Giriş

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

Modern hayat, günlük koşuşturmayı, oyalanmayı ve bilgi yüklemesini kapsamaktadır. Duyularımız, basit bir sessizlik anının bazılarımız için imkânsız olduğu noktasına doğru her yönden sürekli olarak uyarılır. Bu sürekli kışkırtıcılık, her andan elde etmemizin en fazlasını, ibadetlerimizin niteliğinden ve Allah'ı hatırlama yeteneğimizden çıkarmamızı engeller.

Hepimiz, ibadette daha fazla mevcudiyete, dalgın akıllarımız ve arzularımız üzerinde daha fazla kontrole ihtiyacımız olduğunu biliyoruz. Ama bunu elde etmek için tam olarak ne yapabiliriz? Hayatımızın tüm yönlerinde, manevi ve dünyevi olarak nasıl daha farkındalık sahibi olabiliriz? İşte burada, murakabe’nin İslami bağlamındaki farkındalık alıştırması uygulaması, daha disiplinli olmak için zihinlerimizi eğitmeye yardımcı olabilir ve böylece düzenli ibadetimizi ve günlük faaliyetlerimizi geliştirebilir.

Bu makale, İslam geleneğindeki farkındalığın ve sükûtun erdemlerini inceler. Bu, İslam’da tefekkürü doğru şekilde kavramsallaştırır ve Allah'la ve manevi benliğimizle murakabe’yi geliştirmemize yardımcı olabilecek günlük farkındalık için uygulanabilir bir alıştırma sunar.

Farkındalığın Erdemi

Farkındalık, dilbilimsel olarak, “bilinçli olmanın ya da bir şeyin farkında olmanın niteliği ve hali” olarak ve daha özel olarak ise, “Kişinin mevcut farkındalığına odaklanarak elde edilen bir zihinsel halin, kişinin duygularını, düşüncelerini ve bedensel hislerini sakince tanıyıp kabul ederken tedavi edici bir yöntem olarak kullanılması” olarak tanımlanır. Modern psikoloji bağlamında farkındalık, “kavramsal çerçeveleri incelemek için kullanabileceğimiz bir araç” tır. Nasıl düşündüğümüzü ve nasıl hissettiğimizi yakından izleyerek, kavramsal çerçevelerimizi ya da düşünce kalıplarımızı, kendi yararımız için değiştirme yeteneğini kazanırız. Bizler bir bilinçsizlik halindeyken, düşünmeden yapılan moda düşüncelere ve duygulara tepki veriyoruz ve onların bizi istedikleri yere götürmelerine izin veriyoruz. Buna karşılık, bir farkındalık halinin geliştirilmesi, bize seçtiğimiz düşüncelerimizi takip etme ya da takip etmeme yeteneği verir.

Bir başka deyişle farkındalık, bir üst biliş biçimidir (“farkındalığın farkındalığı”), kişinin aklının ve kalbin içinde gerçekten neler olduğuyla ilgili bir öz farkındalıktır. Bu, her yıl yüzlerce bilimsel makale, çalışma ve farkındalık üzerine yazılmış kitaplar ile sonuçlanan, psikologların ve sağlık çalışanlarının dikkatini çekmiş olan bir olgudur. Farkındalığın gelişmesi, dini olmayan ya da tarafsız bir bağlamda bile, ölçülebilir sağlık ve sıhhat faydaları sağlamak için gösterilmiştir. Amerikan Psikoloji Derneği'ne göre, çok sayıda meslektaş incelemesinden geçmiş çalışma, farkındalık uygulamalarının (rahatlama ya da meditasyon gibi) stresi azaltmaya, hafızayı hızlandırmaya, odaklanmayı ve konsantrasyonu geliştirmeye, duygusal tepkiselliği azaltmaya ve kişisel ilişkileri geliştirmeye yardımcı olduğunu göstermektedir. Farkındalık uygulamaları ayrıca, empati ve merhamet duygusunu yükseltir ve klinik bilişsel terapide etkili bir şekilde kullanılmaktadır. Gelişmekte olan bir farkındalık alanı, bilim ve manevi uygulamada eleştirel araştırmayı hak eden heyecan verici bir gelişmedir.

İslami bağlamda, farkındalık murakabe’nin erdemidir, “dikkatle izlemek, gözlemlemek, önemsemek” kök anlamından türetilmiş bir kelime. Biz, hâlihazırda “farkındalık” ile murakabe arasındaki yakın etimolojik ve dilsel yakınlığı görebiliyoruz. Teknik bir manevi terim olarak, “kulun, dışa ve içe doğru bütün hâllerinde Hakikat’in – O, eksikliklerden münezzehtir – nezaretinde olduğunu daima bilmesi” olarak tanımlanır. Yani, murakabe halindeki bir Müslüman, Allah’ın ondan manen ve madden haberdar olduğunu daima bilir. Bu, kişinin Allah ile olan kalp, akıl ve beden ile ilişkisinde tam bir ihtiyatlı öz farkındalık halidir. Murakabe’nin temeli, Allah’ın her zaman bizi izliyor olduğu ve sonuç olarak, kendi davranışlarımız, düşüncelerimiz, duygularımız ve mevcudiyetimizin manevi halleri için daha fazla dikkat ve özen geliştirdiğimize dair haberdar olmamızdır. Allah’ın buyurduğu gibi, “Unutmayın! Allah içinizde olanları bilir, öyleyse O’na saygısızlıktan sakının.”

İbn Kayyim El Cevziyye ve Ahmed el-Gazzâlî’nin her ikisinin de murakabe’nin faziletlerine ve hakikatlerine dair kitaplarında bölümler bulunmaktadır. Ve bu salt önerilen bir kişilik özelliği değil, daha ziyade yüce karakter özelliğinin, manevi nefasetin (ihsan) gerçekleşmesidir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Cebrail (a.s.) ile alakalı meşhur hadisinde şöyle tanımladığı gibi,  “… Allah’ı görüyormuş gibi ona ibadet etmendir. Her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni muhakkak görür.” Diğer bir deyişle, manevi nefazet, her zaman Allah’tan tamamen haberdar olunması ve unutulmamasıdır – inancın en yüksek noktası. Abdullah Et-Tüveycirî’ye göre,

Manevi nefaset, Yüce Allah'ın varlığını (al-hudur) ve O'nun farkındalığını (murakabe), O'nun korkusunu, O'nun sevgisini, O'nun bilgisini, O'na yönelmeyi ve O'na olan samimiyetini mükemmelleştirerek (al-hudur) inancın, ruhunun ve mükemmelliğinin özüdür.

Murakabe’nin meyvesi, Ahiretteki sonsuz Cennet ödülü bir yana bu yaşamda ferahlığa yol açan huzurlu sakin bir haldir, “Dinginliğe (sakinliğe) giden yol (sakin), kulun O her şeyden münezzeh ve Yüce olan Rabbi için O'nu görebiliyormuş gibi murakabe halini iktisap etmesi ile oluşur.” Tüm olumlu manevi ve zihinsel durumlar, “kalbin tüm amellerinin temeli olan murakabe için” ondan türetilir.

Murakabe gerçekte, O’nun mükemmel bilgisini ileten Esma'ül Hüsna’nın uygun bir anlayışına göre Allah'a ibadet etmenin yerine getirilmesidir. İbn Kayyim El Cevziyye, şunu yazarak murakabe hakkındaki bölümü bitirmektedir:

Murakabe, her şeyi Gözeten (Er-Rakib), Koruyan (El-Hafiz), Bilen (El-Âlim), İşiten (Es-Semi'u), Gören (El-Basir) isimlerine adanmış olmaktır. Bu suretle, her kim bu isimleri anlar ve bunları yerine getirmek için kendini adarsa, o kişi, murakabe halini iktisap edecektir.

Murakabe, mutlaka, kişinin kendi niyetleri, düşünceleri, duyguları ve diğer manevi hallerinin farkındalığını içerir. El Mürteiş şöyle demiştir: “Murakabe, kişinin en içerideki varlığının gözlemi (sır), her an ve ifade ile gizli olanın farkında olmaktır.” Konuştuğumuz her kelimede ve takip etmeyi seçtiğimiz her düşüncede, içsel deneyimlerimize en iyi şekilde tepki vermek için düşünce kalıplarımızın ve duygu hallerimizin farkında olmalıyız. İbn Kayyim El Cevziyye’nin ortaya koyduğu gibi, manevi murakebe’nin idamesi, “düşünceleri, niyetleri ve manevi intikali koruyarak…” gerçekleşir. “hiç kimsenin kurtarılmadığı, fakat Allah'a onunla gelerek temiz kalbin (Kalb-i selim) hakikati işte budur. Bunun kendisi, dürüst, adanmış ve Allah bilincinin manevi arınmasının (tecrid) hakikatidir. Her manevi arınmanın yanı sıra bu noksandır.”

Özetlemek gerekirse, Şeyh Abdülkâdir Geylânî’ye göre murakebe dört basamakta tamam olur:

  1. Yüce Allah'ı bilmek,
  1. Allah’a karşı gelen İblis’i (Şeytan) bilmek,
  1. Kötülüğü emreden nefsi iyi bilmek,
  1. Allah’a nasıl amel edileceğini bilmektir. 

İslami bir çerçeve içinde farkındalık yaratmaya dair bu üçüncü basamak – kişinin kalbinin ve zihninin bilinçli olma hali – “nefsin istediğini, çağırdığını ve emrettiğini bilmek” başarmamıza yardımcı olabilir. Bu tür icra, onlar üzerinde daha fazla kontrol uygulamak ve bu suretle zihinsel ve ruhsal esenliğimizi zenginleştirmek amacıyla düşüncelerin ve duyguların içimizde nasıl davrandığını tanımlamak üzere zihnin eğitilmesi yöntemidir.

Tedavi edici psikologlar tarafından savunulan din dışı ya da tarafsız farkındalık alıştırmaları, hasta halklarının çeşitliliğine ve bütünüyle çoğulcu topluma daha geniş bir şekilde hitap etmek üzere bunu teolojik bir dünya görüşüne dayandırmaksızın bu üçüncü basamağa odaklanır. Bazen bunlar, Budist ya da Hindu geleneklerinden kaynaklanan, ancak onların dini ontolojik çevrelerinden laikleştirilmiş uygulamalardır. Bu dini olmayan yaklaşım, kendi başına, hala insanların yaşamlarında sağlık ve sıhhat faydaları sağlar. Hiç şüphesiz aklı keskinleştirecektir fakat akıl, iyilik ve kötülük için kullanılabilecek bir araçtır. Tarafsız farkındalık uygulamaları, ahlaki bir dünya görüşüne dayanmayan insanlar tarafından kötülük için potansiyel olarak kullanılabilir. Farkındalıktan kazanılmış zihinsel berraklık, başkalarını aldatmayı ya da başkalarına zarar vermeyi amaçlayan bir avcı tarafından kullanılabilir. Elbette böyle bir şey, farkındalığın suistimal edilmesi olurdu; konuyu İslam’ın rehberliğine göre eleştirel olarak ele almak için daha fazla sebep.

Müslümanlar için manevi yaşamın farkındalığı, murakebe’nin daha geniş çerçevesi içinde sadece bir yöndür – eleştirel ve çoğu zaman ihmal edilen bir yön olsa da. Bütün yönleriyle İslami farkındalık, İslami inancının, hukukunun, ahlakının temellerinin ve kişinin incelikli psikolojik düzeninin kapsamlı bir farkındalığını içerir.

Bu kavrayışları uygulamaya koymaya başlamak için, dünyadan, kendi sözlerimizden ya da iç sesimizden kaynaklanan dikkat dağınıklığı ya da gürültü olmadan salt sükûtta mevcut olmanın keyfini çıkarmayı öğrenmenin neden hala bu kadar önemli olduğunu bilmemiz gerekir.

Sükût ve İnzivanın Erdemi

Ünlü atasözü “Sükût altındır” demektedir. Dürüt atalarımız, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) “Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır koşuşsun ya da sussun.” hadisine göre sessizliğin (sâmit), varoluşun tercih edilen varsayılan hali olduğunu anladılar. Ağzımızdan çıkan her kelime doğru ve yararlı olmalı; aksi halde sessiz kalmalıyız. Söyleyecek hiç iyi bir şeyimiz yoksa hiçbir suretle hiçbir şey söylememeliyiz. Şüphesiz iyi bir sebebi desteklemek ya da kötü bir amele karşı çıkmak için kesinlikle konuşmamız gereken zamanlar vardır. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah doğru konuşana ve mükâfatlandırılana ya da susana ve salim kalana merhamet etsin” Ne fayda sağlayan ne de zarar veren tarafsız konuşmaya müsaade edilebilir fakat manevi ve ahlaki sebeplerden dolayı sessiz kamaya alışmak daha iyidir.

Sükûtun, kalplerimiz ve kişiliğimiz üzerinde önemli bir etkisi vardır çünkü kötü ya da boş konuşma alışkanlığı, saf olmayan bir kalple sonuçlanır. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kalbi dürüst olmadıkça kulun imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz” Kalp ve dil ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır, öyleyse konuşmamızı korumak aynı zamanda kalplerimizi de korumaktır. Bu sona doğru giderken, sadece sessizliği hoş görmeyi değil ona nail olmayı da öğrenmek, kişiliğin olumlu yönde gelişmesinin bir yönüdür. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Ebû Zer’e (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Mutlaka iyi mizaca sahip olmalısın ve uzun sükûtta (tuli sâmit) bulunmalısın. Muhammed’in nefesinin elinde olanla, Allah katında bu ikisinden daha makbul amellerle hiç kimse davranamaz.” Sükût, aynı zamanda, kötü düşünceler şeklinde gelen şeytan ve onun şeytani fısıltılarını yenmemize yardım etmek için bir yoldur. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Uzun yıllar süren sükûtta bulunmalısınız, çünkü bu şeytanı defedecek ve dininizin meselelerinde size yardım edecektir.” Ve Ebu Said Hudri (r.a.) şöyle demiştir: “Doğruyu söyle, bunun dışında da sükûtu tercih et. Bunları yaparsan şeytanı yenersin.”

Bundan başka sükûtun yansıması, önemli bir örnek olarak Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed  (s.a.v.) ile bilge bir insanın işaretidir. Simak, Câbir bin Semüre’ye (r.a.) şöyle dedi: “Hiç Allah’ın Resulü (s.a.v.) ile beraber oturdun mu?” Câbir, “Evet, çok uzun sükût ederdi ve az gülerdi” Abu Darda (r.a.) şöyle demiştir: “Sükût, bir hikmet biçimidir, bunu ancak birkaç kişi ifa eder.” Vehb bin Münebbih şöyle demiştir: “Hekimler, tıbbın şahikasının perhiz olduğuna ve irfan sahipleri, hikmetin şahikasının sükût olduğuna razı oldular” Ebu el-Hayyal'ın, “Sükût etmeyi öğrenin” dediği gibi bu yaradılışın sükûtu iktisap edilecek bir beceridir. Sükût için bir kabiliyet ve sevgi geliştirmek, aynı şekilde dualarımızı ve ibadet amellerimizi güçlendirmenin ayrılmaz bir parçasıdır. Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: “Uzun sükûtta bulunmanın, ibadetin anahtarı olduğu söylenir.” Sessiz farkındalık uygulamamız, mutlaka dualarımızın ve ibadet amellerimizin güçlenmesine yol açacaktır.

Düzenli bir süre için inzivada sükûtta bulunmak, mevcudiyeti, aklın mekân ve zamana dair sükuti farkındalığını geliştirdiğinden dolayı sükût, murakebe ile ilgilidir. Ebu Bekir Fârisî’ye, “Ruhun (sırrın) sükûtu nedir?” diye sordular “Geçmiş ve gelecek zaman ile meşgul olmayı terk etmektir” dedi. Sükûtun yansıması ya da farkındalık alıştırmasında, geçmişin ya da geleceğin ya da yaratılışın başka bir yerinde ne olduğu konusunda endişelenmeksizin sadece şu anda var olmak için zamanımız vardır. Bu, Allah'ı nezdinde (huzurunda) mevcudiyeti, namaz kılarken içinde bulunmamız gereken aynı tür mevcudiyeti beslemek için bir fırsattır. Şüphesiz, geçmişi ya da geleceği düşünmek – hatalarımızdan ders almak, davranışlarımızı planlamak, günlük hayatımızı yaşamak, kaderimizi düşünmek için uygun bir zaman vardır. Sükûtta bulunmayı öğrenmenin amacı, geçmiş ya da gelecek hakkındaki düşüncelerimizi sadece gerekli ve faydalı olanla sınırlamaktır.

İbadet için inzivaya çekilmek, sükûtta bulunmanın yakın arkadaşıdır; yan yana dururlar. Sükût içinde ibadet edenler ve sadece Allah'ı hatırlamak için düzenli bir alışkanlık edinenler, Ahirette en çok mükafakatlandırılanlar arasındadır. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İnzivaya çekilenler (müferridun), ileriye geçtiler.” Onlar, “Ey Allah’ın Resulü, o inzivaya çekilenler kimlerdir?” diye sordular. Resullullah, “Allah’ı, çok zikreden erkekler ile kadınlardır.” buyurdu. Yahya bin Muhammed Münâvî, bu hadisi şöyle açıklamaktadır: “İnzivaya çekilenler, yalnızlık arayanlardır ve onlar, yalnız kalmak ve Allah’a adanmış olmak için kendini ayrı tutan biri gibi serbestçe ibadet etmek üzere insanlardan nükûl ederler.” Düzgün uygulanan inziva, kalpteki kötü hisleri defetmek için bir devadır, İbn Kayyim El Cevziyye dediği gibi, “Kalbteki hangi fesat Allah ile mukabele etmeden iyileşemesin, kalbteki hangi metruk hisler Allah ile yalnızlık içindeki husumet (halvet) ile giderilmesin.”

Sadece Allah’ın huzurunda olmak ile yetinip, odamızda sessizce tek başımıza oturabilseydik hayatımız ne kadar iyi olurdu bir an için hayal edin. Akıllı telefonlara ya da oyunlara, ya da televizyona, ya da elektronik cihazlara ya da bağımlılıklara ya da dikkat dağıtıcı şeylere hiç ihtiyaç yok. Daha huzurlu, mutlu ve daha memnun olur muydunuz? Fransız ilahiyatçı ve bilim adamı Blaise Pascal şöyle belirtmiştir:

Erkeklerin mutsuzluğunun tek bir gerçekten, kendi odalarında sessiz kalamadıklarından kaynaklandığını keşfettim. Yaşamını idame ettirmek için yeterli şeylere sahip olan bir erkek, evde nasıl keyifle kalacağını biliyorsa, denize gitmek ya da bir şehri gezmek için evden çıkmazdı.

Gerçekte, her insan, dış dürtüye dair aralıksız bir arzu duymaksızın manevi yaşamın tadını çıkaracak kadar disiplinli olsaydı, dünya hepimiz için çok daha iyi bir yer olurdu.

Bu nedenle, sükûttan keyif almayı ve bu suretle Allah’ın ve kendi mevcudiyetimizin manevi hallerinin farkındalığını nasıl öğrenebiliriz? İslam, bize yardımcı olmak için tasarlanmış derin ve belki de unutulmuş bir tefekkür geleneğine sahiptir.

İslam’da Tefekkür

Meditasyon, Latinçe meditatio (üzerinde düşünmek, çalışmak) kelimesinden türetilmiş “aralıksız ve kapsamlı düşünce, derinlemesine düşünme… adanmış dini tefekkür ya da manevi içebakış” olarak tanımlanmaktadır. Genel bir terim olarak meditasyon, dilbilimsel olarak tüm bilinçli ve yönlendirilmiş zihinsel faaliyetleri ifade eder. Tedavi edici ya da manevi uygulamadaki farklı meditasyon çeşitleri, farkındalığa ve bununla bağlantılı günlük yaşamdaki zindeliğe ulaşmayı bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Pozitif Psikoloji Ansiklopedisine göre, “Meditasyon, belirli bir şekilden bağımsız olarak, meditasyon sonrası farkındalığa yol açması ile ilişkilendirilir.” Meditasyon birçok şekilde ve birçok amaç için yapılabilir. Bazıları için bu, huzur veren bir dinlenme ve stres atma aracı, düşüncelerini yavaşlatmanın bir yoludur. Diğerleri, bir fikri yoğun düşünerek ya da dikkatlerini Allah’a ya da başka bir şeye odaklayarak meditasyon yaparlar.

Bazı Müslümanlar, “meditasyon” kelimesi konusunda anlaşılır bir biçimde tereddütlü ya da şüphecidir çünkü çok farklı meditasyon türleri bulunmaktadır; bazıları İslam’la çelişen dini inanç ve uygulamalarla özellikle ilişkilendirilmiştir. Bununla birlikte meselenin aslı şudur; bizim dürüst atalarımız, kelimenin tamamen dilbilimsel anlamında çeşitli meditasyon biçimlerini uyguladılar ve bu meditasyonlar aracılığıyla gelişmiş manevi haller elde ettiler; ibadet, dua ve yadetme amellerini geliştirdiler. Onların uygulamalarını yeniden canlandırmanın anahtarı, meditasyonu nasıl kavramlaştırdıklarını yakından incelemek ve İslami inanç, ibadet, etik ve görgü kuralları çerçevesinde uygulamalarını taklit etmeye çalışmaktır. İslami geleneğe dayandığımız sürece, psikoloji ve farkındalık uygulayıcılarının modern kavrayışlarını bile bünyemize katabiliriz. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) buyurduğu gibi, “Hikmet, mü'minin kaybettiği malıdır. Onu nerede bulursa alır”

Klasik dönemde Kur'an-ı Kerim’in okunması için akustiği geliştirmek ve desteklemek üzere mimarlık bilimi kullanılmışken, namaz (salah) modern zamanlarda ses donanımları ile geliştirilmiş ve desteklenmiştir. Bunlardan hiçbiri İslami inanç, ibadet ya da ahlakı değiştirmek için hiçbir şey yapmadıklarından ayıplanası dini yenilikler (bid’ah) değildir. Benzer bir şekilde, farkındalık içindeki modern kavrayışlar ve özellikle farkındalık alıştırmaları, ibadeti ve maneviyatı geliştirmek için yararlı araçlar olabilir.

İbn Kayyim El Cevziyye, İslam'daki “meditasyon” un birçok anlamının en iyi ve en özlü açıklamalardan birini sunmuştur. Ahiret için hazırlıklarımızın ayrılmaz bir parçasının, tefekkür etmek (tefekkür), tahattur etmek (tahattur), tetkik etmek (nathr), düşünceye dalmak (teamül), derin düşünmek (i’tibar), tedebbür etmek (tedebbür) ve istibsâr etmek (istibsâr) olduğunu ifade eder. Bu kelimelerin her biri, meditasyon biçimleri olarak düşünülebilen zihinsel faaliyetin farklı ince ayrıntılarını temsil eder. Bunların arasında dikkate değer, çakışan anlamlar bulunmaktadır fakat aynı zamanda ince farklılıklar da vardır. İbn Kayyim El Cevziyye şöyle devam eder:

Buna, ‘tefekkür’ denir çünkü içinde düşüncenin ve o esnada istihsalinin kullanımı vardır. Buna ‘tahattur’ denir çünkü akıl dağıldıktan ya da ondan yoksun olduktan sonra dikkate alınması gereken bilginin cezp edilmesidir… Buna ‘ta’amul’ denir çünkü kişinin kalbinde belirgin ve açık olana kadar tekrar tekrar tetkik etmesidir. Buna ‘i’tibar’ – ibret alma – denir çünkü kişi başka bir yerde tatbik etmek üzere bir ibret alır. Buna ‘tedebbür’ denir çünkü meselelerin semerelerini, nihayetlerini ve sonuçlarını tetkik eder ve onlar üzerinde müzakere eder. 

İslami meditasyonun bütün bu türleri, kalbi kötü duygulardan ve aklı kötü düşüncelerden arındırmak amacıyla Allah'ın bir şekilde hatırlanması ya da farkındalığını içermektedir. Her insan ruhu, farkındalık ile cilalanmış ya da gaflet ile donuklaşmış bir ayna gibidir. İmam Gazzâlî şöyle yazmaktadır:

Kalb, şu müessir vasıfların ihâta ettiği bir ayna gibidir. Bu eserler sıra ile kalbe uğrarlar. Yukarda anlattığımız iyi hasletler kalbe uğrarsa, kalb aynasının cilâsını, nûr ve parlaklığını arttırır. Hakkın cilâları orada parlamağa, dînde matlûb olan umurun gerçekleri orada keşfolmağa başlar.

Tahattur etmeyi geliştirerek ve çeşitli zihinsel alıştırmalar ve faaliyetler vasıtasıyla Allah’ın murakabe halini iktisap ederek, kalplerimizi etkili bir şekilde “cilalarız” ve Allah’ın bizi tevakkuf etmek için yarattığı saf manevi hal olan ruhun erdemli tabiatının (al-nafs al- rabbaniyyah) perdesini kaldırırız. Ebu'd-Derda (r.a.) şöyle söylemektedir: “Her şeyin bir cilâsı vardır; kalplerin cilâsı da Yüce Allah’ı zikretmektir.” İbn Kayyim El Cevziyye şöyle yazmaktadır:

Kalb iki şey ile lekelenir: gaflet (gaflet) ve günah. Ve iki şey ile cilalanır: Allah’ın bağışlayıcılığının peşinde koşmak ve Allah’ı zikretmek.

Örneğin, Allah’ın lütufları üzerine tefekkür edilmesi, kalpte minnettarlık yaratan ve nankörlüğü ondan dışarı atan mükemmel bir ibadet ameli ve zihinsel faaliyettir (meditasyon). Ömer ibn Abdül Aziz şöyle sözlemektedir: “Allâh'ı zikrederek sohbet etmek çok güzeldir. Allâh'ın nîmetleri üzerinde tefekkür ise, ibadetlerin en fazîletlilerindendir.” Allah’ı yüksek sesle zikretmek şüphesiz bir erdemdir fakat bize lütfedilenleri düşünmek daha iyidir çünkü bu muhakkak mânen olur; iyi kelimeler olsalar bile, konuştuğumuz işitilebilir kelimelerin her zaman tam olarak farkında değiliz.

Buna ilaveten, Ahiret hakkında dengeli ve bilgili bir tutumda düşünmek, olumlu psikolojik sonuçlara,  kişinin dünyadaki yeri ile yetinmesine ve maddeciliği reddedişine yol açmalıdır. Ebû Süleymân Dârânî şöyle söylemektedir:

Dünya üzerinde düşünce, Ahiret üzerindeki bir peçe ve insanlar için bir cezadır. Ahiret üzerine düşünce, kalpte hikmeti ve ömürü istihsal eder. Kim dünyaya koruyucusu olarak bakarsa onun hezeyanlarını kabul etmeye gelecektir.

Diğer yandan dünyayı ve onun hoşnutsuzluklarını, gerekli olandan daha sık düşünmek mutsuzluğa ve saf olmayan bir kalbe yol açacaktır.

Bir kişi, aynı anda hem Allah'ı hem de dünyayı düşünemez; ya o ya diğeridir. Dünya üzerine çok fazla gereksiz düşünce, özellikle iyi ameller yapmamız için bizi teşvik eden Allah umudunu ve günahlardan sakınmak için bizi zorlayan Allah korkusunu azaltarak genel farkındalığımızı zayıflatır. Nasrâbâdî şöyle söylemektedir: “Ümit hali insanı ibadet ve taat yapmaya sevkeder. Korku hali de, insanı günah işlemekten uzaklaştırır ve murakebe hali ise insanı hakikate giden yollara yöneltir.” Bu duruma göre, O'nun varlığının farkındalığını arttırmanın, O’nun nimetlerine şükretmenin bir yolu olarak ve gelecek yaşama hazırlanmak için her gün Allah’ı zikretmek ve ahiret üzerine tefekkür etmek için sessiz bir zaman yaratmalıyız.

“Tahattur Etme” (zikir) olarak adlandırılmış Kur'an-ı Kerim’in kendisini okumak en güçlü ve faydalı meditasyon şeklidir, Allah’ın dediği gibi, “Bu bir mübarek kitaptır ki onu sana, insanlar âyetleri üzerinde iyice düşünsünler, akıl iz‘an sahipleri ondan dersler, öğütler alsınlar diye indirdik.”

İmam Gazzâlî, günlük dört manevi uygulama ile meşgul olmamızı tavsiye etmektedir (al-watha’if al- arba’ah): dua (dua), zikir (zikir), Kur'an-ı Kerim okuma (kıraat) ve derin düşünme (fikr). Bu ibadet amellerindeki çeşitlilik, aynı zamanda kalbi ve aklı farklı ve mütemmim yollarla beslerken ibadet eden bir kişiyi tek bir amel ederek çok sıkılmasını önleyecektir. Dengeli bir perhizin beslenme için farklı besin gruplarına dayandığı gibi, dengeli bir manevi hayat, tam maişet için farklı ibadet ve meditasyon faaliyetlerine bağlıdır.

İmam Gazzâlî tarafından tanımlanan manevi uygulamalardan biri, modern farkındalık uygulamalarına oldukça benzer, ancak İslami bir teolojik dünya görüşü içinde. Onun için bu, sadece başka bir zikir şekli idi. İbadet eden kişi, inzivaya çekilmeli, kalbini tüm kaygılardan temizlemeli ve “düşüncelerini ne Kur'an-ı Kerim okuma ile ne açıklamaları üzerine düşünüp taşınmak ile ne hadis kitapları ile ne de başka herhangi bir şeyle dağıtmamalıdır; daha ziyade Yüce Allah'ın yanında aklına hiçbir düşünceyi sokmamaya gayret eder.” İbadet eden kişi, bunu “kalbin mevcudiyetini” “kalbi zikirde gayretli hale gelene” kadar aşılamak için yapar. Sonuç olarak, İmam Gazzâlî şöyle devam ediyor:

Eğer niyeti hakiki ise, kaygıları tertibe girer ve gayreti gelişir, o zaman sahte arzulara çekilmeyecek ve dünya ile ilgili boş düşüncelerle meşgul olmayacaktır. Hakikatin aslı, kalbinde parlayacaktır. 

İslami meditasyonun her şeklinin yeri ve görevi vardır ve çoğu zaman birbirleriyle örtüşür ve harmanlanır. Tartışıldığı gibi dikkatli bir öz farkındalık elde etmek amaçlarıyla, sükuti inziva içinde manevi yaşantımızı,  zihinsel ve duygusal hallerimizin (“kavramsal çerçeveler”) gerçeklikleri bizim için belirgin hale gelene kadar sürekli olarak incelemek ve gözlemlemek için manevi düşünceye dalma (ta’amul) ameli ile ilgileniyoruz. Bu, manevi hallerimizin farkındalığını geliştirmek için ve düşüncelerimizin, biz ne olduğunu bile bilmeden önce düşünceler silsilesinden uzaklaştırılmış olmasından daha ziyade en başlangıçta fokurdayarak ortaya çıktığını fark etmek için özel bir yöntemdir.

İçimizde neler olduğu konusunda daha bilinçli olmak için düşüncelerimizin, aşamalardan amellere nasıl ilerlediğini anlamamız gerekiyor. Celâleddîn Süyûtî’ye göre, bir düşüncenin ilk aşaması hâcis’tir; bir kişi bunu düşünmeden önce gelip ve giden ani ve geçici bir düşünce. Orada olduğunu bile fark etmeyebiliriz. İkinci aşama, hatır’dır; dikkat ve önem verdiğimiz bir düşünce. Bu mertebede, bu düşünceler silsilesini devam ettirmek ya da görmezden gelmek için bir seçeneğimiz bulunmaktadır. Üçüncü aşamada nefs ile ilgili hadisler vardır; iç sesimiz ya da düşünceyi kovladığımız ve ciddi anlamda ona uygun davrandığımızdan dolayı ‘benliğimiz ile konuşma’. Son aşamalar ise, al-ham ve azim’dir; düşünceyi amele bağlama kararı ve azmi.  Elbette düşünceler iyi olduğunda, onların peşinden gidebilmeliyiz ve gitmeliyiz. Sorun, kötü düşüncelerden kaynaklanır. Özellikle zaman zaman çok güçlü ve baskın olduklarında onları yadsımayı nasıl öğrenebiliriz?

Bu bağlamda farkındalık alıştırması, düşünceleri bastırmak ile ilgili değil, fakat daha ziyade sırf onların farkında olmak ve onların geçmesine izin vermeyi öğrenmekle ilgilidir. Düşüncelerimiz ile alakalı daha haberdar hale gelmemizle, kendimiz ve düşüncelerimiz arasında bir mesafe algılamaya başlarız. Kendimizi düşüncelerimizden ayırır ve kimliksizleştiririz; iredemiz dışındaki düşünceler, sadece “hadiseler” dir (hadise) ve mutlaka kim olduğumuzu yansıtmaz. Baştaki düşünceler (al-hajis), istemeden nefsten kaynaklanabilir. Allah’ın buyurduğu gibi, “İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz…” Düşünceler, ayrıca bir dış kaynaktan da kaynaklanır, bir şeytan ya da bir meleğin fısıltıları (vesvese). Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Şüphesiz, Âdemoğluna Şeytan da Melek de yaklaşır. Şeytanın yaklaşması kötülüğe götürmek ve hakkı yalanlamaktır. Meleğin yaklaşması ise hayra götürmek ve hakkı doğrultmaktır. Kim vicdanında, kalbinde hayra yönelmeyi bulursa, bunun Allah'tan olduğunu bilsin ve hamd etsin. Kim de içinde diğerini (şeytanın vesvesesini) bulursa, taşlanmış ve kovulmuş şeytandan Allah'a sığınsın.

Sonra, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ayeti şöyle okumaktadır: “Şeytan içinize yoksulluk korkusu düşürür ve çirkin şeyler yapmanızı emreder. Allah ise kendinden bir bağışlama ve lutuf sözü vermektedir. Allah her şeyi kuşatmakta ve her şeyi bilmektedir.” İster istemsiz olarak bilinçaltının kendisinden ister haricen meleksel ve şeytani tekliflerden olsun, düşüncelerin nereden kaynaklandığı önemli değildir; farkındalık, bizim ve düşünceler arasındaki alanı ortaya çıkar çıkmaz ve ihtiyari, bilinçli düşüncelere dönmeden önce daha iyi algılamamızı öğretir.

Kötü düşüncelere sahip olduğumuz için kötü insanlar değiliz; ne kadar dürüst olduğumuz önemli değil, hepimiziz kötü düşünceleri vardır. Kötü düşünceler deneyimlediğimiz için suçluluk duygusu yüklenmemiz kötü ve bize zararlıdır. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki Allah, eyleme dönüştürmedikleri ve seslendirmedikleri sürece içlerine doğan kötü düşüncelerden ötürü ümmetimi sorgulamaktan muaf tutmuştur.”  Düşüncelerimizden sadece, bilinçli olarak onlara göre hareket etmeyi seçersek sorumlu tutuluyoruz. Düşüncelerimizi daha bilinçli hale getirmek için kendimizi eğitirek kendimiz ve düşüncelerimiz arasında biraz alan sağlarız ve böylece doğru tepki vermek, kötü olanı görmezden gelmek ve iyi olanı kovalamak için zamanımız olur.

Şeytan ya da egonuzdan gelen kötü düşünceleri, nihayetinde Allah'ın kontrolü altında olan bir köpekmiş gibi düşünün. İbn Teymiye şöyle söylemektedir: “Eğer bir çoban köpeği yolunuzu kesip size saldırmaya kalksa, onu taşla sopayla kendinizden uzaklaştırmaya çalışmayın. Çobana gidip, onu sizden uzaklaştırmasını isteyin.” Onlarla meşgul olarak ya da onları bastırmaya çalışarak kötü düşüncelerle savaşmaya çalışmayın. Bunun yerine dikkatinizi farkındalığa ve hatırlamaya geri çevirin, Allah’ın buyurduğu gibi, “Eğer şeytandan bir fitleme seni dürtüklerse hemen Allah’a sığın!...”  Kötü bir düşünceyi bastırmak için büyük çaba sarf etmek – ve böylece hak ettiğinden daha fazla dikkat çekmek – genellikle geri tepme ve işlerin daha da kötüleşmesi ile sonuçlanır. Onu hayatta tutmak için hemen onu geri besleyen ve ona oksijen veren şeytani düşünce hakkında kendimiz ile konuşmayı (“Bunu düşündüğüm için çok kötüyüm!” “Böyle düşünmemeliyim!”) sonlandırırız.

Başka bir bakış açısına göre, aklınızı, durgun bir göletmiş ve düşüncelerinizi bu göletin içindeki kıpırtılar ve dalgalar gibi düşünün. Farkındalığı, dalgalardan haberdar olarak ve onları görmezden gelmeyi öğrenerek ya da onlarla istediğimiz vakit meşgul olarak geliştiririz. Kötü bir düşünce, göletteki bir kıpırtı gibidir. Ona dokunursanız ya da onunla meşgul olursanız, sadece dalgaları daha güçlü yaparsınız. Dalgaları bir kürek ile geri püskürtemezsiniz; onların akıp gitmesine izin vermeyi öğrenmelisiniz. Sükuti farkındalık alıştırmasıyla, dalgaların ve kıpırtıların sadece dağılıp yok olmasına izin veririz. Onlara önem verin, onları kabul edin ve siz, kendinizi Allah ile murakebe haline doğru yönlendirirken onların kendi başlarına geçip gitmesine izin verin. Özet olarak bu farkındalık alıştırması uygulamasıdır.

Farkındalık alıştırması, bazen alıştırma memnun edici duygulara yol açsa da manevi vecd yaşamakla ilgili değildir. Birçok insan, sadece manevi bir doruğu hissetmek istedikleri için tefekkür etmeye ya da farkındalık alıştırmalarıyla meşgul olmaya çalışır fakat mevzu duygu değildir. Bu, bedenlerimizle nasıl alıştırma yapıyorsak aynı şekilde alıştırma – eğitim (riyadah) –  ile ilgilidir; elbette bazen idman iyi hissettirir fakat asıl amaç sağlık ve güç toplamaktır. Benzer şekilde, farkındalık alıştırması zihinsel gücü biriktirmenin bir aracıdır ve İslami bir çerçeve, manevi güç ile bağlantılıdır.

Farkındalık alıştırması, düzenli birincil ibadet amellerini yerine getirmekle ilgili de değildir. Diğer faydalarının yanı sıra bu, bazı Müslümanların oruç tutulmayan günlerde daha az yiyerek Ramazan'a nasıl hazırlandıklarına benzer temel ibadet amelleri için bir hazırlık türü olarak işlev görür. Farkındalık alıştırmasını, basketbol antrenmanı gibi ve namaz kılmayı basketbol maçı gibi düşünün, murakebe halimizi alıştırma ve antrenman aracılığıyla güçlendiririz, bu suretle murakebe’yi namaz’da fiiliyata geçirdiğimizde, zihinsel ve manevi suretimizin en üst seviyesinde oluruz. Namaz kılmak icradır, farkındalık alıştırması provadır.

Sonraki bölümde İslami bir bağlamda günlük farkındalık alıştırmasını uygulamanın kolay bir yolunu sunuyoruz. Şüphesiz, günlük namazlarda olduğu gibi farkındalık alıştırması için İslam’da bildirilmiş hiçbir yöntem yoktur. Bu alıştırma, her ne kadar hatırlama (zikir) ve niyaz etme (dua) ibadet amellerini bünyesinde bulunduruyor olsa da, zorunlu ibadet amellerini tamamlayan gönüllü bir faaliyettir. Sıradan uygulayıcılar, bireylerin spor salonunda kendi kişisel programlarını planlamak üzere ortak fitness ilkelerini kullanabilmeleri ile aynı şekilde özel tercihlerine uyarlamak ve kişiselleştirmek için alıştırmalara dayalı olduğunu keşfedeceklerdir. Her insan ruhu ve hali farklıdır – farkındalık alıştırması ile meşgul olmanın herkese uyan bir kalıbı yoktur – öyleyse her insan kendisi için en iyi olanı keşfetmek zorundadır.

İslam’da Farkındalık Alıştırması

Başlamak için, tek başınıza olabileceğiniz sakin bir yerde günün bir saatini seçin. Bazı Müslümanlar, sabah namazından (fecr) ya da bir başka namaz vaktinden önce, işten önce ya da sonra, öğle arasında, ya da hatta yatmadan önce bir vakit tercih ederler. Namazdan hemen önce yapılacak hızlı bir alıştırma, namaza zihinsel olarak hazırlanmak için özellikle faydalıdır. Günlük alıştırma için düzenli bir vakit seçmek iyidir fakat programınıza uyacak şekilde günün herhangi bir vaktinde yapılabilir. Aynı zamanda istediğiniz kadar, bir saat hatta günde beş dakika da yapılabilir. Uygulamalarını geliştirmek isteyen yeni başlayanlar, bunu uzun vadeli bir alışkanlık olarak pekiştirmek ve uygun gördükleri gibi zamanla gittikçe arttırmak için her gün en az beş dakika taahhüt etmelidirler. Uygulamanın biriken olumlu etkilerini görmeye ve sükût ve dinginlikten keyif almayı öğrenmeye ve sadece mevcut olmaya başladığınızda, nihayetinde alıştırmayı daha uzun süre yapmak isteyebilirsiniz.

Ardından, rahat bulduğunuz bir duruş seçin. Sandalyede, rahat bir yastık üzerinde oturabilir ya da yan tarafınıza ya da arka üstü uzanabilirsiniz, Allah’ın buyurduğu gibi, “Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar…” Amaç, dinlendirici ve rahatlatıcı ama uykuya dalacak kadar dinlendirici olmayan bir duruş bulmaktır. İlave olarak, bir başka bağlamda Allah’ı meditasyona yönelik hatırlamak, uyumak için uzandığımızda uykuya dalmamızı kolaylaştırmada yardımcı olabilir. İbn Kayyim El Cevziyye şöyle yazmaktadır: “Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), izin verildiğinde sağ tarafına yatar ve uyku basıncaya kadar Allah’ı zikrederek uyurdu.”

Şimdi, normal nefes almanızla ilgili farkındalığa odaklanarak başlayın. İlerledikçe, vücudunuzdaki kas gerginliğini rahatlatın: kollarınızı, bacaklarınızı, damarlarınızı, çenenizi. Gözlerinizi kapatabilirsiniz ya da sadece indirebilirsiniz. Rahat bir nefes alıp vermeye başladığınızda, şu andaki kalp ve zihin halinizi hissedin. Ne hissediyorsunuz? Ne düşünüyorsunuz? Zihniniz hızlı mı çalışıyor yoksa sakin mi? Normal rahatlamış nefes alışınıza farkındalık getirerek, basitçe Allah’ın bedeninize baştan aşağı verdiği yaşamı ve enerjiyi hissederek zihninizi yatıştırın. Size bahşedilen nefes, yaşam ve şu andaki mevcudiyetiniz için Allah’a derin bir şükran duygusu hissedin.

Manevi alanınız içinde dinginliğe alıştığınızda, Allah ile murakebe halinin hissini kavramaya başlayın. O’nun sizi izlediğini bilin ve hissedin, “Nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir.” O, şu an ve her zaman içinizde olup biten herşeyi bilir. Bu manevi sükût halindeki (samt al-sirrmurakebe hissine odaklanın. Kendinizle konuşmayı (nefs hadisi) ya da düşünceler silsilesini kovalamayı bırakmaya çalışın. İç sesinizi olabildiğince susturun ve sadece şu an Allah ile birlikte olmaya odaklanın.

Zihniniz başka şeylere dalıp gitmeye başladığı zaman – ve bu kesinlikle olacaktır – farkındalığınızı, Allah’ı sükût içinde zikrederek varlığınızın merkezine ve Allah’ın huzurundaki bu anki mevcudiyetinize geri getirmek istersiniz. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), eğer dikkati dağılmışsa kendisini bir murakebe haline getirmek için niyaz ederdi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Gerçek şu ki, benim de kalbim perdelenir ve ben her gün yüz defa istiğfar eder, Allah’tan bağışlanma dilerim” İmam Nevevî, bu hadisi şöyle açıklamaktadır: “Bunun, Resulullah’ın normal vaziyeti olan Allah'ın zikretmedeki ihmal ve gaflet dönemi olduğu anlamına geldiği söylenir. İhmal dönemi olduğunda, bir günahı düşünür ve onun için bağışlanma dilerdi” Hatta Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), bazen kısa süreli unutkanlık dönemleri yaşardı, bu nedenle kendini murakebe haline geri getirmenin bir yolu olarak Allah’tan bağışlanma dilerdi (“estağfurullah” derdi). Eğer onun durumu buydu ise o zaman biz, kendi zihnimizin ne kadar daha çok başka şeylere dalıp gitmesini bekleyebiliriz?

Bu alıştırmada niyaz ya da zikir, murakebe hali için bir “çapa” olarak hareket eder. Çapa, zihniniz başka şeylere dalıp gittiğinde manen okuduğunuz, aklınızı, varlığınızın ve farkındalığın merkezine geri getirmeye yardım eden bir ifadedir. Bu, mutlaka sık sık tekrarlanan, yoğun bir şekilde odaklanmış bir konsantrasyon amacı değildir. Daha ziyade, zihninizin, alıştırmanın hem içinde hem de dışında murakebe hali ile birleşmeye başlayacağı sakinleştirici bir ifadedir. Sünnet’teki sayısız sahih niyazların birinden demir almak en iyisidir. “İki kelime vardır ki Rahman Teâlâ’ya sevgili, lisanda hafif mizanda da ağırdırlar. Bunlar: Allah’ı hamd ile tesbîh ederim (Subhanallahi ve bi hamdihi) ve büyük Allah’ı tesbîh ederim (subhanallahi’l azîm) kelimeleridir.” Ve tekrar, “Zikrin en efdali Allah’tan başla İlah yoktur (La ilahe illallah), duanın en faziletlisi ise ‘bütün hamdlar Allah mahsusdur’ (Elhamdulillah) dur.” Allah’tan bağışlanma dilemek (istiğfar), Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) çapalarından biriydi, bu yüzden hiçbir şey daha iyi olamazdı. Sizin çapanız, kalbinizde hatırlama ve farkındalık yaratan, Allah'ın güzel isimlerinden sadece biri olabilir ya da yukarıdakilerin tümünü birleşik halde kullanabilirsiniz.

Allah’ın huzurunda bu anda hazır bulunduğunuzda, akıl, ortaya çıkan düşünceler nedeniyle sık sık gaflete ve dikkat dağıtıcı şeylere dalıp gidecektir. Bir sakıncası yok, bunda hiçbir sorun yok; aslında, bu tamamen normaldir. Murakebe haline geri dönmek için çapanızı (zikir ya da niyaz)  kullandığınız her zaman bu, zihinsel bir şınav çekmeye ya da mekik çekmeye benzemektedir. Devam eden uygulama vasıtasıyla, zihinsel ve manevi kaslarınızı güçlendireceksiniz. Aklınız başka şeylere dalıp gittiğinde kendinizi suçlamayın ya da cezalandırmayın, sadece çapanız ile onu sükuti farkındalığa usulca geri getirin. Bu, bu halde olmak doğal ve rahat bir alışkanlık haline gelene kadar Allah ve kendi iç benliğinizle kendinizi murakebe haline tekrar tekrar geri getiren bir teamül amelidir.

Bazen alıştırma sırasında aklınız, alıştırmamızdan hiçbir şey elde etmediğimizi hissedene kadar dörtnala koşturur, sık sık başka şeylere dalıp gider. Bu, yanlış bir kavram olurdu. En iyi farkındalık alıştırma seansı, tamamladığınızdır, nokta! Aklın ne kadar süre gaflette kaldığının önemi yoktur, onu murakebe haline geri getirdiğiniz her zaman, daha da güçlü hale gelmiştir. Ve içinizden Allah’ın adını andığınız ya da size bahşettiği yaşam, enerji ve nefes için Allah’a şükrettiğiniz her zaman bu, melekler tarafından sizin sevap defterinize yazıldı ve kalbinizdeki paslı noktaların bazılarını cilalayıp kalbinizde söküp attı.

Farkındalık Alıştırmasının Meyveleri

Bu basit uygulamayı düzenli bir alışkanlık haline getirirseniz, zamanla biriken olumlu sonuçları göreceksiniz. Namaz kılmanın öncekinden daha kolay ve daha doğal hale geldiğini fark edeceksiniz. Stresi daha iyi hafifletecek ve rahatlatıcı bir istirahate daha iyi ulaşacaksınız, gerektiğinde dikkatinizi daha iyi odaklayacak, yaşamın zor anları ile uğraşmak için daha kolay bir zamanınız olacak ve başkalarına daha fazla şefkat duyacaksınız. Alıştırmadaki çapanız (zikir ya da niyaz), nerede olursanız olun ve ne yapıyorsanız yapın, sizi murakebe haline geri getirmek için herhangi bir zamanda kullanılabilir. Elbette, farkındalık alıştırması uygulaması memnun edici hale gelecek olmakla beraber biz, gönüllü namaz kılma, oruç tutma ya da Kur'an-ı Kerim'i okuma gibi diğer mükemmel ibadet amellerinin ihmal edilmesini asla belirtmemeliyiz.

Uygulamanın en önemli sonuçlarından biri, düşüncelerimiz ve duygularımız üzerinde bir kontrol ölçüsü kazanmamıza engel olacaktır. Alıştırma sırasında düşüncelerin başlangıçta ortaya çıktığını fark ettiğimiz gibi, diğer zamanlarda kötü düşünceler ortaya çıktıkça daha kolay fark edeceğiz. Bu bize, kötü bir düşünceler silsilesini takip etmeye başlamadan ve ne olduğunu anlayamadan hareket etmeye başlamadan önce, onlara tepki vermek için zaman kazandırır. Artık kötü düşünceleri, bilinçaltı zihninden (ya da Şeytan’dan) aniden ortaya çıktığında onların farkında olduğumuz sürece yok olmaya mahkûm bir göletteki kıpırtılar olarak görebiliriz. İyi düşüncelere sahip olduğumuzda, onları fark etmek için daha aceleci davranacağız ve bu suretle onları dilediğimiz gibi büyütceğiz. Bazı farkındalık uygulayıcıları tarafından öğretildiği gibi fakat daha ziyade seçtiğimiz gibi, düşünceleri sadece daha iyi yönlendirmek için kendimizi düşüncelerden tamamen ayırmak istemiyoruz.

Benzer bir mekanizma hisler ve duygular için de geçerlidir. İncelikli manevi değişiklikleri fark etmeye alışır hale geldikçe, bir his ve ona verilen tepki arasındaki mesafeyi daha fazla fark eder hale geliriz. Örneğin; Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Öfkelenmeyin” Ama hepimiz kaçınılmaz olarak bazı noktalarda öfke duyarız ve öfkeli düşüncelere sahip oluruz. İbn Hacer el-Askalanî, âlimler hadisin anlamını şöyle açıklamaktadır: “öfkenin sebeplerinden uzak dur, öfkeyi celbedecek şeyin peşine düşme... öfkenin size emrettiği şey üzerine hareket etmeyin.” Duygularımız ile ilgili daha bilinçli hale geldikçe, onlardan sakınmak için olumsuz tetikleyicilerimiz ile ilgili daha fazla farkında hale gelmekle beraber, kendimiz ve duygularımız arasında bize doğru şekilde tepki vermek için zaman veren, başkalarına refleks olarak bağırmak ya da daha sonra pişman olacağımız düşüncesiz bir şey yapmak yerine öfkelendiğimiz zaman Allah’a sığınmayı hatırmak gibi bir tampon bölge oluşturururuz.

Dahası, bizi günah işlemeye teşvik eden arzuları ve dürtüleri kaçınılmaz olarak yaşayacağız. Bu, hayat denemelerinin bir parçasıdır. Murakebe halini geliştirdiğimizde, filizlenmeye başladıkça bu tür arzulardan haberdar olabiliriz. Onları suçluluk duymadan kabul edebiliriz; onlar doğal ve önlenemezdir. Kötü arzulara sahip olmamız bizi kötü insanlar yapmaz. Fakat manevi hallerimize karşı daha bilinçli hale geldiğimizde, kendimizi küçük arzularımızdan daha iyi ayırır hale geliriz ve bunun yerine erdemli, daha yüksek arzularımıza göre hareket ederiz. Çapamıza geri dönme alışkanlığı (zikir ya da niyaz), nefsin ya da şeytanın kötü tekliflerine güvenle “hayır” demek için bize sadece yeterli nefes alma yeri verir.

Sonuç

İslam’da farkındalık (murakebe), Allah ile olan ilişkide Allah’tan ve manevi halimizden kapsamlı bir şekilde haberdar olmanın bir bilinç halidir. Tam haliyle, ulaşılabilir en yüksek manevi haldir –inançtaki nefasetin kuzursuz bir şekilde idrakidir (ihsan). Modern bilim, bir dizi sağlık ve sıhhat faydasının sağlanmasında, hatta dini olmayan bir bağlamda farkındalık alıştırmalarının tesirini göstermiştir. Bu sezgiler, İslami farkındalığı geliştiren, ibadeti arttıran ve yaşam kalitemizi zenginleştiren uygulanabilir çağdaş teknikler üretmek için İslam’ın geleneksel meditasyon kavramlarıyla ciddi olarak sentezlenebilir.

Başarı Allah’ın yardımına bağlıdır ve Allah en iyisini bilendir.

[1] “Farkındalık” Oxford İngilizce Sözlük: https://en.oxforddictionaries.com/definition/mindfulness.

[2]  Smalley, Susan L, ve Diana WinstonTamamen Mevcut: Farkındalık Bilimi, Sanatı ve Uygulaması. (Cambridge, Mass.: Da Capo Lifelong, 2010), 10.

[3] “Farkındalığın faydaları nelerdir?”, Amerika Psikoloji Derneği: http://www.apa.org/monitor/2012/07-08/ce-corner.aspx.

[4] Wehr, Hans, ve J M. CowanModern Yazılı Arapça Bir Sözlük: (Arapça-İngilizce). (Ithaca, N.Y: Konuşulan Dil Hizmetleri, 1994), 408.

[5] Tüveyciri, Muhammed bin İbrahimMawsū’at Fiqh Al-Qulūb. (Amman: Bayt al-Afkār al-Dawlīyah, 2006), 2:1997

[6] Bakara Suresi 2:235; Abdel Haleem, M. A. Kur'an-ı Kerim: İngilizce çeviri ve Arapça metni ile muvazi. (Oxford: Oxford Üniversitesi Basımı, 2010), 39.

[7]  İbn Kayyim El CevziyyeMuhammed bin Ebu BekirMadārij Al-Sālikīn Bayna Manāzil Īyāka Na’budu Wa Īyāka Nasta’īn. (Beyrut: Dār al-Kutub al-ʻArabī, 1996), 2:64-66; Ahmed el-GazzâlîEbu HamidIḥyā’ ’Ulūm Al- Dīn. (Beyrut: Dār al-Maʻrifah, 1980), 4:397-398.

[8] BuhariMuhammed bin İsmailṢaḥīḥ Sahih-i Buhari. (Beyrut: Dār Ṭawq al-Najjāh, 2002), 1:19 #50.

[9] TüveyciriMawsū’at Fiqh Al-Qulūb, 1:785.

[10] A.e., 2:1329

[11] İbn Kayyim El CevziyyeMadārij Al-Sālikīn, 2:66

[12] KuşeyrîAbdülkerîm bin HavâzinAl-Risālah Al-Qushayrīyah. (Kahire: Dār al-Maʻārif, 1995), 1:331

[13] İbn Kayyim El CevziyyeMadārij Al-Sālikīn, 2:68

[14] GeylânîAbdülkâdirAl-Ghanīyah Li-Ṭālibī Ṭarīq Al-Ḥaqq. (Beyrut: Dār al-Kutub al-’Ilmīyah, 1997), 2:309-310

[15] A.e.., 2:213

[16] Carlyle, ThomasSartor Resartus. (Londra: Electric Book Co, 2001), 262

[17] Sahih-i BuhariṢaḥīḥ al-Bukhārī, 8:100 #6475

[18] Beyhakî, Ahmed bin Hüseyn bin Ali Shu’ab Al-Īmān. (Riyad: Maktabat al-Rushd lil-Nashr wal-Tawzī’, 2003), 7:17 #4585; Ṣaḥīḥ Al-Jāmi’ Al-Ṣaghīr Wa Ziyādatihi adlı eserde Nasreddin Albani tarafından hasen olarak açıklanmıştır. ([Şam]: al-Maktab al-Islāmī, 1969), 1:657 #3492

[19] Ahmed bin HanbelMusnad Al-Imām Aḥmad Ibn Ḥanbal. (Beyrut: Mu’assasat al-Risālah, 2001), 20:343 #13048; Ṣaḥīḥ Al-Targhīb Wal-Tarhīb adlı eserde Nasreddin Albani tarafından hasen olarak açıklanmıştır. (Riyad: Maktabat al- Maʻārif, 2000), 2:680 #2554.

[20] Taberânî, Süleyman bin AhmedAl-Muʻjam Al-Awsaṭ. (Kahire: Dār al-Ḥaramayn, 1995), 7:140 #7103; Al-Targhīb Wal-Tarhīb adlı eserde Al-Mundhiri tarafından iyi (ceyyid) olarak açıklanmıştır. (Beyrut: Dār al-Kutub al-’Ilmīyah, 1996), 3:274 #4022

[21] BeyhakîShu’ab Al-Īmān, 7:21 #4592; Kashf Al-Khafā’ Wa Muzīl Al-Ilbās adlı eserde Aclunî tarafından iyi (ceyyid) olarak açıklanmıştır (Kahire: Maktabat al-Qudsī, 1932), 2:258 #25251

[22] İbn Ebi’d-Dünyâ, Abdullah bin Muhammed Kitāb Al-Ṣamt Wa Ādāb Al-Lisān. (Beyrut: Dār al-Kitāb al- ʻArabī, 1990), 1:85 #91

[23] Ahmed bin HanbelMusnad Al-Imām Aḥmad Ibn Ḥanbal, 34:405 #20809; Al-Jawāb Al-Ṣaḥīḥ Li-Man Baddala Dīn Al-Masīḥ adlı eserde İbn Teymiye tarafından sahih olarak açıklanmıştır. (Riyad: Dār al-’Āṣimah, 1999), 5:474

[24] İbn Ebi’d-DünyâKitāb Al-Ṣamt Wa Ādāb Al-Lisān, 1:278 #619

[25] İbn Abdal Bar Yusuf bin AbdullahJāmi’ Bayān Al-’Ilm Wa-Faḍlih. (Ed-Dammam: Dār Ibn al-Jawzī, 1994), 1:552 #920

[26] İbn Ebi’d-DünyâKitāb Al-Ṣamt Wa Ādāb Al-Lisān, 1:222 #433

[27] Al-Risālah Al-Qushayrīyah, 1:247

[28] Müslim bin HaccâcṢaḥīḥ Muslim. ([Beyrut]: Dār Iḥyāʼ al-Kutub al-ʻArabīyah, 1955), 4:2062 #2676

[29] Muhammad al-MunawiAbdul Rauf bin Tec, ve Celâleddîn SüyûtîFayḍ Al-Qadīr, Sharḥ Al-Jāmiʻ Al-Ṣaghīr. (Mısır [Kahire]: al-Maktabah al-Tijārīyah al-Kubrá, 1938), 4:92 #4651

[30] İbn Kayyim El CevziyyeMuhammed bin Ebu BekirMadārij Al-Sālikīn Bayna Manāzil Īyāka Na’budu Wa Īyāka Nasta’īn. (Beyrut: Dār al-Kutub al-ʻArabī, 1996), 3:156

[31] Pascal, BlaisePensees. (South Bend: Infomotions, Inc, 2000), 27 #139

[32] Meditasyon” Dictionary.com: http://www.dictionary.com/browse/meditation 

[33] Langer, Ellen. “Farkındalık.” Pozitif Psikoloji Ansiklopedisi, Shane J. Lopez, Wiley tarafından düzenlenmiştir 1. Baskı, 2009

[34] Tirmizî, Muḥammad bin İsaSunan al-Tirmidhī. (Beyrut: Dār al-Ġarb al-Islāmī, 1998), 4:348 #2687; Miftāḥ Dār Al-Sa’ādah Wa Manshūr Wilāyat Al-’Ilm Wal-Idārah adlı eserde İbn Kayyim El Cevziyye tarafından destekleyici kanıta (şevahit) sahip olduğu açıklanmıştır. (Beyrut: Dār al-Kutub al-’Ilmīyah, 2002), 1:75

[35] İbn Kayyim El CevziyyeMiftāḥ Dār Al-Sa’ādah, 1:182

[36] Ahmed el-Gazzâlî Iḥyā’ ’Ulūm Al-Dīn, 3:12

[37] A.e.. 3:11

[38] BeyhakîShu’ab Al-Īmān, 2:63 #520

[39] İbn Kayyim El CevziyyeMuhammedAl-Wābil Al-Ṣayyib Min Al-Kalim Al-Ṭayyib. (Kahire: Dār al- Ḥadīth, 1999), 1:40

[40] İbn Kesîr, İsmail bin ÖmerTafsīr Al-Qurān Al-‘Aẓīm. (Beyrut: Dār al-Kutub al-ʻIlmīyah, 1998), 2:162 ayet 3:190

[41] Ebu Nuaym, Ahmed bin Abdullah el-İsfahanîḤilyat Al-Awliyā’ Wa Ṭabaqāt Al-Aṣfiyā’. (Mısır: Maṭba’at al-Sa’ādah, 1974), 9:278

[42] İmam KuşeyrîAl-Risālah Al-Qushayrīyah, 1:331

[43] Sâd Suresi 38:29; Abdel HaleemKur'an-ı Kerim , 456

[44] Ahmed el-Gazzâlî Iḥyā’ ’Ulūm Al-Dīn, 1:337

[45] A.e., 3:19

[46] Süyûtî , CelâleddînAl-Ashbah Wal-Naza’ir Fi Qawa’id Wa Furu’ Fiqh Al-Shafi’iyah. (Beyrut: Dar al- Kutub al-’Ilmiyah, 1990), 1:33

[47] Kâf Suresi 50:16; Abdel HaleemKur'an-ı Kerim , 520

[48] TirmizîSunan al-Tirmidhī, 5:69 #2988; ’Umdat Al-Tafsīr ’an Ibn Kathīr adlı eserde Ahmed Şakir tarafından sahih olarak açıklanmıştır. (Mısır: Dār al-Wafā’, 2005), 1:325 verse 2:268

[49]  Bakara Suresi 2:268; Abdel HaleemKur'an-ı Kerim , 46

[50] Sahih-i MuslimṢaḥīḥ Muslim, 1:116 #127

[51] İbn Kayyim El CevziyyeMuhammed. Asrār Al-Ṣalāh Wal-Farq Wal-Muwāzanah Bayna Dhawq Al- Ṣalāh Wal-Samā’. (Beyrut: Dār Ibn Ḥazm, 2003), 76

[52]  A'râf Suresi 7:200; Abdel HaleemKur'an-ı Kerim, 177

[53] Meşgul İnsanlar için Ramazana Hazırlık Kılavuzu | Bölüm 1: Eğitim Mevsimi,” MuslimMatters.org: http://muslimmatters.org/2015/05/18/ramadan-prep-guide-for-the-busy-professional-part-1-training- season/ 

[54] Âl-i İmrân Suresi 3:191; Abdel HaleemKur'an-ı Kerim, 76

[55] İbn Kayyim El Cevziyye, Muḥammad. Al-Ṭibb Al-Nabawī. (Beyrut: Dār wa Maktabat al-Hilāl, 1986), 1:179

[56] Hadîd Suresi 57:4; Abdel HaleemKur'an-ı Kerim, 539

[57] Sahih-i MuslimṢaḥīḥ Muslim, 4:2075 #2702

[58] Nevevi, Yahya bin ŞerefSharḥ al-Nawawī ‘alá Ṣaḥīḥ Muslim. (Beyrut: Dār Iḥyā’ al-Turāth al- ’Arabī, 1972), 17:23 #2702

[59] Sahih-i BuhariṢaḥīḥ al-Bukhārī, 9:162 #7563

[60] TirmizîSunan al-Tirmidhī, 5:325 #3383; kendi yorumlarında Tirmizî hasen olarak açıklamıştır.

[61] Sahih-i BuhariṢaḥīḥ al-Bukhārī, 8:28 #6116

[62] İbn Hâcer el-Askalanî, Ahmed bin AliFatḥ al-Bārī bi-Sharḥ al-Bukhārī. (Beyrut: Dār al-Maʻrifah, 1959), 10:520

Yasal Uyarı: Bu bildiri ve makalelerde ifade edilen görüş ve düşünceler, tamamen yazarlarına aittir. Ayrıca, yazarların herhangi bir platformda ifade ettikleri kişisel görüşleri, Yaqeen Enstitüsü'nü bağlamaz. Ekibimiz her açıdan çok donanımlıdır 

yaptığımız araştırmaların kalitesini arttırmaya yardımcı olacak kesintisiz ve zenginleştirici diyaloglara izin verir.

Tüm hakları mahfuzdur. Yaqeen İslam Araştırmaları Enstitüsü'nün izni olmadan kullanılamaz.

Disclaimer: The views, opinions, findings, and conclusions expressed in these papers and articles are strictly those of the authors. Furthermore, Yaqeen does not endorse any of the personal views of the authors on any platform. Our team is diverse on all fronts, allowing for constant, enriching dialogue that helps us produce high-quality research.

Authors