmek üzere heveslerini kaybetmemelerini nasip etti. Yok edilmenin eşiğine gelmiş bu yeni filizlenen topluluğuna rağmen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bu ihanete bir intikam arzusu ile karşılık vermedi. Müslüman ordusunun Kurayza Oğullarının evlerine doğru hücum etmesinden sonra Allah’ın Resulü (s.a.v.), bu düşman kabilenin cezalarını belirlemek üzere kendi müttefikini (Sa’d bin Muâz) seçmesine izin vermekle kalmadı aynı zamanda Kurayza Oğullarının esirlerinin güneşin altında beklediğini görmesi üzerine Sahabelerine, “Onların üzerinde güneşin sıcağıyla zırhlarının sıcağını birleştirmeyin. Onlara gölgelik ve su verin, böylece biraz serinleyebilirler.” buyurdu.

  1.  “Onların Sana Verdikleri Ezaya Aldırma”

Allah, evlat edinmenin yaygın uygulamasını ve soylarını korumaktaki başarısızlıklarını sona erdirmek istedi. Ancak bu gelenekler Arap kültüründe öylesine kök salmıştı ki, buna karşı çıkılması, yanılmaz ve eleştirilerin üzerinde olduğundan, sadece Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kendisi tarafından gerçekleşirdi. Bu nedenle Allah, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) evlat edindiği oğlu Zeyd bin Harise’ye gerçek baba adının dışında başka bir isimle (eskiden Zayd bin Muhammad olarak hitap ediliyordu) hitap etmekten vazgeçmesini buyurdu. Fakat evlat edinilmiş bir çocuğun kendi soyunu sürdürdüğünü tartışmasız bir biçimde ortaya koymak için Allah daha sonra Resûlullah’a (s.a.v), Zeyd karısından boşandığında, Zeyd’in karısıyla evlenmesini buyurdu (aynı zamanda Ahzâb Suresinde de bulunmaktadır). Elbette münafıklar, gelini ile evlenen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) şehvet düşkünü bir adam olmakla ve insanlara oğullarının eşleriyle evlenmelerini yasaklayan ama kendisi evlenen bir sahtekâr olmakla suçlamak için bu fırsatın üzerine atladılar. Bu masum bir hakaret değildi ama yinede Medine’deki yeni devlet başkanını devirecek yeterli çoğunluğunu harekete geçirmek için gerçekleştirilen bir başka girişimdi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), onları cezalandırmadı, daha ziyade onları tamamen görmezden geldi ve Allah’ın ona emrettiği gibi meseleyi Allah’a havale etti. “İnkârcılara ve ikiyüzlülere kulak asma, onların sana verdikleri eziyete aldırma. Allah’a dayan ve güven, güvenmek için Allah yeter.” [Ahzâb Suresi 33:48]. Bu, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) göçünden aşağı yukarı dört ila beş yıl sonra iyi bir şekilde anlaşıldığı ve ona hakaret edenleri kolayca cezalandırabileceği bir zamandı. Ancak Kur’an-ı Kerim, Mekke’de yaptığı gibi onları görmezden gelmesini emretti.

  1. “Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz?”

Mistah, Hz. Ayşe’ye (r.a.) iftira atma gafletinde bulunanların aralarındaydı. Mustalik Oğulları seferinin dönüşünü takiben Abdullah bin Übeyy, Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) karısının zina suçu işlediği söylentilerini yaymaya başladı. Müslüman topluluğunda bir ay süren bir şüphe çilesi ve gerilimlerden sonra Allah, bazı müminlerin bu asılsız hikâyeye inanmaya ve bunu yaymaya başlamış olmasından önce değil ama sonunda, bu yalanın arkasındaki elebaşlarını açığa çıkaran Nûr Suresi’ndeki ayetleri indirdi. Mistah (r.a.), bu suçlamayı tekrarlama hatasına düşen gerçek inananlardan biriydi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), karısına iftira atan bu adamı en nihayetinde affetmekle kalmadı, hatta bu adamı boykot ettiği için karısının babası olan Hz. Ebu Bekir’i (r.a.) de azarladı, özellikle Hz. Ebu Bekir’e (r.a.) bağlı olduğundan ve ondan yardım aldığından beri… Hz. Ayşe (r.a.), “Ebu Bekir bir daha Mistah’a yardım etmeyeceğine dair yemin etti ama sonra Allah, ‘İçinizden yardım sever ve zengin olanlar akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere artık bir şey vermeyeceğiz diye yemin etmesinler. Bağışlasınlar, hoş görsünler; Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir.’ [Nûr Suresi 24:22] ayeti indirdi” dedi. Bunu işiten Hz. Ebu Bekir (r.a.), “Tabii ki! Vallahi Allah’ın beni bağışlamasını elbette çok arzu ederim.” diyerek Mistah’a önceden yapmış olduğu yardımı aynen devam ettirdi.

  1. Hudeybiye Vadisi’nde Baskın

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ve 1400 Sahabesi, Mekke’de umre yapmak üzere kuşandıkları yalın dini kıyafetleri içinde Mekke’nin kenar mahallelerine vardıktan sonra, Mekke’de Müslümanların onları yenilgiye uğratmak için gelmiş olduklarına dair haberler yayıldı. Enes İbni Malik (r.a.) şöyle nakletmektedir:

Seksen adam, Mekke’den Tan’eem tepesinden birdenbire Allah’ın Resulü’nün üzerine çullandı. Silahlıydılar ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Sahabelerine sürpriz bir şekilde saldırma peşinde idiler. Ancak Resûlullah (s.a.v) onları yakaladı ve [fidye almaksızın onları serbest bırakarak] canlarını bağışladı ve bunun hakkında Allah şu ayeti indirdi, “Mekke’nin göbeğinde size onları yenmeyi nasip ettikten sonra onların ellerini sizin üzerinizden, sizin ellerinizi de onların üzerinden çeken de O’dur.” [Fetih Suresi 48:24].

Burada Allah, bu olayda Müslümanlara iki büyük iyilik bahşettiğini kanıtlamaktadır. Bunlardan birincisi, saldırı onları korunmasız yakalamadan önce saldırının farkına varmalarıydı ve ikincisi, mahkûmları affetmesi ve serbest bırakması için Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) vahiy etmesiydi.

  1. Kendisine Hakaret Eden Elçiyi Ağırlaması

Urve İbni Mes’ud (r.a.), hâlâ bir putperest iken Kureyş adına Hudeybiye Antlaşması’nın yapılmasına katılmıştır. Müzakerelerin ortasında, Sahabeler silahlarıyla onu tehdit etmesine rağmen, uzanıp Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) sakalını çekmek suretiyle Resûlullah’a (s.a.v) karşı küçümser biçimde davrandı. Ayrıca Kureyş’in dengi olmadığını söyleyerek Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) hakaret etti: “Ve onları yenebileceğini düşünmüyorum. Ve şayet savaş patlak verirse, Vallahi ben aranızda savaş anında firar edip seni terk edecek ahlakta insanlar arasından toplanmış haysiyetsiz kimseleri görüyorum.” Bu tür bir saygısızlığa ve Urve İbni Mes’ud’un Taif’te kendisine saldıran Sakif kabilesinden bir şef olduğu gerçeğine rağmen Resûlullah’a (s.a.v), bu elçinin kalışını onurlandırdı ve kaldığı sürece boyunca onu ağırladı.

  1. Barış için İstekli Olması

Suhayl bin Amr (r.a.), Hudeybiye Antlaşmasını sonlandırmak üzere Kureyş tarafından gönderildi. Anlaşmada baskıcı çifte standartları talep etmeden önce bile Suhayl bin Amr, bu anlaşmanın Kureyş ve Allah’ın Resulü (s.a.v.) arasındaki bir anlaşma olarak belgelenmesine coşkuyla itiraz etti. Suhayl bin Amr şöyle dedi: “Eğer senin Allah’ın Resulü olduğuna inansaydık, seninle savaşmazdık!” ve “Allah’ın Resulü” unvanının silinmesi konusunda ısrar etti. Ali bin Abi Talib (r.a.), unvanın silinmesini reddetti fakat Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in(s.a.v.) amacı, Mekke’nin kutsal tapınağında kan dökülmesini önlemek olduğundan ve kendi şahsi gururunun onu Kureyş ile barış yapmaktan alıkoymasına izin vermeyerek bunu kabul etmeye mecbur kaldı. Aynı sebepten dolayı Resûlullah (s.a.v), daha büyük bir iyilik için İbni Süheyl’in kaçak bir mahkûm olan oğlu Ebu Cendel’i (r.a.) Mekke’ye geri göndermeyi istemeyerek kabul etti. Bu saf merhamet ve dindarlıktı, korkaklık değildi çünkü Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.),  Hudeybiye’de Müslümanlara karşı Kureyş’in ilk elçisi olan Budeyl bin Verkâe’ye başlangıçta şöyle söylemişti, “Biz hiç kimseyle savaşmak için gelmedik! Biz sadece umre yapmak için geldik! Biliyoruz ki, Savaş Kureyş’i zayıflatmış, onlarda mecal bırakmamış, onlara büyük zarar vermiştir!” Bu hadisin ikinci bir aktarıcısı olan İbn Şihab Zuhrî, “Resûlullah (s.a.v), bunu yaptı çünkü [Hudeybiye’ye gelmesi üzerine], ‘Onlar bana Allah’ın mübarek kıldığı şeyleri yüceltecek bir teklifte bulunmayacaklar fakat onlar benden Allah’ın mübarek kıldığı şeyleri yüceltecek ne kadar müşkül istekte bulunurlarsa onu kabul edeceğim’ diye buyurmuştu.”

  1. “Bunlar senin hakların”

Sakif kabilesi, Hayber Muharebesinden kısa bir süre önce iki Müslüman’ı kaçırdığında, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Müslüman mahkûmlarla takas etmek üzere Ukayl Oğulları kabilesinden Sakif kabilesinin müttefiki olan bir adamı yakalayabildi. Bu adam, “Ey Muhammed! beni neye dayanarak tutukladın?...Ey Muhammed! Ben bir Müslüman’ım… Ey Muhammed! Ben açım beni doyur, ben susuzum beni suya kandır.” diye bağırmayı sürdürdü. Devlet başkanına defalarca ilk adıyla hitap etmesine ve bıraktığı her seferinde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) musallat olmasına rağmen Allah’ın Resulü (s.a.v.), sorularını akıl almaz bir tevazu ile cevapladı ve taleplerine, “Bunlar senin hakların” diyerek karşılık verdi. Böylece bu, merhametinin çokluğu, düşmanlarının beşeriyetine olan saygısı ve onların sıkıntılarıyla nasıl empati kurduğu idi.

  1. Sahabesinin Annesi

Ebu Hureyre’nin annesi (r.a.), İslam’ı kabul etmeden oğluyla birlikte Medine’ye göç etmiş gibi görünüyor çünkü Ebu Hureyre (r.a.) şöyle nakletmektedir: “Müşrike olan annemi İslâm’a çağırıyordum. Bir gün yine böyle davetimi yenilediğimde Allah’ın Resulü (s.a.v.) hakkında işitmeye katlanamayacağım şeyler söyledi. Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) yanına geldim, ağlıyordum ve ‘Ya Allah’ın Resulü’ dedim, ‘annemi İslâm’a davet ediyordum; yanaşmıyordu. Bugün de davet ettim. Senin aleyhinde hoşlanmadığım şeyler söyledi. Allah’a dua et, Ebû Hureyre’nin annesine hidayet versin.’ dedim. Allah’ın Resulü (s.a.v.), ‘Ya Allah’ım! Ebû Hureyre’nin anasını hidayete erdir’ diye dua buyurdu. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) niyazı ile sevinerek dışarı çıktım. Eve varıp kapıya yaklaşınca, baktım kapı kilitli. Annem ayak seslerimi duymuştu. ‘Ey Ebû Hureyre, yerinde dur’ dedi ve suyun sesini işitebildim. Biraz sonra annem yıkanmış, elbisesini giymiş, başını da örtmüş olarak kapıyı açtı ve: ‘Ebû Hureyre, şehadet ediyorum ki Allah’tan başka ibadete lâyık bir ilâh yoktur. Şehadet ediyorum ki Muhammed, Allah’ın elçisidir.’ dedi. Sevinçten ağlayarak Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) yanına vardım. ‘Müjde, Ya Resûlullah, Allah duanı kabul etti; Ebû Hureyre’nin annesini İslâm’a hidayet buyurdu.’ dedim. Resûlullah (s.a.v), Allah’a yalvardı, O’nu yere göğe sığdıramadı ve güzel kelimeler söyledi. Sonra ben, ‘Ya Resûlullah, Allah’a dua et de, beni ve annemi, erkek-kadın bütün mümin kullarına sevdirsin ve onları da bize sevdirsin.’ ricasında bulundum. Allah’ın Resulü (s.a.v.) de, “İlâhî! Bu kulcağızını ve anasını erkek-kadın her mümin kullarına sevdir, mümin kullarını da bunlara sevdir.” diye dua buyurdu. İşte, bunun için adımı duyan erkek-kadın her mümin beni görmese bile, beni sever.” Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.), Ebu Hureyre’nin annesinin hakaretlerinden haberdar olduğunu, ancak ona karşı herhangi bir harekette bulunmadığını dikkate almak gerekir. Bunun yerine, onun için Allah’a yalvardı. Ebu Hureyre’nin (r.a.) Medine’ye geç gelmesinden dolayı bu olay, Medine vatandaşları üzerinde inkâr edilemez güce sahip olduğunda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatının son üç yılında gerçekleşti.

  1. “Şimdi seni [benden] kim kurtaracak?”

Hicretin 7. yılında meydana gelen Dhât ar-Riqâ’ Muharebesinden dönüşlerinde, Allah’ın Resulü (s.a.v.) ve Sahabeleri öğle güneşinden korunmak için gölge arayarak bir vadiye indiler ve dağıldılar. Allah’ın Resulü (s.a.v.), yapraklı bir ağacın altına kamp kurdu ve kılıcını ağaca astı. Ordu, bir süre uykuya daldı fakat sonra Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) onlara seslendiğini işittiler. Cabir bin Abdullah (r.a.), “Biz onun yanına geldik ve onun yanında bir Bedevi oturuyordu (Hâkim bu adamın adının Gavres bin Haris olduğunu ekliyor). Allah’ın Resulü (s.a.v.), “Şu Bedevî Arap ben uyurken yanıma gelmiş, kılıcımı alarak kınından çekmiş. Bu sırada hemen uyandım. Kılıç kınından sıyrılmış olarak bunun elinde idi. Bu halde bana, ‘Şimdi benden korkar mısın?’ diye sordu. Ben de, ‘Hayır, korkmam.’ dedim. Bana, ‘Şimdi benim elimden seni kim kurtaracak?’ dedi ben de, ‘Allah kurtarır’ dedim. Bunun üzerine adam kılıcı kınına geri soktu. Ve bakın işte şurada oturan adam odur.” dedi. Cabir bin Abdullah (r.a.), “Ve Allah’ın Resulü (s.a.v.), o adama ceza vermemişti” diye ekledi. Bir başka rivayete göre, Resûlullah (s.a.v.) cevabı üzerine kılıç adamın elinden düştü ve Allah’ın Resulü (s.a.v.) kılıcı eline alarak, “Şimdi seni [benden] kim kurtaracak?” buyurdu. Bedevi, “Affet beni, ben ettim sen etme.” diye cevap verdi. Resûlullah (s.a.v.), “Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik edecek misin?” diye sordu. Bedevi, “Hayır, Bunu yapmam. Fakat seninle savaşmayacağıma ve seninle savaşanlara taraf olmayacağıma söz veriyorum” dedi.  Bunun üzerine Allah’ın Resulü (s.a.v.), onun gitmesine izin verdi ve böylece adam halkına gitti ve şöyle dedi, “İnsanların en iyisinin yanından geliyorum”. Buradaki çıkarım, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) onu affettiği ve din değiştirmeye zorlamadan gitmesine izin verdiğidir.

  1. Güçlü Bir Mahkûm

Sümâme bin Üsal (r.a.), Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Sahabelerinin bir kısmına suikast yaptıran ve hatta Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kendisini öldürmek için komplo kuran Hanife Oğullarının başı idi. Öldürücü geçmişi ışığında Sümâme’nin öldürülmesine izin vermiş olmasına rağmen Sümâme’ye bir esir olarak muamelesi, Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) onun Müslüman olacağına ve Allah’ın affını kazanacağına dair umutlanmasının açık bir göstergesi idi. Sümâme yakalandıktan ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) mescidinin direklerine bağlandıktan sonra Allah’ın Resulü’nden (s.a.v.) büyük insaniyet ve misafirperverlik gördü, öyle ki Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kendi devesinden esir bulunduğu yere süt taşındı. Her gün Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) sabırla İslam’ı düşünmesini buyurdu, sonunda sahabelerine bu adamı serbest bırakmalarını emretti. Fakat bu olduğunda, Sümâme hemen mescidin yakınındaki bir hurmalığa giderek oradaki suyla boy abdesti aldı, sonra mescide girdi ve şöyle dedi: “Şehadet ediyorum ki Allah’tan başka ibadete lâyık bir ilâh yoktur ve şehadet ediyorum ki Muhammed, Allah’ın elçisidir Ey Muhammed! Vallahi yeryüzünden senin yüzünden daha fazla nefret ettiğim bir yüz yoktu. Fakat şimdi senin yüzün bana yüzlerin tümünden daha sevimli oldu. Vallahi senin dininden daha fazla nefret etiğim bir din yoktu. Fakat şimdi senin dinin bana dinlerin tümünden daha sevimli oldu. Vallahi senin memleketinden daha fazla nefret ettiğim bir memleket yoktu. Fakat şimdi senin memleketin bana memleketlerin tümünden daha sevimli oldu!”

  1. Kureyş’i Tekrar Koruması

Sümâme, İslam’ı kucakladığında kendi halkına, Yemame kabilesine geri döndü ve halkı kısa zamanda onu takip ederek İslam’a girdiler. Bunun üzerine Kureyş’i boykot ettiler ve artık Kureyş’in ciddi ölçüde bel bağladığı buğdayı onlara göndermeyi reddettiler. Böyle bir yaptırım, Kureyş’in gücünü kurutmada bir hayli etkili olmuş olurdu fakat Allah’ın Resulü (s.a.v.), onlarla savaş halinde olmamasına rağmen düşman hatlarının arkasındaki masum insanlar için edişe ettiğinden onların adına araya girdi. Yemame kabilesi, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) emirlerini yerine getirerek, uzun yıllar Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) boykot eden şehri kurtarmak üzere Mekke ile sıradan ticaretine kaldığı yerden devam etti.

  1. “Kalbini yarıp da baktın mı ki…”

7. hicri yılın Ramazan ayında Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Sahabelerinden oluşan bir müfrezeyi Galib halkına savaşmak üzere gönderdi ve bu savaş ile ilgili olarak Üsame bin Zeyd şu açıklamayı yaptı: “Ben ve Ensar’dan bir adam, düşmanlarımızdan birinin üzerine yürüdüğümüzde adam, ‘Lâ elâha illâ Allâh (Allah’tan başka ilah yoktur).’ dedi. Bunu işiten Ensar’dan adam hücumdan vazgeçti fakat ben mızrağımı saplayarak adamı öldürdüm. [Medine’ye] geri döndüğümüzde bu hâdise Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kulağına gidince bana: ‘Ey Üsâme! «Lâ ilâhe illallah» dedikten sonra adamı öldürdün öyle mi?’ buyurdu. Ben, ‘Ya Resûlullah! O, bu sözü sadece canını kurtarmak için söyledi.’ dedim. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) tekrar: «Lâ elâhe illa Allah» dedikten sonra adamı öldürdün öyle mi?’ buyurdu ve bu sözü o kadar çok tekrarladı ki, ben, ilk defa o günden önce İslâm’a girmiş olmamayı bile temenni ettim.” Al-Ameş’ın rivayetinde Resûlullah (s.a.v), Üsâme’yi “Kalbini yarıp da baktın mı ki, bu sebeple söyleyip söylemediğini bilesin?” diye azarlamıştır. Bu adamım büyük olasılıkla kendi postunu kurtarmak için Müslüman olması hiçbir fark yaratmadı. Bu kişinin, Zeyd bin Harise’nin (r.a.) oğlu Üsame bin Zeyd (r.a.) olması ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kendi torunları gibi yakın olması dolayısıyla hiçbir fark yaratmadı. Bunların hiçbiri, başkalarının dürüstlüğüne dair Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) hükmünde akıl almaz derecede müşfik olması nedeniyle önemli değildi.

  1. Allah’ın Kılıcı

Bu, Uhud savaşındaki taarruzu arka planda yöneten ve birçok Müslüman’ı katleden askeri deha, Halid bin Velid’e (r.a.) takılmış bir isimdi. Fakat Müslümanların savaş alanında direncini dört yıl boyunca izledikten sonra, gerçekte görünmeyen güçlerin onları desteklediğine giderek daha fazla ikna oldu. Hicretin 7. yılında, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Mekke’deki umresini tamamladıktan sonra Halid’in teyzesi Meymûne bint Haris (r.a.) ile evlendi ve Halid’e onu İslam’a davet eden bir mektup gönderdi. Bu, Kureyş’in en başarılı generaline suikast yapmak için bir tuzak, bir dalavere olabilirdi fakat Halid, Resûlullah’ın (s.a.v) dürüstlüğünün neredeyse tartışılmaz olduğunu bildiğinden bu fikri reddetti. Halid, birkaç ay sonra İslam’ı kucaklamak için Medine’ye seyahat ettiğinde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), onu “ışıldayan bir gülümseme” ile karşıladı ve şöyle buyurdu: “Sana hidayet eden, doğru yolu gösteren Allah’a hamd olsun. Senin akıllı olduğunu biliyor, bunun, er ya da geç seni selâmet ve hayra ulaştıracağını umuyordum.” Halid, “ Ya Allah’ın Resulü (s.a.v.)! Sana karşı kaç savaşta bulunduğumu, inatla hakikate karşı koyduğumu sen gördün. Bu [günahlarımı] affetmesi için Allah’a dua et.” Resûlullah (s.a.v.) ellerini kaldırdı ve dua etti: “Allah’ım! İnsanları Senin yolundan çevirmek için şimdiye kadar işlediği günahlarını affet!”

  1. İslam daha önce yapılanların hesabını sormaz

Amr bin Âs (r.a.), uzun süre İslam’a karşı savaşmış bir başka askeri komutandı ve Medine’de bulunan Allah’ın Resulü’nü (s.a.v.) Halid bin Velid ile beraber ziyaret etmek üzere yolculuk yaptı. İbni Şumâse, Amr bin Âs’yı (r.a.) ölüm döşeğinde ziyaret ettiğinde yüzünü duvara döndüğünü ve uzun süre gözyaşı döktüğünü bildirir. Oğlu, “Babacığım! Allah’ın Resulü (s.a.v.) seni filân şeyle müjdelemedi mi?...” diye sordu. Bunun üzerine Amr yüzünü [onlara] çevirerek, “Şüphesiz ki; ahret için hazırlamakta olduğumuz şeylerin en faziletlisi, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun Resulü olduğuna şahadet getirmektir. Şüphesiz ki [hayatımda] üç devir vardır. Bir zamanlar Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) benden fazla kin besleyen yoktu. Bir yolunu bulup onun hakkından gelmek ve öldürmek benim en çok arzu ettiğim şeydi. Şayet bu haldeyken ölseydim, mutlaka cehennemlik olurdum. Allah, gönlüme İslam sevgisini koyunca Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) gelerek, ‘Sağ elini uzat, sana biat edeceğim’ dedim. Fakat Resûlullah (s.a.v) elini uzatınca, ben elimi geri çektim. Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.),  ‘Ne oldu Ey Amr?’ diye sordu. Ben, ‘Şart koşmak istiyorum’ diye cevap verdim.  Resûlullah (s.a.v), ‘Neyi şart koşacaksın?’ diye buyurdu. Ben, ‘Bağışlanmamı’ dedim. Resûlullah (s.a.v), ‘İslam’ın daha önceki günahları silip süpürdüğünü, hicret etmenin daha önceki günahları yok ettiğini, hacca gitmenin daha önce işlenen günahları ortadan kaldırdığını bilmiyor musun?’ buyurdu. Ondan sonra Allah’ın Resulü’nden (s.a.v.) daha sevgili biri yoktu. Gözümde ondan daha büyü biri mevcut değildi. Ona karşı duyduğum saygıdan dolayı kendisine doya doya bakamıyordum ve benden onu tavsif etmemi isteseler, yüzüne doya doya bakamadığım için bunu yapamazdım.”

  1. Allah adaletli olanları sever

Hudeybiye Antlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle gerçekleşen ateşkes sırasında, Kuteyle bint Abdüluzzâ, kızı Esma bint Ebu Bekir’i (r.a.) Medine’de ziyaret etti. Esma şöyle nakletti: “Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanında annem [maddi yardımda bulunacağımdan] umutlu olarak yanıma geldi bunun üzerine Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ‘Kendisi ile bağlarımı sürdüreyim mi?’ diye sordum. Resûlullah (s.a.v), ‘Evet’ buyurdu.” Bu önemsiz gibi görünse de, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), düşman bir kabileden putperest bir kadına, Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) kızı ve Zübeyr bin Avvâm’ın (r.a.) karısı Esma (r.a.) için devletin iki üst düzey adamının evinde kalmak üzere izin veriyordu. Annesini eve kabul ederken tereddüt etmesinin sebebi, annesinin bu şahsiyetlerden herhangi birine suikast yapmasın ya da onlardan bazı hassas bilgileri toplamasın diye olabilir. Bu hadisin ikinci bir anlatıcısı olan Süfyân bin Uyeyne, Esma (r.a.) ile alakalı olarak Allah’ın aşağıdaki ayeti indirdiğini söylemektedir, “Allah, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlarla iyi ilişkiler içinde olmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz. Şüphesiz, Allah adaletli olanları elbette sever.” [Mümtehine Suresi 60:8]

Mekke’ye Yürüyüş: Başka Hiçbir Şeye Benzemeyen Bir Fetih

Mekke’nin Fethine girmeden önce ve onun destansı doğasının derinine inmek için önce kişinin kendini, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yerine koyması gerekir. Kureyş’i kutsal topraklardan çıkartmak için tüm gücüyle Mekke’ye yöneliyor ve 10.000 kişilik güçlü bir ordunun ortasına yürüyor. Bu,  Mekke’de ona on üç yıl boyunca hayal edilebilecek her şekilde zulmetmiş aynı Kureyş idi. Bu, Sahabelerini idam etmiş, eşi Hatice bint Hüveylid’in ölümüne sebep olmuş, onu memleketinden sürmüş, Uhud Muharebesinde onu yaralamış, Ahzab’ta onun ümmetini ortadan kaldırmak için seferber olmuş ve hızlı bir biçimde ihlal ettikleri (Hudeybiye) Anlaşmayı imzalamış aynı Kureyş idi. Artık, 20 yılı aşkın acımasız düşmanlıktan sonra Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), direnme ihtimali olmadan, tamamen güçsüz bir şekilde önünde duran Mekkelileri savunmasız haldeyken yakalar.

  1. Ebu Cehil’in İşbirlikçisi

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ölmekte olan amcası Ebu Talib’in yanına gittiğinde Abdullah bin Ebu Ümeyye, Ebu Cehil ile orada bulunuyordu. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Ebu Talib’e yaptığı çaresiz ricalara rağmen Abdullah bin Ebu Ümeyye, Resûlullah’ın (s.a.v) amcasının son nefesini vermeden önce İslam’ı kucaklamasından utanç duydu. Bu, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yaşamındaki en zor yıl olarak bilinmeye başlandı: Keder Yılı. Keder, sadece ona en uzun süre bakan, en güçlü destekçisi olan sevgili amcasını kaybetmekten ibaret değildi; bu, Ebu Talib ile ahirette yeniden birleşmenin imkânsız olduğu malumatıyla artmış olmasıydı. On yıl sonra Müslümanların Mekke’ye doğru yürümelerinden hemen önce Abdullah bin Ebu Ümeyye, Peygamberinin vasıtasıyla İslam’ı kabul etmek niyetiyle Müslüman kampına yaklaştı. Ancak Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), onun yanına gelmesini reddetmeye devam etti. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) karısı olan üvey kız kardeşi Ümmü Seleme’nin (r.a.) yardımıyla, ailesi (kayınbiraderi) olduğunu ve Resûlullah’ın (s.a.v) ondan daha büyük günahlar işlemiş olanları affetmiş olduğunu hatırlatarak Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’den (s.a.v.) merhamet dilemeye devam etti. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), nihayetinde ona, Peygamber Yusuf (a.s.)’u babasından ayırarak benzer yaralar açmış kardeşlerine dediği şeyi buyurdu, “Bugün yaptıklarınız yüzünüze vurulmayacak, Allah sizi affetsin!...” [Yusuf Suresi 12:92]

  1. “Her kim Ebu Süfyan’ın evine girerse,…”

Ebu Süfyan bin Harb, sıradan bir düşman ya da savaş çığırtkanı değildi. Yirmi yıl boyunca Resûlullah’ın (s.a.v) en azılı düşmanı olmuştu. Aynı zamanda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Mekke’ye göç etmeden önce suikastını planlamak üzere Dar Annadva’da toplananlar arasındaydı. Bedir Muharebesinden bu yana, Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) karşı yapılacak bir savaşı yönetmeye yemin etmişti ve hatta bir gece Medine’ye baskın yaptı ve kaçmadan önce iki Ensarlı adamı öldürdü. Uhud Muharebesinde putperestleri yönettikten sonra Müslümanlara, “Ölüler arasında parçalanmış bedenleri bulacaksınız. Ne bunu emrettim, ne bundan rahatsız oldum” dedi. Hem Müslümanlara karşı kana susamışlığını yansıtan bu olay hem de Medine’yi kuşatma altına alması (hatta kadın ve çocukları öldürme arayışı) Araplar arasında pek bilinen bir iş değildi. Tüm bu detaylar ve daha fazlası göz önüne alındığında ve rüzgâr tersine döndüğü zaman Allah’ın Resulü (s.a.v.), ona karşı nasıl muamele etti? Müslüman ordusunun onları sürpriz bir şekilde gafil avlamış olduğunu keşfetmesi üzerine Ebu Süfyan, dona kalmış ve düşünemez hale geldi. Mutlak bir kesinlikle biliyordu ki, “en çok aranalar listesi”nin en başındaydı. Ancak Hz. Abbas (r.a.) onun için araya girdi ve ertesi gün Abdullah bin Ebu Ümeyye ile beraber İslam’ı kucakladı. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), her şeyi affetti, onun güvenliğini sağladı ve hatta ona evine kim girerse o kişinin emniyette olacağı sözünü verdi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) çok fazla acı vermiş bir adam olarak bu adamın hislerinin bile hesaba katıldığı gerçeği, kalbinin olağanüstü doğasını göstermektedir.

  1. “Bugün, merhamet günüdür”

Artık bir Müslüman olan Ebu Süfyan (r.a.) Mekke’ye doğru yolculuk eder ve halkını teslim olmaya teşvik eder ve evine kim girerse girsin zarar görmeyeceği konusunda onlara güvence verir. Allah için gösterdiği tevazudan sakalı neredeyse devenin semerine değecek kadar başını eğen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından yönetilen Müslümanlar, Mekke’ye yolculuk ederler.  Bazılarının, “Ey Ebu Süfyan! Bugün [halkının] katliam günüdür. Bugün Kâbe, bir sığınak değil.” dediği Resûlullah’ın (s.a.v) kulağına geldi. Bunun karşılığında Resûlullah’ın (s.a.v), “Bilakis, bugün Allah’ın Kâbe’yi yücelteceği, Kâbe’nin giydirileceği muazzam bir gündür” buyurdu. Bir başka rivayete göre Resûlullah’ın (s.a.v), “Bugün, merhamet günüdür. Bugün Allah Kureyş’i aziz kılacak” buyurdu. Şehri güvence altına aldıktan sonra herkes Kâbe’de Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) huzurunda toplandı ve kibarca, “Ey Kureyş halkı! Ne dersiniz? Size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?” diye sordu. Onlar, “İyilik umuyoruz. Sen, asil bir kardeşsin ve asil bir kardeşin oğlusun.” karşılığını verdiler. Bu belirsizlik anını sona erdirmek için Resûlullah (s.a.v), “Peygamber Yusuf (a.s.)’un kardeşlerine söylediği söz den daha fazlasını söyleyecek değilim. ‘Bugün yaptıklarınız yüzünüze vurulmayacak, Allah sizi affetsin!...’ [Yusuf Suresi 12:92] Gidiniz, hepiniz serbestsiniz.” buyurdu. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), insanlık tarihinin en dikkat çekici olaylarından birinde kendini bu lütufla ölümsüzleştirerek tüm bunların üstesinden geldi.

Hatta Ensar bile bu derin yardımseverlik karşısında hayrete düştü, öyle ki bazıları, “Artık o (Hz. Peygamber) kendi memleketine, kavmine kavuştu. İsteğini elde etti. Zannetmiyoruz ki bundan sonra Medine’ye dönsün” diyorlardı. Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle nakletmektedir: “Ve vahiy geldi ve Resûlullah’ın (s.a.v) vahiyi alırken bizden gizlenmiyordu. Vahiy geldiğinde hiç birimiz vahiy kesilinceye kadar Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) bakmaya cüret edemezdik. Vahiy bittiğinde Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) başını kaldırarak, ‘Ey Ensar topluluğu!’ dedi. Onlar, ‘Ey Allah’ın Resulü (s.a.v.)! Hizmetindeyiz.’ dediler. Resûlullah’ın (s.a.v), ‘Siz, «Artık o (Hz. Peygamber) kendi memleketine, kavmine kavuştu. İsteğini elde etti. Zannetmiyoruz ki bundan sonra Medine’ye dönsün.» dediniz.’ buyurdu. Onlar, ‘Evet, gerçekten de bunu söyledik’ dediler. Resûlullah’ın (s.a.v), ‘Asla, sizin söylediğiniz gibi değil! Ben, Allah’ın kulu ve Elçisi’yim! Allah’a ve sizlere hicret ettim. Sizinle beraber yaşayıp beraber öleceğim!’ diye buyurması üzerine Ensar halkı gözyaşları içinde Resûlullah’a (s.a.v) döndüler. Ve dediler ki: ‘Vallahi bizler, bunları Allah’ın Resulü’nü kimseye kaptırmamak için, seni kıskandığımızdan dolayı söyledik’ dediler. Allah’ın Resulü (s.a.v.) de onlara, ‘Allah ve Resûlü, sizleri tasdik ediyor ve sizin bu husustaki özrünüzü kabul ediyor!’ buyurdu. Kureyşe ile az önce olmuş olanlar, Ensar halkının güzel kalpleri için bile algının ötesindeydi. Resûlullah (s.a.v), bu tam bağışlanma hareketini idrak etmenin zor olduğunu anladı ve bu nedenle “ve özrünüzü kabul ediyor” buyurdu.

  1. Girişe İzin Verildi

Osman bin Talha (r.a.), Kâbe’nin anahtarının muhafızları olmaktan büyük gurur duymuş bir Kureyş kabilesi olan Abdüddâr Oğullarından olduğundan, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Kâbe’ye girişine izin vermezdi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ile dalga geçer ve İslam mesajını yok etmek için mücadele verirdi. Resûlullah (s.a.v), Allah’ın kelamındaki katiyetle Osman bin Talha’ya, sadece o anahtarın bir gün kendi ellerinde olacağını söylerdi. İbn Cüreyc, Mekke’nin Fethinde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) anahtarı Osman bin Talha’dan aldığını bildirir. Resûlullah (s.a.v), Kâbe’ye girmiş sonra aşağıdaki ayeti ezberden okuyarak çıkmıştır. “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi emreder...” [Nisâ Suresi 4:58] Allah’ın Resulü (s.a.v.), küfürlü geçmişine rağmen Osman bin Talha’yı çağırdı ve anahtarı geri vererek bir bağışlama örneği gösterdi.

  1. Değişmiş Bir Adam

Karanlık bir geçmişe sahip, artık çökmüş, yaşlıca bir adam olan Süheyl bin Amr (r.a.), İslam’ı yok etmedeki başarısızlığı nedeniyle, Mekke’nin Fethinde artık muzaffer Müslüman ordusunun bir parçası olan birçok evladından biri olan oğlu Abdullah’dan rica etmek üzere, iltica etmek için yalvarmak mecburiyetinde kaldı. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), hiç tereddüt etmeksizin kendisinin emniyetini sağladı ve böylesine şeref ve akıl sahibi bir adamın, İslam’ın faziletlerinden [uzun süre] habersiz kalmaması gerektiğini söyleyerek daha ileri gitti. Gerçekten de Süheyl çok geçmeden ortaya çıktı ve İslam’ı kucakladı ve namaza olan bağlılığıyla bilinir hale geldi. Hakikaten, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) öldüğü haberleri Mekke’ye ulaştığında uzun zaman İslam’a karşı vaaz vermiş bu adam şunu bildirdi: “Ey Kureyş halkı! Sakın siz iman edenlerin sonu, irtidad edenlerin de önü olmayınız. Vallahi bu İslâm dini, Ay ve Güneşin doğuşu ve batışı devam ettiği müddetçe, dipdiri ayakta kalacaktır.” Bu, Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) güzel davranışının, insanları nasıl tasavvur edilemez şekillerde değiştirmesidir. Onun güzel ahlakı, muazzam müsamahası, kırgınlıkları unutabilme yeteneği, ondan önce ve sonra bir şehre nasıl zaferle girildiğini, o şehrin başkanlığını nasıl ele geçirildiğini ve intikamların, nasıl sadece nefretten, hüküm altına alma arzusundan ve şahsi kan davasından zorla alındığını sonsuza kadar gölgede bırakmaktadır.

  1. Kibirli Bir Yürek Tevazu Gösterir Oldu

Safvan Bin Ümeyye (r.a.) İslam’ın doğuşundan beri şiddetli bir muhalifti. Babası Ümeyye bin Halef’e, Bilâl-i Habeşî’ye (r.a.) işkence yapması için yardım etti; Kureyş ve Müslümanlar arasında gerçekleşen her savaşa katıldı; Umeyr Bin Vehb’i, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) suikast yapması için gönderdi ve Bakır Oğullarına, (Müslümanların bir müttefiki olan) Khuza Oğullarına saldırması için silah temin etti; böylece Hudeybiye Antlaşması’nı geçersiz kılındı. Bu nedenle, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.)  Mekke’ye yürüme kararının arkasındaki başlıca sebebin, Safvan olduğunu söylemek doğru olur ve bu suretle kısa bir süreliğine savaştıktan sonra olaysız bir şekilde teslim olan ezici çoğunluğun aksine, fethedilirken Mekke’yi terk etti. Keyifsiz ve yerinden edilmiş hissetti; böylece artık Müslüman olan Umeyr Bin Vehb, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’den (s.a.v.) Safvan’ın suçlarını affetmesini ve dönüşüne izin vermesini rica etti. Resûlullah (s.a.v), buna katılmakla kalmadı, emniyetine dair şahsen verdiği sözün garantisinin bir işareti olarak Umeyr Bin Vehb’e sarığını verdi. Safvan ortaya çıktığında Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), İslam’ı kabul etmeden önce düşünüp taşınması için ona iyi niyetli bir şekilde dört ay mühlet verdi ve bu süre zarfında dine karşı yüreğini ısıtması için bir sürü hediye yağdırdı. Sonunda, gururlu kalbi bütün bu cömertlikten eridi, İslam’ı kabul etti ve şöyle dedi: “Vallahi, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) benim için insanların en nefret edileniyken bana hediyeler verdi. Fakat benim için insanların en sevileni olana kadar hediye vermeye devam etti.”

  1. Amcasını Kesen Kişi

Hind bint Utbe, hem Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) azılı düşmanlarından olan Kureyş’in iki soylusu olan Ebu Süfyan’ın karısı hem de Utbe bin Rebîa’nın kızı idi. Hind aynı zamanda, zehirli bir nefretle kuduruyordu ve İslam ve Müslümanlara karşı şahsen mücadele veriyordu. O, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) baba tarafından amcası Hamza bin Abdülmuttalib’i öldürmek üzere, Bedir Muharebesinde katledilen babasının intikamını alması için büyük ödüller vaat edip, Vahşi’yi kiralayanların arasındaydı. Birçok erken tarihçi, onun Hamza’nın kulaklarını ve burnunu keserek bir gerdanlık olarak kullandığını bildirmektedir ve bazıları, Hamza’nın karaciğerini oyup çıkartarak yemeye kalkıştığını temel almaktadır. Uhud Muharebesinden sonra Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), amcasının parçalanmış bedenini tespit ettiğinde, daha önce hiç olmadığı gibi gözyaşı döktü ve sevgili amcasını, “Allah sana rahmet versin, amcam. Gerçekten de, akrabalık bağlarını devam ettirdin ve her zaman iyilik yapmak için koşturdun.” diyerek son yolculuğuna uğurladı. Hind, beş yıl sonra Mekke’nin Fethinde ayaklandı ve Mekke’nin Müslümanlara teslim edilmemesi için Kureyş’e karşı çıktı. Direnmenin nafile olduğunu ve Allah’ın Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) tarafında oluğunu kısa zamanda fark etti ve böylece diğer kadınla Resûlullah’a (s.a.v) gitti ve yüzü örtülü bir haldeyken bağlılık yemini etti. Kimliğini açıkladığında Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) nazikçe, “Hoş geldin, Ey Hind.” buyurdu. Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) yüce gönüllülüğünden etkilenen Hind, “Vallahi, yeryüzünde senin hane halkın kadar, zillete ve hakarete uğramasını dilediğim bir hane halkı daha yoktu! Fakat şimdi yeryüzünde senin şu hane halkın kadar izzet ve şerefe ermesini özlediğim bir hane halkı daha yoktur.” diye duyurdu.

  1. Suikastçi

Vahşi bin Harb, Cübeyr bin Mut’im’e ait Etiyopyalı bir köle idi. Övülen bir mızrak atıcısı olmasından dolayı, kendisine Uhud Muharebesinde Hamza bin Abdülmuttalib’i (r.a.) öldürmesi karşılığında özgürlüğüne kavuşacağı vaadinde bulunuldu. Vahşi, akrabaları Bedir Muharebesinde Hamza tarafından öldürülmüş, intikam peşinde koşan Kureyş’i memnun ederek bunu yapmakta muvaffak oldu ve bu, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) perişan etti. Abdullah bin Mes’ud (r.a.), “Allah’ın Resulü’nü (s.a.v.), Hamza’ya ağladığı gibi şiddetle ağlarken hiç görmemiştik.” der.  Mekke’nin Fethinde Vahşi, bir hükümdarın aile üyesini öldürmenin onun ölümünü garanti ettiğini çok iyi bilerek kaçtı. Ancak, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), herhangi bir hükümdara benzemiyordu. Vahşi, “Bir insanın ona karşı suçu ne kadar ağır olursa olsun, Peygamber Muhammed’in (s.a.v.) her zaman bağışlamayı seçtiğini işittim.” dedi. Bu onu sonunda Mekke’ye dönmeye ve İslam’ı kucaklamaya ve Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) düşmanlarını nasıl bağışladığını ilk elden görmeye teşvik etti.  Vahşi bugünü görmek için yaşadığına zorlukla inanabilirdi; bugünü her zaman hatırlar ve şöyle derdi, “Allah, Hamza bin Abdülmuttalib ve Tüfeyl bin Numan’ı benim ellerimle [şehitlikle] şereflendirdi ve beni onların ellerinde [inançsız biri olarak ölerek] utandırmadı.”

  1. Bir Emniyet Vaadi

Abdullah bin Sa’d (aynı zamanda İbn-u Ebi Sarh olarak da bilinir), Mekke’ni Fethinde kanı bozulmuş sayılan birkaç kişiden biri idi. Kur’an-ı Kerim’in kayıtlarının (bir vahiy kâtibi olduktan sonra) sahtesini düzenlemeye çalıştığı için suçluydu. Resûlullah’ın (s.a.v) İslam’ını terk ederek ve Resûlullah’ın (s.a.v) ne dediği hakkında hiçbir fikri olmadığı söylentilerini yayarak Medine’ye kaçmıştı. Mekke’nin Fethinde gizlice Hz. Osman’ın (r.a.) evine sığındı ve ondan kendi adına Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ile arasını bulmasını rica etti. Osman, Abdullah bin Sa’d için ya da sonunda insafa gelmeden önce (çocukken bu adamın annesinin sütü ile beslendiği) kendisine basit bir iyilik yapması için Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) merhametini uyandırmayı sayısız kez denedi. Daha sonra Peygamber, Sahabelerine bu adamı neden öldürmediklerini sorduğunda onlar, onlara gözüyle bir işaret yapmış olmasını belirttiler. Resûlullah (s.a.v), “Hiçbir Peygamber’e hain gözlü olmak yakışmaz” buyurdu. Bundan sonra Abdullah bin Sa’d, Allah’ın Resulü’nü (s.a.v.) her gördüğünde ondan kaçardı. Osman Resûlullah’ın (s.a.v) yanına gitti ve şöyle söyledi, “Ey Allah’ın Resulü! Anam babam sana feda olsun. İbn-u Ebi Sarh’ın, seni her görüşünde senden nasıl kaçtığını bir görseydin…” Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) gülümseyerek, “O’nun biatını almadım mı? O’na eman vermedim mi?” buyurdu. Ben, “Evet Ey Allah’ın Resulü! Fakat O, Müslüman olduğu zaman işlediği suçun büyüklüğünü biliyor da, senin yüzüne utancından bakamıyor…” dedim. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “İslam kendinden önceki kötülükleri siler.” buyurdu. Hz. Osman (r.a.) geri dönerek, bunu Abdullah Bin Sa’d’e haber verdi ve bu olaydan sonra Abdullah Bin Sa’d, herkesin ortasında gelir ve Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) selam verirdi. İslâm’ın amelleri ile Müslümanlığını güzelleştirdi ve asla yeniden arkaya dönmedi.

  1. Bir Irkçı Kalbinin İyileştirmesi

Ebu Mahzure, siyah bir erkeğin Kâbe’de yükselmesine ve Mekke’nin Fethi sırasında Kâbe’nin çatısından ezan okunmasına (namaza yapılan çağrı) dayanamayan genç bir putperest idi. O ve arkadaşları Bilâl-i Habeşî (r.a.) ile dalga geçmeye ve onun ezanını kendi sesleriyle taklit etmeye başladılar. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), onun olağanüstü güzellikteki sesini işitti ve yanına çağırdı. Ebu Mahzure getirildi ve muhtemelen İslam’la alay ettiği için idam edileceğini düşünüyordu. Fakat bunu yerine Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), mübarek elleriyle bu genç adamın göğsünü ve başını okşadı. Ebu Mahzure, “Vallahi, O anda yüreğim inançla doldu ve onun Allah’ın Resulü olduğuna kanaat getirdim.” dedi. Ebu Mahzure, İslam’ı kucakladı, ona ezanın kelimeleri öğretildi ve Sahabeler Medine’den döndükleri zaman Mekke’nin müezzini olarak tayin edildi.  Bazı tarihçiler, Kâbe’de ezan okumanın şerefli görevinin Ebu Mahzure’de bulunduğunu ve onun ölümünden sonra birçok nesil boyunca onun soyu tarafından miras alındığını belirtmektedirler.

  1. Şefkatin Dokunuşu

Mekke’nin Fethinden sonra, kalpleri kolayca kazanılmayan bazı kişiler vardı. Fudale bin Ümeyr, nefretle kaynayan ve intikam için gözü dönmüş olanlardan biriydi. İslam’ı kabul ettiğini duyurmasına rağmen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) öldürmek için ant içti. Bir gün Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Kâbe’yi tavaf ettiğinde Fudale giysisinin altına kılıcını soktu ve onu yakından takip etti, saldırı menziline gitgide yaklaşıp, işlemek üzere olduğu alçakça eylemi düşüyordu. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) aniden döndü ve kendini Fudale ile yüz yüze buldu, “Sen kendi kendine, içinden neler geçiriyordun?” diye sordu. Fudale, “Hiçbir şey; sadece Allah’ı zikrediyordum.” dedi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) sadece güldü ve “Allah’tan af ve merhamet dile.” buyurdu, sonra da elini Fudale`nin göğsüne koydu, ona huzur ve sükûnet verdi. Fudale, “Vallahi, Resûlullah (s.a.v) elini göğsümden kaldırdığı an, Allah`ın yaratmış olduğu hiçbir mahlûk bana ondan daha sevimli ve yakın değildi.” derdi. Bu, Peygamber’in tamamen denetimi altındaki en kutsal yerde bulunan, hak ettiği cezadan ziyade Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) müşfik ricası ile karşılaşan bir suikastçıdır.

  1. Kızına Eziyet Eden Kişi

Hebbar bin Esved, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) çok özel bir yara vermişti. Kızı Hz. Zeyneb (r.a.) Mekke’den Medine’ye göç etmeye çalışırken, Hebbar onu yakaladı ve devesi onu üzerinden yere atıncaya kadar devesini mızrağı ile dürtmeyi sürdürdü. Bu düşüşle Hz. Zeyneb (r.a.), karnındaki çocuğu kaybetmesinin yanı sıra sağlığını ağır biçimde etkileyen ve birkaç yıl sonra onu ölüme götüren ciddi yaralar aldı. Doğmamış ilk torununu ve sonrasında sevgili kızını da kaybetmesi, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) için acı verici bir darbe oldu. Buna rağmen Hebbar, Mekke’nin Fethinde beraat için yalvarmaya geldiğinde, Merhamet Peygamberi (s.a.v.) hak ettiği intikamı almanın yollarına ve haklı sebeplere sahip olmasına karşın onu bağışladı. 

  1. Ebu Leheb’in Oğlu

Utbe ve Uteybe, Muhammed’e ve yeni dinine karşı duyduğu nefretten Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kızını zorla boşayan Ebu Leheb’in iki oğluydu. Mekke’nin Fethinde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Hz. Abbas’a (r.a.) Utve ve onun bir başka kardeşi Muattib’i sordu. Kendisine Mekke’den kaçtıklarını söylendikten sonra, Resûlullah (s.a.v), Hz. Abbas’a (r.a.) peşlerinden gidip onları evine getirmesini buyurdu. Hz. Abbas (r.a.) yeğenlerini Arafat’ta buldu ve onları, onları İslam’a davet eden Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) getirdi. Onlar kabul ettiler ve Utbe, kesinlikle yirmi yıl önce onurunu kırmaya çalıştığı bir adamın lutfuyle büyülenmiş olarak Huneyn ve Taif’te Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) tarafında büyük bir cesaret gösterdi.

  1. Ebu Cehil’in Oğlu

İkrime Bin Ebu Cehil, babası (Ebu Cehil) bu milletin firavunu olduğundan sadece bir düşman değildi. Gaddarlığından dolayı “Kureyş’in Aslanı” olarak adlandırılırdı, hem Ahzab’ta Müslümanlara karşı gerçekleşen bir saldırıda hem de Uhud Muharebesinde Müslümanlara karşı savaşırken, ordusunun sol cenahını yönetti ve Mekke’nin Fethinde vazgeçmeden ve kaçmadan önce eline silah alan ve Müslümanlara karşı savaşan birkaç kişiden biriydi. Denizde yaşadığı ölüme yakın bir deneyiminden sonra İkrime, onu kurtardığı için Allah’a verdiği sözü, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından bağışlanmayı aramak üzere geri dönerek tuttu. (Artık bir Müslüman olan) karısı Ümmi Hâkim, onun sözünü tutması için onu razı etmeye yardım etti ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’den (s.a.v.) onun emniyeti için söz aldı. Mekke’ye vardıktan sonra “Allah’ın düşmanının oğlunun” İslam’a girmek üzere geldiği haberleri yayıldı ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) dikkate değer biçimde şöyle buyurdu: “Aranıza mümin bir muhacir olarak İkrime geliyor. Sakın onun babasına sövmeyin, hakaret etmeyin! Hiç kuşkusuz ölülere hakaret dirilere eza verir ve ölülere ulaşmaz.” İkrime nihayet Mekke’ye vardığında, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) onu kabul etmek üzere oturduğu yerden kalktı ve kendisine eskiden eziyet eden kişiyi hakiki bir şefkat ile karşıladı.  İkrime, sonradan Yermük Muharebesinde şehit edilinceye kadar İslam’ın en tutkulu savunucularından biri haline geldi.

  1. Bir Ahenk Değişimi

Kâ’b bin Züheyr (r.a.), Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) hakkında hicivli şiirler yazmış ünlü bir Arap şairdir. Arabistan’da bu tür şiirler sadece İslam’ın merkezine bir saldırı değil aynı zamanda politik bir silah seçimidir; şairler çatışma zamanlarındaki propagandacılardı. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.),  Kâ’b’ın öldürülmesi emrini vermiş fakat Kâ’b, İslam’ın iktidara yükselmesi üzerine Peygamber’in merhamet ve affını dilemek üzere acele etmiştir. Bunu, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) asaletini metheden ve efsane halini gelecek olan bir kaside yazarak ve Arapları canlandıran güzel bir dil ve çöl tasvirlerini kullanarak yaptı. Resûlullah (s.a.v), bundan etkilenerek onu affetmekle kalmadı, Kâ’b’ın omuzlarına kendi Yemen hırkasını ya da bürdesini koydu. Bu sebeple Kâ’b bin Züheyr’in tarihi kasidesi, “Kasîde-i Bürde” ismi ile meşhur olmuştur.

Kusursuz Bir Son

Mekke’nin Fethini takiben, Allah’ın Resulü (s.a.v.) Arap Yarımadası’nı feodal Arap kabilelerinin kanunsuzluğundan ve komşu Bizans imparatorluğunun tehdidinden korumak için harekete geçti. Bunu yaparken Resûlullah (s.a.v), dünyanın şimdiye kadar gördüğü en iyi ahlak ve dürüstlük örneğini bir miras olarak bırakarak merhamet ve bağışlayıcılık mirasını sürdürdü.

  1. Yıkılmış Bir Önder

Malik bin Avf (r.a.), Hevâzin kabilesinin önderiydi ve büyük bir birleşme sayesinde şimdiye kadar şahit olunmuş en büyük Arap ordusunu güçlerini, Müslümanları daha da büyümeden önce toptan yok etmek için seferber etmişti. Putperestlerin ordusu, 25.000 güçlü savaşçıdan oluşuyordu ve onlar, teşvik edilmek ve maneviyatlarını yükseltilmesi için eşlerini, çocuklarını, hayvanlarını ve zenginliklerini meydana çıkardılar. Huneyn vadisinde korkunç bir yüzleşme oldu ve Müslümanlar, İslam’ı yok olmaktan kurtarmak üzere yeniden bir araya gelmeden önce muazzam kayıplar yaşadılar. Ortalık yatıştıktan sonra Malik bin Avf, her şeyi kaybederek, Taif’teki Sakif kabilesinin (koalisyon üyesi) kalelerine kaçanların arasındaydı. Böyle yıkılmış ve çaresiz haldeyken Allah’ın Resulü (s.a.v.) hala onu düşünüyordu. Yaşadığı konusunda bilgilendirildiği ve hayatının korkusundan Sakif kabilesinin kalelerine sığındığını öğrendiği zaman Resûlullah (s.a.v), “Malik´e haber veriniz ki; eğer Müslüman olur, yanıma gelirse, kendisine ev halkını ve servetini geri verir, ayrıca da yüz deve ihsan ederim” buyurdu. Bu muzaffer bir kumandanın, henüz yenilen düşmanına karşı vermesi beklenen tepki midir? Ordular, her yerde düşman önderlerini yargılamak, cezalandırmak ve küçük düşürmekten büyük bir tatmin olurlar. Mağlup edilen bir düşmana sempati duymak ve hediyeler yağdırmak, çoğu dünya önderini teşvik etmek şöyle dursun onların kavrayamadığı bir şeydir.

  1. Yâsin Sahibi Adam

Taif kuşatmasından hemen sonra Urve bin Mesud, Medine’ye ulaşmadan önce Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) yetişti ve İslam’ı kabul edip edemeyeceğini sordu. Allah’ın Resulü (s.a.v.), razı oldu ve Urve’nin halkına dönmemesini önerdi, “Urve korkarım seni [Müslüman olduğun için] öldürürler.” buyurdu. Urve böyle düşünmüyordu ve “Bana çok değer verirler ve ben uyuyor olsam beni uyandırmaya kıyamazlar [öyleyse bana nasıl el kaldırırlar?].” dedi. Fakat geri dönmesi ve İslam’ı kabul ettiğini duyurması ve ertesi sabah çatısından sabah ezanını okuması üzerine onu oklarla öldürdüler. Bazı rivayetlerde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.), “Onun kavmi ile olan hali, Yâsin [Suresi] sahibinin kavmi arasında olan haline benzer! Yâsin sahibi, kavmini Yüce Allah’a imana davet etmişti de kavmi onu öldürmüşlerdi.” buyurduğu söylenir. 

  1. Tebük’teki Münafıklar

İslam’ı kabul etmiş gibi davranan on beş adam, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Tebük’ten dönerken onu öldürmeye teşebbüs ettiler. Bunlardan üçü öldürüldü ve Hz. Huzeyfe (r.a.) kalan on iki kişinin isimlerini söyledi. Allah, onları açığa çıkaran ve onlara tövbe etme çağrısında bulunan ayetler indirdi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bu kişilerin isimlerini bilmesine rağmen, “Ümmetimde on iki münafık olacak ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete giremeyecekler, kokusunu duyamayacaklar. [Onlara azap vermek için] bir yara yeterli olurdu; omuzlarında belirecek ve göğüslerinden çıkacak (yanan) ateşin alevi gibi.” diye buyurarak onları dünyada ve ahirette cezalandırma konusunda uyardı. 

  1. İbn Selül’ün Ölümü

Tebük’tan döndükten sonra Abdullah bin Übeyy, dokuzuncu hicri yılda vefat etti. Yaklaşık on yıldır Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) ve Müslümanlara doğrudan zarar vermesine rağmen, Resûlullah (s.a.v), bu adamı kendi gömleği ile kefenledi ve cenaze namazını kıldırdı ve “Cenaze hazırlanınca bana haber veriniz!” buyurdu. Cenaze mezara indirildikten sonra Resûlullah (s.a.v) geldi onu kaldırmalarını buyurdu. Resûlullah (s.a.v), onu dizlerinin üzerine aldı ve yüzüne üfledi. Hz. Ömer (r.a.), “Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) cenaze namazını kılmak üzere ayağa kalktığında ona doğru atıldım ve ‘Ey Allah’ın Resulü (s.a.v.) filan gün şöyle, falan gün böyle söyleyen İbn Ümeyy’in cenaze namazını gerçekten de kılacak mısın?’ dedim. Onun ifadelerini ona tekrar etmeye devam ettim fakat Allah’ın Resulü (s.a.v.) sadece gülümsedi ve ‘Ey Ömer! Benden bir adım geri dur!’ buyurdu. Ona aşırı baskı yapar hale geldiğimde, ‘Ben, istiğfar etmek ya da etmemekte serbest bırakılmışım. Ben de tercihimi yaptım! Ve eğer yetmiş [kereden] fazla istiğfar edince onun bağışlanacağını bilsem, muhakkak bundan fazlasını yapar, onun bağışlanmasını sağlardım.’ buyurdu.” İmam Hattabi (Allah’ın rahmeti üzerine olsun), “Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Abdullah bin Übeyy’in cenaze namazını kılmasının nedenleri, sadece, İslam’a herhangi bir ucuna bir şekilde yapışmış olanlara karşı gösterdiğin kusursuz şefkati ve onun dürüst oğlu Abdullah’ın içini rahatlatmak ve önderleri olduğundan (Hazrec) halkının kalplerini kazanmaktır.” diye nakletmektedir.  Ayrıca, farklı niyetlerle yapılmış olsa bile İbn Selül’e karşı Bedir Muharebesinden sonra Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) amcası Hz. Abbas’a (r.a.) gömleğini verdiği için borçlu hissetti.

  1. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) Taif’te Taşlayan Adam

Abdi Yâleyl bin Amr, Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) en çok cefayı edenlerin aralarındaydı. Sakif kabilesinin önderi ve Resûlullah’ın (s.a.v) taşlanmasını ve şehirden kovulmasını emreden adamdı. Sakif kabilesi, yaklaşık on yıldır İslam’ın Taif’de ortaya çıkmasına direnmişti. Ve Mekke’nin Fethini takiben (8 hicret yılı), Huneyn Muharebesinde Hevazin kabilesi ile ittifak kurdular. Ve onların elçisi Urve İbni Mes’ud İslam’ı kabul edince onu öldürdüler – Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) yapılan bir başka yıkıcı darbe. Bizanslılar Tebük’ten kaçtıktan sonra Sakif kabilesi, Müslümanların Arap Yarımadasında artık tartışmasız bir güç olduğunu fark etti. Abdi Yâleyl önderliğinde, çirkin geçmişlerinden hiç bahsetmeksizin, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından iyi niyetli bir şekilde kabul edilen bir heyeti Medine’ye gönderdiler. Onları ağırladı, onları hediyelerle donattı ve hatta faize, zinaya, şarap içmeye izin verilmesi, ibadet etmek zorunda olunmaması ve putları Lât’ın kırılmaması şartıyla İslam’ı kabul etme konusundaki taleplerini göz önünde bulundurdu. Resûlullah’ın (s.a.v), bu meseleleri her gece yatsı namazından sonra Peygamber’in Mescidi içinde bulunan onlar için kurulmuş bir çadırın içinde onlarla tartıştı. En nihayetinde, İslam onların kalplerine nüfuz etti ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hilmiyeti onları cezp etti ve isyanların coştuğu din değiştirme savaşları boyunca bile İslam’ın en büyük kalelerinden biri haline geldiler.

  1. Bir Hıristiyan Önder

Adi bin Hatim, Tay kabilesinin (Kureyş kabilesinin bir rakibi) önderi olmasının yanı sıra bir Hıristiyan olduğundan ve süper güç olan Bizans’ın bir müttefiki olduğundan, İslam’ı hakir görmek için her sebebi olduğunu hissetti. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından insanları isyana teşvik ettiği için idam edilen bir savaş çığırtkanı olan Ka’b bin Eşref de Tay kabilesinden idi. Dahası Tay kabilesi, Müslüman ordusu tarafından kolayca mağlup edilmişti. Adi bin Hatim (r.a.), “Allah’ın Resulü (s.a.v.) gönderildiği zaman hiçbir şeyden nefret etmediğim kadar ondan nefret ettim.” dedi. Halkı boyunduruk altına alındıktan ve dünyayı bir kaçak olarak dolaştıktan sonra yaşamdan usandı ve tamamen silahsız ve savunmasız olarak Medine’de bulunan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) yöneldi. Allah’ın Resulü (s.a.v.), onu içeri aldı, İslam’a davet etti ve sabırla onu bildirdiği hakikate ve yakında meydana gelecek olan kehanetlere razı etti. Ve öylece, bu büyük kumandan, geçmişi, İslam’a karşı savaşı ya da onun Peygamber’ine (s.a.v.) karşı nefreti hakkında bahsedilen hiçbir şey duymaksızın, Müslüman saflarına katıldı.

  1. Onu Zehirleyen Kadın

Yaşamının sonuna doğru, Hayber kabilesinden Zeynep binti Hâris adında bir kadın sadece onun zehirleyebilsin diye Allah’ın Resulü’ne (s.a.v.) yemek ikram etti. Bir kuzu hazırladı ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yemeyi tercih ettiği bilinen kuzunun gerdan kısmına fazladan zehir koydu. Resûlullah (s.a.v), kuzunun zehirli olduğu kendisine vahiyle bildirilene kadar Sahabeleri ile birlikte bundan yedi. Kadın sorgulandığında, suçunu itiraf etti ve kabul etti, “Seni öldürmek istiyordum.” dedi. Resûlullah (s.a.v), “Allah sana bu imkânı vermezdi.” buyurdu. Onlar, “Ey Allah’ın Resulü (s.a.v.), Onu öldürmeyelim mi?” dediler. Resûlullah (s.a.v), “Hayır!” buyurdu ve kadını affetti. Enes (r.a.) der ki, “Ben onu (zehrin alametini) Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) küçük dilinde o ölene kadar gördüm durdum.”

  1. Müseylime’nin Temsilcileri

Hanife Oğulları kabilesi, büyük bir güç ve hayranlık uyandırıcı bir şöhrete sahipti ve Arabistan’daki herkes gibi İslam’ı ilk olarak kabul ettiler. Eve dönmeleri ile birlikte, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’den (s.a.v.) bağlılıklarından dolayı ölümünden sonra ümmetine önderlik etmelerini ihsan ederek memnuniyetini göstermesini talep ettiler. Resûlullah (s.a.v) bu talebi reddettiğinde, İslam’ı terk ettiler ve Hanife kabilesinden Müseylime’yi (sahtekâr Müseylime olarak da bilinir) peygamberleri olarak ilan etiler. Bu dönekliğin ve hainliğin küstahlığına rağmen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), ilkelerini korudu ve elçilere, “Eğer elçilerin öldürülmesi caiz olsaydı, her ikinizi de öldürürdüm” buyurdu. Hanife Oğulları kabilesine gelince, onlar Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) elçisi Habib bin Zeyd’i (r.a.) tutukladılar ve ailesinin gözleri önünde parçalara ayırdılar, uzuv uzuv kestiler.

Ahlakı Bozulmaz

Bazı İslamofobik kişilikler, “Muhammed’in Mekke’deki değişmiş davranış ve öğretilerinin, insan doğası hakkında bir tutam şüpheciliği olan herkesin inanması için biraz fazla elverişli olduğu ve kendi kendine hizmet ettiğini” ileri sürmüşlerdi. Diğerlerinin Peygamber’in (s.a.v.) Mekke’de ölü numarası yapan bir fırsatçı tasvirine göre küçük bir gelişme olmasına rağmen, onun Medine’de elinde bulunan güç yüzünden sonradan yozlaşmış olduğu görüşü, ciddi yanlış inanışlar tarafından salgın gibi yayılmaktadır.

İlk olarak, son nefesini verinceye kadar Resûlullah (s.a.v) ile beraber kapalı kapılar arkasından yaşayan Hz. Ayşe (r.a.), “Allah’ın Resulü (s.a.v.), Allah yolunda savaşma hali dışında ne bir hanıma ne bir hizmetçiye hiçbir kimseye eliyle vurmadı. Kendisine fenalık yapan kimseden intikam almaya kalkmadı. [Yalnız] Allah’ın yasak ettiği şeyler çiğnenince, o yasağı çiğneyenden Allah adına intikam alırdı.” demiştir.  Ne gariptir ki Hz. Ayşe (r.a.), Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) benzersiz ahlakını dünyaya anlatmasından sonra kırk yıl daha yaşadı, onu şeytanlaştırmaya çalışan İslamofobik kişilikler tarafından sık sık çarpıtılan yine onun rivayetleridir.

İkinci olarak, çaresizlik, güç olarak çoğu zaman kişinin dürüstlüğüne bir meydan okumayı da beraberinde getirebilir ve biz, bu suretle, terörist grupların genellikle bastırılmış siyasi azınlıklardan yükseldiğini görmekteyiz. Bu genellikle, insanlar ümitsiz olduklarını ve dezavantajların onları boğduğunu hissettiklerinde ahlaki olmayan yöntemlere sığındıkları zamandır. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Mekke’de (ve Medine’deki ilk birkaç yıl) on üç yıl boyunca ötekileştirmeye ve zulme tanıklık etmedi mi? Yine de Mekkelilerin işkence yöntemlerinde bir değişiklik görmeyen müritlerini sakinleştirirken, düşmanları için dua etmeye ve onları barışa davet etmeye devam etti.

Üçüncü olarak, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) siyasi gücü, ölümüne kadar büyümeye devam etti ve az önce onun merhametinin onunla nasıl büyüdüğünü gördük. Sadece bir örnek olarak, dürüst kuşkucu birinin, iktidarının neden ona iftira eden, onu sürgün eden, ailesini ve müritlerini öldüren ve yirmi yıldan fazla bir süredir sakinleşmeyenlere karşı intikam arayışına yönlendirmediğini merak etmesine sebebiyet veren, onun Mekke’nin Fethindeki merhameti değil miydi? İntikamla yanan bir adam, kadınların, çocukların, dervişlerin, yaşlıların ve gayri muhariplerin öldürülmesini yasaklamak için ahlak duygusunu korur muydu? Ne tür bir adam askeri bir seferin ortasında bir kadının bedeninin katledilmesi üzerine durur ve “O zarar görmemeliydi.” diye açıklar?

Bu son noktayı daha da vurgulamak için Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) toplumunda ve zamanının etkisi altında kalmaksızın insanlara bakmaya yardımcı olmaktadır. Toplumun en zayıf kesimlerinin saldırganlığı bile Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından benzer bir hoşgörü derecesi ile karşılandı. Onun şahsiyetinin saf görkemi ve mümkün olduğu kadar çok insanı kurtarmaya olan tutkusundan başka hiçbir şey, Resûlullah’ın (s.a.v) onlara neden böyle iyi yüreklilik ve faziletle davrandığını açıklayamaz.

  1. Aşırılıkçılığın Babası

Savaş ganimetlerini dağıtırken Z’ul Huveysire, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) haksızca dağıtmakla suçladı. Adam, “Adil ol ya Muhammed! Zira bu paylaştırma Allah’ın rızasının gözetildiği bir paylaştırma değildir” dedi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) bunu duyduğunda sinirlendiğini belli ederek bu çirkin suçlamayı sadece şöyle cevapladı: “Ben adil olmamayım da kim adil olsun! Allah, Musa’ya rahmet etsin. O bundan daha ağır bir ithama maruz kalmıştı da sabretmişti.” Bir başka rivayette, “Bana güvenmiyorsun, yine de göklerin üstündeki O’nun güvendiği kişi benim? ” buyurmuştur.

  1. Ona Borçlarında Yardım Edin

Ebu Hureyre’nin (r.a.) anlatıyor: “Allah’ın Resulü (s.a.v.), bir Bedeviden genç yaşta bir deve borç aldı. Adam gelip kaba bir üslupla borcunu ödemesini ondan istedi. Bu Sahabelerini sinirlendirdi ve tam adama zarar vermek üzerelerken Allah’ın Resulü (s.a.v.), ‘Hak sahibinin söz hakkı vardır’ buyurdu ve onlara, ‘Bir deve satın alın da bu adama verin’ diye emretti. Sahabeler, ‘Biz onun devesi gibi o yaşta bir deve bulamıyoruz. Bulduklarımız onunkinden daha değerli’ dediler. Resûlullah’ın (s.a.v), ‘O halde o daha iyi olanı satın alın da onu kendisine verin. Çünkü sizin en hayırlınız, borcunu en güzel şekilde geriye vereninizdir’ buyurdu.”

  1. Onu Bunaltan Bedevi

Enes bin Malik (r.a.) anlatıyor: “Allah’ın Resulü (s.a.v.) ile birlikte yürüyordum. Resûlullah’ın üzerinde Necran kumaşından yapılma kalın yakalı bir cüppe vardı. Bir bedevi arkadan yetişip Resûlullah’ın cübbesinden şiddetle çekti. Cüppe yırtıldı da yakası Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) boynunda kaldı. Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) boynuna baktım, bedevinin çekişinin şiddetinden cübbenin yakası Resûlullah’ın boyunda iz bırakmıştı. Sonra, Bedevi, ‘Ey Muhammed! Emret de bana senin yanındaki Allah’ın malından versinler!’ dedi. Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.) ona döndü, tebessüm buyurdular ve sonra bu adama ihsanda bulunulmasını emrettiler.” 

On dört asır boyunca, Müslüman âlimler bu olaylardan sadece iyi şahsiyetin ve hoşgörünün ayırt edici özelliklerini çıkarmadılar fakat bu olayların, Resûlullah’ı (s.a.v) takip eden hükümdarlar için kılavuz olacağını anladılar. Öyle ki; insanlarının kalplerini İslam’a karşı ısıtmak için insanlarına karşı hoşgörülü olmaları, onlardan gelecek fiziksel ve maddi zararlarına katlanmaları ve kendilerine yapılacak herhangi bir saygısızlığı görmemezlikten gelmeleri gerekir.

Bir Merhamet Yanlış Anlaşıldı

Bazı insanlar, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) zaman zaman hoşgörü ve bağışlama kuralının dışına çıkmış gibi görünmesini şüpheli bulurlar. Bu “şiddetli olayların” her birini incelenmesi yararlı olmasına rağmen aynı zamanda bu özel çalışmanın kapsamı ötesindedir. Biz sadece, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) öncelikli olarak yumuşaklık, bağışlayıcılık ve merhamete hiç şüphesiz meyilli olduğunu örneklerle açıkladık. Ancak onun merhameti, Allah’a boyun eğmesine mani olmadığı gibi Allah’ın buyurduğu adalete de engel olmadı. Merhamete olan bağlılığı, her şeyin ötesinde, Allah’a teslimiyetin bir aracı ve Allah’ın rahmet ve lutfunu kazanmanın bir yoluydu. Bu sebepten dolayı, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Hz. Ebu Bekir’i (r.a.) Allah korkusundan gözyaşı dökerken buluruz: örneğin; Allah, Bedir Muharebesinden sonra esirlerin canlarının “merhametli bir şekilde bağışlanması” kararını eleştiren ayetler indirdiğinde. Şüphesiz bu, Allah'ın merhametsiz olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır, çünkü O en Merhametlidir. Fakat bu, O’nun merhametle sınırlı olmadığı anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle O, sınırsız ve koşulsuz merhametin, adalet gibi diğer soylu değerler ile bağdaşmadığını ve insanlığın menfaatlerine en iyi şekilde hizmet etmediğini bilir. Bu bakış açısıyla, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) neden bazı kişilerin idamlarını onayladığını, önlenmiş olabileceğini dilemiş olmasına rağmen neden tedbirli bir şekilde diğerleriyle savaştığını anlamaya başlayabiliriz.

Birçok zaman, insanlar olarak biz, – iyi niyetlerle olsa bile –  rekabetçi değerler arasındaki mükemmel dengeyi bozuyoruz ve bu değerleri düzenlememize ve bu bağlamda kavramsallaştırmamıza yardımcı olmak üzere Allah’ın kesin rehberliği vahiyle bildirmesinin tek nedeni budur. Kur'an-ı Kerim’de Allah, “İbrahim’in korkusu geçip müjdeyi de alınca Lût kavmi hakkında bizimle tartışmaya başladı. İbrahim cidden ağır başlı, hassas ruhlu, kendini Allah’a vermiş biriydi.” [Hûd Suresi 11:74-75] buyurur. Burada Allah, Hz. İbrahim’i (a.s.) insanoğlunun ıstırabından acı çeken biri olarak değil fakat aynı zamanda kendini Allah’ın kararlarına bırakmış biri olarak övmektedir. Allah’ın bu ayetler vasıtasıyla Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) telkinde bulunmak istemesi gelecekten haber veren bir denge idi. Allah, son Peygamberinin, etrafındakiler kadar kalpsiz olmasını istemedi fakat Resûlullah’ın (s.a.v) insafsızlığın yüzsüzleşmesi ile sonuçlanacak ve herhangi açık zayıflıktan üstünlük sağlayan bir dirençsizliği benimsemesini de istemedi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Ebu Izze’yi (şair) bir önceki yıl Bedir Muharebesinde fidye almaksızın serbest bırakmasından sonra Uhud Muharebesinde idam etmesi, bunun bir örneğidir. Resûlullah’ın (s.a.v), başkalarını tekrar tekrar affettiğinden onu tekrar bağışlamayı dilemiş olabilirdi fakat bunun yerine, “Vallahi, Mekke'de, ‘Muhammed'i iki kez aldattım’ diyerek kasıla kasıla yürüyemeyeceksin.” buyurdu.

Bir dış başvuru noktası olmaksızın, bu değerlere (yani, mukaddes vahiy) aracılık etmek için dünya merhamet ve adalet sınırları ile aynı fikirde olmamıştır. Bazıları, bazı insanların, asla onlar kadar “ahlaken bilinçli” olmayacakları ve zorla durdurulmadıkları sürece başkalarına karşı günah işlemeye devam edecekleri gerçeğini reddederek, herhangi hiçbir şiddetin haklı gösterilmediği, uygulanamaz ve gerçekleşmesi imkânsız bir uç noktaya doğru yönelmektedir. Bazıları, vahşeti ve terörü, kendi “doğrucu” amaçlarına araç olarak kullanarak, bir başka uç noktaya doğru yönelmektedir. Çoğunluk, her biri merhamet gibi bir erdemin nerede sonlandığı ve adalet gibi bir başkasının nerede başladığı hakkında bir iddia ileri sürerek, muğlâklığın ortasında dönmektedir. Nasıl ki; paslı bir bozuk para, hafif bir ovalamayla parlamayacaksa, bazı ruhlara da, iyileşmek için bir dereceye kadar “acımasızlık” gerekmektedir. Ve nasıl ki; uzvun cerrahi olarak kesilmesine genelde engellenen ama bazen bir hayatı kurtarmak için gerekli son bir çare olarak başvurulursa, bazen merhamet de daha birçoklarını kurtarmak için bazı hayatların feda edilmesini içermektedir.

Bu çalışma sayesinde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) uğraşının, gurur, nefret ya da intikam tarafından beslenen biri olarak uydurulmasının açığa çıkarılmış olduğunu umuyoruz. Fransız tarihçi Louis Sedillot’un dediği gibi,

Bu, bazı yazarlar Peygamber Muhammed’i zalimlikle suçlarken, tarihsel gerçeklerin çarpıtılmasıdır… Çalıntı mal satmak nasıl Avrupa’da takdir edildi ise intikam almak da Arabistan’da hayli takdir edildiği gerçeğine rağmen, Araplar arasında miras kalmış intikam arzusunun ortadan kaldırılması için hiçbir çaba sarf etmediğini unutuyorlar. Kur'an-ı Kerim ayetlerini, Peygamberin yeni doğmuş kız çocuklarını canlı canlı gömülmesinin korkunç alışkanlığını bıraktırması vasıtasıyla okumuyorlar. Mekke fethinden sonra en kötü düşmanlarına bahşettiği affı asla düşünmezler. Ne de savaş sırasında birçok kabileye gösterdiği merhameti düşünmezler. Gücünü zalimlik arzusunu tatmin etmek için hiç kötüye kullanmadığını bilmiyorlar mı? Sahabelerinden herhangi biri yanlış bir şey yaptıysa, onları durdurur ve düzeltirdi. Onun, ona yakın Sahabelerinden biri olan Ömer bin el-Hattab’ın savaş mahkûmlarını öldürme fikrini reddettiği iyi bilinir. Kurayza Oğulları kabilesini cezalandırma zamanı geldiğinde hükmü, eskiden müttefiki olan ve rabbani kanunu iyi bilen Sa’d bin Muâz’a bıraktı. Aynı zamanda Hamza’nın katilini bağışladı ve iyilik ve bağışlanma için gelen hiçbir talebi asla geri çevirmedi. 

Başka bir yerde, Kur'an-ı Kerim hakkında yazıyor,

Kur'an-ı Kerim bir kişiyi ahlâkî zaafların karanlığından çıkarır, teâli-i ahlâk nuruna ulaştırır… İslam’a barbar bir din diyenler, bilinçten mahrum kişilerdir çünkü gözlerini Kur'an-ı Kerim’in açık ve duru ayetlerine kapatırlar ve Kur'an-ı Kerim’in asırlar boyunca süren yüz kızartıcı eylemleri nasıl bertaraf ettiğini irdelemiyorlar.

Bununla, sözü kısa tutmak adına başka sözcüklerle anlattığımız bu yetmiş olay, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) gerçekte kim olduğunu – bu dünyanın övgüsünü değil, onun örneği vasıtasıyla iflah olmasını isteyen bir merhamet ve ahlaki yücelik adamı – bir anımsatma olarak hizmet etmesini umuyor ve dua ediyoruz. Allah’ın sonsuz huzur ve lutufları onun, ailesinin, sahabelerinin ve mukaddes yollarında onu takip edenlerin üzerine olsun.

[1] Saygı ifadesi belirten işaret: “Allah’ın selamı ve selameti üzerine olsun.”

[2] Michael David. Bonnerİslam Tarihinde Cihad: Doktrinler ve Uygulamalar (Princeton: Princeton Üniversitesi Yayıncılık, 2006), 16.

[3]  a.e.

[4] Michael H. Hart100: Tarihteki En İlham Veren Kişilerin Bir Sıralanması (New York: Hart Pub. Co., 1978), 21.

[5] Anthon St. Maartenİlahi Yaşam: Gerçek Kaderinize Giden Yolu Gösteren Temel Kılavuz

[6] 14. yüzyıl Bizans imparatoru Manuel II Palaiologos’a atfedilmiştir ama daha yakınlarda Papa XVI. Benedict tarafından alıntı yapılmıştır “Bana Muhammed'in getirdiği bir yenilik göster, orada ancak kötü ve insanlık dışı şeyler bulacaksın, tebliğ ettiği dini kılıçla yayma emri gibi.” Papa’nın öğüdü – İnanç, Akıl ve Üniversite Anıları ve Yansılamaları, Vatikan Yayıncılık Kütüphanesi, 12 Eylül 2006.

[7] Ayaan Hirsi Ali yazılarında baştanbaşa, bugün Müslümanların dinlerini başkalarına dayatan Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yaşamından anladıkları, onların inançlarının tuhaflığı ve Medine’ye kaçtığı ve “milisleri kabaca birleştirdiği” an gerçek renginin ortaya çıkması olduğunu ileri sürmektedir. Bakınız: İslam Bir Şiddet Dinidir, Dış Politika, 9 Kasım 2015.

[8] Bakınız: MüstedrekHakim en-NişaburiBâb at-Tafseer; Suratan-Nahl; Illâ Man Ukriha wa Qalbuhu Mutma’inn bil-Eemân

[9] Bakınız: Sunen-i İbn Mace (153) ve Hilyat al-Awliyâ’ (472)

[10] GazzâlîFiqh-us-Seerah: Peygamber Muhammed’in Yaşamını Anlama, 117.

[11] SallabiPeygamber’in Asil Yaşamı (Allah’ın selameti üzerine olsun),. 327.

[12] HaleemKur'an-ı Kerim: M.A.S tarafından yapılan Yeni Bir Çevirisi. Abdel Haleem, 237.

[13] GazzâlîFiqh-us-Seerah: Peygamber Muhammed’in Yaşamını Anlama, 125.

[14] a.e., 121.

[15] SallabiPeygamber’in Asil Yaşamı (Allah’ın selameti üzerine olsun),.181.

[16] Kureyş, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) çılgın, bir sihirbaz, bir müneccim, bir dolandırıcı (intihal yapan), sadece bir şair, budala (kadınsı), tanrılar tarafından lanetlenmiş ve bu tür diğer hakaretlerle çağırırdı.

[17] Diğerleri için hasen sayılan (güçlendirici ravi zincirleri ışığında sağlamlık) Ahmed bin Hanbel (9251) ve Sünen-i Ebu Davud (4896), ve Abdul Qader Arnaout tarafından derlenmiştir.

[18] Sahih-i Buhari (334) tarafından derlenmiştir.

[19] Sünen-i Tirmizi (3683) tarafından derlenmiştir.

[20] Sahih-i Buhari (133, 333) tarafından derlenmiştir.

[21] Sahih-i Buhari (3059) ve Sahih-i Müslim (1795) tarafından derlenmiştir.

[22] İbn-i Hişam’ın as-Seera (2/70-72) adlı eseri ve İbn Sa‘d’ın at-Tabaqâtal-Kubrâ adlı eserinden (1/211-221) derlenmiştir.

[23] Sahih-i Buhari (4131) tarafından derlenmiştir.

[24] Beyhakî’nin as-Sunan al-Kubrâ  (12477) adlı eserinden, İbn Kesir’in al-Bidâya wan-Nihâya (3/218- 219) adlı eserinden ve Ebu Cafer Taberî’nin Târeekh al-Umamwal-Mulook (2/372) adlı eserinden derlenmiştir.

[25] Sahih-i Buhari (3419) ve Sahih-i Müslim (2009) ve Ahmed bin Hanbel’in (17627) Abdul Qader Arnaout’un “Ravi zinciri Sahih-i Müslim’in ölçütü doğrultusunda sahih kabul edilir.” dediği ifade tarzından derlenmiştir.

[26] Muhammed el-Buhârî ve Muhammad Muhsin KhanSahih-i BuhariSahih Kelimesinin Anlamlarının Tercümesi Sahih-i Buhari: Arapça – İngilizce. (Riyad – Suudi Arabistan: Darussalam Yayıncılık ve Dağıtımcılık, 1997), Hadis 3612.

[27] ZeitlinTarihi Muhammed, 317.

[28] Esposito, John L. İslam: Doğru Yol. Düzenlenmiş üçüncü baskı. New York: Oxford Üniversitesi Yayıncılık, 2005. s. 8-9.

[29] Sahih-i Buhari (856) ve Sahih-i Müslim (4431) tarafından derlenmiştir.

[30] Sahih-i Buhari (410, 6528) tarafından derlenmiştir.

[31] İbn Hibbân (288), Beyhakî (11066) ve “Bu hadislerin sahih bir ravi zinciri vardır, ancak onlar (Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim)  onu derlememiştir.” diyen El-Hakim’den (6547) derlenmiştir. İbn Hacer El Heytemi’nin Majma‘ az- Zawâ’id adlı eserinde, “Sunen-i İbn Mace bir kısmını derlemişti ve güvenilir [tüm] anlatıcılar vasıtasıyla [tamamen] Taberânî tarafından nakledilmektedir.” söylemiştir.

[32]  İbn-i Hişam(1/616-617), as-Sâlihi ash-Shâmi’ın Subulal-Hudâ war-Rashâd (4/27) adlı eserinden, ve Al-Suhayli’nin ar-Rawd al-Unf (3/58) adlı eserinden derlenmiştir.

[33] Bakınız: at-Tâj al-Ikleel (3/353)

[34] Sahih-i Müslim (1787) tarafından derlenmiştir.

[35] El-Hakim (3/318) ve İbn-i Hişam (3/200) tarafından derlenmiştir.

[36] Sahih-i Müslim (1763) tarafından derlenmiştir.

[37] Taberânî’nin al-Kabeer (977) ve as-Sagheer (409) adlı eserlerinden ve İbn Hacer El Heytemi’nin “Onun dizisi hasen kabul edilir (sağlam).” dediği Majma‘ az-Zawâ’id (6/115) adlı eserinden derlenmiştir.

[38] Sahih-i Buhari (3482) ve Sahih-i Müslim (2242) tarafından derlenmiştir.

[39] Bu aynı zamanda Said bin Cübeyr, Atâ bin Ebu Rebah,  Hasan-ı Basri ve Katade Bin Numan tarafından da belirtildi Bakınız: İbn Kesir’in Tefsiri (4/584).

[40] Bakınız: İbn Kesir’in as-Seera (2/475) adlı eseri ve İbn Sa‘d’ın at-Tabaqâtal-Kubrâ (2/15) adlı eseri.

[41] Sahih-i Buhari (2846) ve Beyhakî’nin as-Sunanal-Kubrâ (18570) adlı eserinden derlenmiştir.

[42] Beyhakî’nin Dalâ’ilan-Nubuwwa (5/264) adlı eserinden derlenmiştir.

[43] Bakınız: İbn Sa‘d’ın at-Tabaqâtal-Kubrâ (4/14) adlı eseri.

[44] Bakınız: İbn Seyyidin-Nâs’ın ‘Uyoon al-Athar (1/352) adlı eseri.

[45] Ahmed bin Hanbel (2216), ve Majma‘ az-Zawâ’id (4/172) adlı eserinde “Bu ravi zinciri aktarımı hasen kabul edilir.” diyen Abdul Qader Arnaout ve “Bu, Ahmed bin Hanbel onu güvenilir olarak kabul etse de, birçok hata yapan Ali bin Âsım’dan Ahmed bin Hanbel tarafından derlenmiştir.” diyen İbn Hacer El Heytemi tarafından derlenmiştir.

[46] Bakınız: İbn Kesir’in al-Bidâya wan-Nihâya (3/311) adlı eseri.

[47] Hadisi hasen garib olarak adlandıran Sünen-i Tirmizi (1566), Ahmed bin Hanbel (23546) ve güçlendirici ravi zincirleri ışığında onu topluca hasen olarak adlandıran Abdul Qader Arnaout tarafından derlenmiştir. Aynı zamanda hadisi Sahih-i Müslim’in ölçütü doğrultusunda sahih sayan El-Hakim (2334), ve al-Kabeer (4080) adlı eserinde Taberânî,  al-Kubrâ (18089) adlı eserinde Beyhakî ve Saheeh al-Jâmi’ (6412) adlı eserinde sahih kabul eden Muhammad Nasiruddin al-Albani tarafından nakledilmiştir.

[48] “Bu hadisin sahih bir ravi zinciri vardır, ancak onlar (Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim)  onu derlememiştir.” diyen El-Hakim (6193) tarafından derlenmiştir. Aynı zamanda Saʻīd ibn Manṣūr’un as-Sunan (2654) adlı eserinden derlenmiştir.

[49] Sahih-i Buhari (2970), Sünen-i Ebu Davud (2689) tarafından, Taberânî’nin al-Kabeer (1/302) adlı eseri ve Ali İbnü'l-Esîr’in Asad al-Ghâba (1/337) adlı eserinden derlenmiştir.

[50] Sünen-i Ebu Davud (3001) tarafından derlenmiştir.

[51] Bakınız: sağlam bir mürsel ravi zinciri ile İbn-i Hişam’ın as-Seera (2/48) adlı eseri

[52] Sahih-i Buhari (6530) ve Sahih-i Müslim (1792) tarafından derlenmiştir.

[53] Sahih-i Müslim (2599) tarafından derlenmiştir.

[54] “İsrâiloğulları’ndan kâfir olanlar, Dâvûd ve Meryem oğlu Îsâ diliyle lânetlenmişlerdir. Çünkü onlar isyan etmişlerdi ve sınırı aşıyorlardı.” [Mâide Suresi 5:78]

[55] Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “Allah faiz yiyene, yedirene, senedini yazana, şahit olana lânet etmiştir. Onlar (günahta) eşittir.” buyurmuştur. Sahih-i Müslim (1598) tarafından derlenmiştir.

[56] Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Safwân b. Umayya, Süheyl bin Amr ve Hâris bin Hişâm gibilerini lanetlemesi için Allaha yakarmış fakat Allah, “(Resulüm!) Bu işte senin yapacağın bir şey yok. Allah ya onların tövbelerini kabul eder veya onları cezalandırır. Çünkü onlar zalimlerdir.” [Âl-i İmrân Suresi 3:128] ayetini indirdiğinde bundan vazgeçmiştir. Sahih-i Buhari (4283) tarafından derlenmiştir. v.d.

[57] Sharh Sahih-i Müslim (6/167) adlı eserinde İmam-ı Nevevî,  Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) özellikle cuma namazı sırasında Münâfikûn (Münafıklar) Suresini ezberden okumasının arkasındaki sırrı, münafıklar bu cemaate diğerlerinden daha fazla katılacaklarından fırsat pencereleri kapanmadan önce tövbe etmelerini hatırlatmak olarak açıklamaktadır.

[58] Beyhakî’nin Dalâ’ilan-Nubuwwa (3/147-149) adlı eseri, İbn Sa‘d’ın at-Tabaqât (4/200) adlı eseri ve Taberânî’ye atıfta bulunan İbn Hacer El Heytemi’nin Majma‘ az-Zawâ’id (8/286) adlı eserinden derlenmiştir. Bu ravi zincirlerinin aktarımının en iyisi, Urve’ye kadar takip edilebilen sağlam mürsel bir haberdir ve bir başka mürsel haber Hz. Enes’e (r.a.) atıfta bulunmuştur. Bu suretle araştırmacılar, bu açıklamalar üzerinde, özellikle de Bedir Muharebesinden sonra Umeyr’in İslam’ı kucaklamasına dair ayrıntıları kapsamlı bir şekilde tartışmışlardır.

[59] Sahih-i Buhari (5765) ve Sahih-i Müslim (2189) tarafından derlenmiştir. Fath al-Bâri adlı eserinde İbn Hacer el-Askalanî, Lebîd’in bağışlanma peşinde koştuğunu ve bunu sadece para ihtiyacından yaptığına savunduğunu ve böylece Allah’ın Resulü’nün (s.a.v.), halk arasında düşmanlıkları uyandırmak istemediğini ya da Muhammed müritlerini öldürüyor söylentisinin çıkmasını istemediğini, çünkü Lebîd’in İslam’ı yalandan kabul eden kabileler arasında olduğunu açıklamaktadır.

[60] Bakınız: al-Bidâya wan-Nihâya (4/159) adlı eser

[61] Sahih-i Buhari (3518) ve Sahih-i Müslim (2584) tarafından derlenmiştir.

[62] İbn-i Hişam (2/291) tarafından derlenmiştir.

[63] Bakınız: Muhammed bin Hasan eş-Şeybanî’nin as-Sayral-Kabeer (2/591) adlı eseri.

[64] Bakınız: Kurtubi Tefsiri; [Ahzâb Suresi 33:37]

[65] Sahih-i Buhari (60/281) tarafından derlenmiştir.

[66] Bakınız: İbn Aşur Tefsiri; [Fetih Suresi 48:24]

[67] Sahih-i Buhari (2731, 2732) ve Sahih-i Müslim (4401-4409) tarafından derlenmiştir.

[68] Sahih-i Buhari (2731, 2732) ve Sahih-i Müslim (4401-4409) tarafından derlenmiştir.

[69] Sahih-i Müslim (1641), Sünen-i Ebu Davud (3316), İbn Hibbân (4859), İmam-ı Şafiî (1490), Ahmed ed-Dârekutnî (37) tarafından ve Beyhakî’nin as-Sunan al-Kubrâ (1845) adlı eseri ve Ebu Nuaym el-İsfahanî’nin Hilyat al-Awliyâ’ (8/651) adlı eserinden derlenmiştir.

[70] Sahih-i Müslim (2491) tarafından derlenmiştir.

[71] İbn Hacer el-Askalanî Fath al-Bâri (7/426) adlı eserinde, “Bedevi bu büyük katiyete tanık olunca ve [Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)] ile arasında bir şey olduğunu fark edince onun samimiyetine inandı ve onaulaşamayacağına emin oldu. Silahını indirmesinin ve süngüsünü düşürmesinin nedeni budur.” diye anlatmaktadır.

[72] Sahih-i Buhari (2910) ve Sahih-i Müslim (843) tarafından derlenmiştir.

[73] Hadisi Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim’in ölçütü doğrultusunda sahih sayan El-Hakim (4322) tarafından derlenmiştir. İmam Zehebi onunla aynı fikirde olmuş ve Muhammad Nasiruddin al-Albani at-Ta‘leeqâtal-  Hisân (2872) adı eserinde hadisin sahih olduğunu ispatlamıştır.

[74] Sahih-i Buhari (4372) ve Sahih-i Müslim (1764) tarafından derlenmiştir.

[75] Bakınız: İbn-i Hişam’ın as-Seera (4/284-285) adlı eseri.

[76] Sahih-i Buhari (83/11) ve Sahih-i Müslim (1/176-178) tarafından derlenmiştir.

[77]  Ömer bin Vâkidi (2/749) tarafından derlenmiştir.

[78] Sahih-i Müslim (711) tarafından derlenmiştir.

[79] Sahih-i Buhari (801) ve Sahih-i Müslim (2194) tarafından derlenmiştir.

[80] Sahih-i Buhari’in Kitâb al-Janâ’iz (1360) adlı eserinden derlenmiştir.

[81] Bakınız: al-Isâbah fee Ta‘reef as-Sahâba (4/12) adlı eser.

[82] Bakınız: al-Bidâya wan-Nihâya (2/540) adlı eser.

[83] Sahih-i Buhari (3817), Sünen-i Ebu Davud (2262) ve Sünen-i Nesai (8635) tarafından derlenmiştir.

[84] Dr. Ragıb es Sercani, “Şu erdeme, büyüklüğe bakın! Kendini bu duruma sokuncaya kadar kişi henüz olanları kavramaz. Kendimize ve dünyanın kendisine karşı dürüst olalım; Allah’ın Resulü’nden (s.a.v.) başka bunu kim yapardı? Müslümanların “ötekini” kabul etmediğini ve bir arada yaşamayı anlamadıklarını iddia eden insanlar hala var mı? İslam hala insanları zihinlerinde terör ve vahşet dini mi? Bizim gerçek buhranımız, bilgidir; biri Allah’ın Resulü (s.a.v.) ile yüzeysel malumatı atladığında, hakikatin mevcudiyetinde ne kadar boş bir teori olduğunu fark eder.” diye yorumlamaktadır. “Peygamberin Düşmanlarına Karşı Gösterdiği Hoşgörü” adlı bir makaleden uyarlanmıştır. www.islamstory.com 

[85] Bakınız: İbn-i Hişam’ın as-Seera (4/1072) adlı eseri

[86] Sahih-i Buhari (40300) ve Beyhakî’nin as-Sunan al-Kubrâ (18058) adlı eserinden derlenmiştir.

[87] Bakınız: Fath al-Bâri (8/9) adlı eser.

[88] Bakınız: İbn-i Hişam’ın as-Seera (2/411) adlı eseri, Ibn Kayyim el Cevziyye’nin Zâd al-Mi‘âd (3/356) adlı eseri, Süheylî’nin ar-Rawd al-Unf (4/170) adlı eseri ve İbn Hacer el-Askalanî’nin as-Seera (3/570), ve Fath al-Bâri (8/18) adlı eserleri.

[89] Sahih-i Müslim (4395) tarafından derlenmiştir.

[90] Bakınız: Ebu Cafer Taberî Tefsiri (8/491-492) ve İbn Kesir Tefsiri  (2/340)

[91] Bakınız: Ali İbnü'l-Esîr’in Asad al-Ghâba adlı eseri, İbn Hacer el-Askalanî al-Isâbah ve aynı zamanda Fath al-Bâri adlı eserleri.

[92] Sahih-i Müslim (2313) tarafından derlenmiştir.

[93] Sahih-i Buhari (6150, 6628) ve Sahih-i Müslim (3234) tarafından derlenmiştir.

[94] Bakınız: as-Seera al-Halabiyya (1/461) adlı eser.

[95] Sahih-i Buhari (3844, 4072), Ahmed bin Hanbel (16077), ve Beyhakî’nin Dalâ’ilan-Nubuwwa (3/241) adlı eserinden derlenmiştir.

[96] Bakınız: İbn Sa‘d’ın at-Tabaqât (3/573) adlı eseri.

[97] Sünen-i Ebu Davud (4359) ve İbn Sa‘d’ın at-Tabaqât (339-448) adlı eserinden derlenmiştir.

[98] Bakınız: ar-Rawd al-Unf (7/239) adlı eser.

[99] Bakınız: ar-Rawd al-Unf (7/114) adlı eser.

[100] El-Hakim (2812) tarafından derlenmiştir ve Bakınız: Fath al-Bâri (8/11) adlı eser.

[101] El-Hakim (5103) tarafından derlenmiştir.

[102] Jonathan A.C. Brown’in Muhammad: Çok Kısa Bir Giriş adlı eserinden uyarlanmıştır. (s. 41, 56), Oxford Üniversitesi Yayıncılık , 2011. Ayrıca, Bakınız: İbn-i Hişam’ın  Seerat (3/502-512) adlı eseri, Ibn Kayyim el Cevziyye’nin Zâd al-Mi‘âd (3/455) adlı eseri ve  Taberânî’nin riva zinciri hakkında “İbn İshak’a kadar olan anlatıcılar güvenilitdir.”  diyen İbn Hacer El Heyteminin Majma‘ az-Zawâ’id (3/407) adlı eseri.

[103] Ebu Cafer Taberî’nin Târeekh al-Umamwal-Mulook (2/174) adlı eserinden derlenmiştir.

[104] Bakınız: al-Wâqidi (3/960-961) adlı eser.

[105] “Söylemediklerine dair Allah adına yemin ediyorlar. Oysa inkârcılık içeren sözü söylemişler, Müslüman olduklarını beyan ettikten sonra inkârcılığa sapmışlar ve başaramadıkları o işe yeltenmişlerdir. Onların öç almaya kalkışmaları için Allah’ın ve O’nun lütfü sayesinde resulünün kendilerini zengin etmesinden başka bir sebep de yoktu! Eğer pişman olup tövbe ederlerse bu kendilerinin iyiliğine olur; yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da âhirette de elem verici bir azaba uğratır; artık yeryüzünde onlara ne bir dost ne bir yardımcı bulunur.” [Tevbe Suresi 9:74].

[106] Sahih-i Müslim (2779) tarafından derlenmiştir.

[107] Sahih-i Buhari (1269) ve Sahih-i Müslim (2774) tarafından derlenmiştir.

[108] Fath al-Bâri (8/336) adlı eserde alıntı yapılmıştır.

[109] Ali İbnü'l-Esîr’in Asad al-Ghâba (3/504) adlı eseri ve Ebu Zehebî’nin Târeekh al-Islâm (1/354) adlı eserinden nakledilmiştir.

[110] Ahmed bin Hanbel (19397) ve hadisin bu riva zincirini sağlam olarak tasnif eden Abdul Qader Arnaout tarafından derlenmiştir.

[111] Sahih-i Buhari (2617) ve Sahih-i Müslim (2190) tarafından derlenmiştir; diğer rivayetler, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) başlangıçta onu affettiği fakat sonra kaderini onun tarafından zehirlenen, yasal olarak cezalandırma hakkına sahip olan Bişr ibni'l-Berâ’nın (r.a.) ailesinin ellerine bıraktığını açıklığa kavuşturmaktadır.

[112]  Sünen-i Ebu Davud (2761) tarafından derlenmiştir.

[113] Bakınız: Fred Hutchison’nun “İslam Muamması; Muhammed’in İki Yüzü, ‘Yenilenen Amerika’” adlı makalesi, 30 Haziran 2006.

[114] Sahih-i Müslim (644) tarafından derlenmiştir.

[115] Sünen-i Ebu Davud (2663) ve Ahmed bin Hanbel (17158) tarafından derlenmiştir.

[116] Sahih-i Buhari (73/85) ve Sahih-i Müslim (1064) tarafından derlenmiştir.

[117] Sahih-i Buhari (578) ve Sahih-i Müslim (3898) tarafından derlenmiştir.

[118] Sahih-i Buhari (3149) ve Sahih-i Müslim (1057) tarafından derlenmiştir.

[119] Bakınız: İbn Hacer el-Askalanî’nin Fath al-Bâri (10/506) adlı eseri ve İmam-ı Nevevî’nin Sharh Sahih-i Müslim (7/147) adlı eseri.

[120] Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “Düşmanla karşılaşmayı istemeyin, temenni etmeyin! Amma, düşman da karşınıza çıkarsa; o zaman da sağlam durun.” buyurmuştur. Sahih-i Buhari  (2863) tarafından derlenmiştir.

[121] Bakınız: ar-Rawd al-Unf (6/30) adlı eser.

[122] Louis Sédillot (ö. 1875), Histoire des Arabes (Arapların Kısa Tarihi), s. 63-64 –1854 tarihinde yayınlandı.

[123] a.e.

  Yasal Uyarı: Bu bildiri ve makalelerde ifade edilen görüş ve düşünceler, tamamen yazarlarına aittir. Ayrıca, yazarların herhangi bir platformda ifade ettikleri kişisel görüşleri, Yaqeen Enstitüsü'nü bağlamaz. Ekibimiz her açıdan çok donanımlıdır  yaptığımız araştırmaların kalitesini arttırmaya yardımcı olacak kesintisiz ve zenginleştirici diyaloglara izin verir.   Tüm hakları mahfuzdur. Yaqeen İslam Araştırmaları Enstitüsü'nün izni olmadan kullanılamaz.
Disclaimer: The views, opinions, findings, and conclusions expressed in these papers and articles are strictly those of the authors. Furthermore, Yaqeen does not endorse any of the personal views of the authors on any platform. Our team is diverse on all fronts, allowing for constant, enriching dialogue that helps us produce high-quality research.

Authors