Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

Bu soru sürekli olarak din karşıtları tarafından tekrarlanan bir soru olmuştur. Sürekli tekrarlanmasından dolayı ya da kendilerini tatmin edici bir cevap alamadıklarından dolayı Allah inancı olan insanlar arasında bile şüphe uyandırmayı başarmıştır. Bu makale Dr. Sami Ameri tarafından yayınlanan (aynıbaşlık ile) ve bu soruya eleştirel bir yaklaşımda bulunmakla beraber çeşitli cevaplar veren bir kitabı baz almıştır.

Allah inancı olmayan kişilerin argümanlarının  yüksek sesli ve her yerde yaygın olarak görülmesi, çoğu kişide bu görüşlerin çok yaygın olduğu ve kabul gören görüşler olduğu düşüncesinin oluşmasına neden olmuştur. Fakat dikkatlice incelendiğinde, bunların aslında sayıca çok az oldukları ve genellikle tekrar tekrar insanların önüne konduğu görülecektir. Genel olarak Allah’ın niteliği ve eylemlerinin sonsuzluğu gibi bizim sınırlı alanımızın ötesindeki gerçeklikler hakkında asılsız varsayımlar içerirler. Tabi ki Allah’ın niteliği eylemlerine kıyasla daha karmaşıktır çünkü burada bizim direk ulaşamadığımız ve dokunamadığımız bir dünya söz konusudur.

Ateistlerin sıkça sorduğu sorulardan birisi Allah’ın yarattığı varlıklara kendisine ibadet etmelerini istemesiyle ilgilidir. Bu anlamda sordukları soru genellikle şu şekilde sunulmaktadır: Allah bizim O’na olan ibadetimize ihtiyacı olmamasına rağmen neden bizden ibadet etmemizi istemektedir?  Bizim dualarımızın, namazlarımızın ve oruçlarımızın Allah’a ne faydası vardır? Bazıları ilk olarak şunu sorabilir: Allah’ın bizi yaratmasındaki hikmet nedir? Fakat bu soruya karşılık “ibadet” dediğinizde hemen karşı çıkmaya başlarlar: Faka bizim ibadetimizden Allah’ın kazancı nedir? Bununla beraber asıl sorumuza geri dönüyoruz. Bu makalede işe “Allah bize neden ibadet etmemizi emreder?” sorusunun neden problemli olduğuna dair üç önemli sebebi vermekle başlayacağız. Daha sonra en önemli kısım olan “Neden Allah’a ibadet etmemiz gerekir?” sorusu cevaplanacaktır.

Soruyu Yapısal Anlamda Çözümleme

Soruyu doğru bir şekilde anlamak çok önemlidir çünkü bir çok ateist argüman kendi içinde bulunan yanlışı gizlemek üzere kurgulanmış ve cümlelere dökülmüştür. Sorunun soruluş şekli ve içinde kullanılan kelimeler dahi soruyu soranın varsayımlarını ortaya çıkarmaktadır. Sorunun maskesini düşürmek için gerekli argümanları toplamadan önce, kendi içindeki iç tutarsızlığını gözler önüne sermek gerekiyor. İç tutarsızlık, soruyu soran kişilerin “sağduyu” olarak iddia ettikleri şeyin  aslında öyle olmadığı zamanlarda ortaya çıkar.

1. İlahi Konuları Kavramadaki Sınırlılıklarımız

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “O’nun (Allah’ın) örtüsü nurdur. Eğer onu kaldıracak olursa, O’nun dışında kalan yarattığı her şeyi yakıp kavurur.”

Bir şey hakkında karara vararak önce bunu tüm ayrıntılarıyla anlamanız gerekir. İnsanoğlu fani olduğundan, sonsuz ve fani olmayan Allah’ın gerçekliğini ve mükemmelliğini tam olarak kavramaktan acizdir. Ne de olsa Allah’a direk ulaşamazlar, böyle bir yetenek verilmiş olsaydı bile bununla baş edemezler ya da zihinlerinde bir fikir oluşturacak benzer en ufak bir yetenekleri yoktur. Bu nedenle Allah’ı eleştirmek için gerekli olan onu tam anlamıyla anlamak ve kavramak yeteneğinden yoksun olduklarından, kendilerini bu konumda gösteremezler. Allah şöyle buyurmuştur: “O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Size kendi nefislerinizden eşler, davarlardan da çiftler var etti. Sizleri bu tarzda türetip yayıyor. O'nun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir” [Şura- 42:11]. Başka bir yerde de Allah şu şekilde buyurmuştur: “O onların önlerindekini ve arkalarındakini bilir, onlar ise onu ilmen ihata edemezler” [Taha 20:110]. Bu nedenden dolayı vahiy olmadan insan oğlunun Allah’ı tanımlaması ve bilmesi tek başına mümkün değildir diyoruz. İnsanların Yaratıcı ve O’nun sıfatları hakkındaki bazı inkar edilemez doğrulardan da yola çıkarak Allah’ın varlığı konusundaki işaretler hakkında derinlemesine düşünmeleri gerekmektedir. Fakat bu yapılırken zihinleri ile Allah’ın varlığının tam özümsenmesi arasındaki örtünün kalkması gerektiği bilinciyle hareket edilmesi gerekmektedir. Bu noktada akıl kendi sınırlılığının farkına varır.

Mesela evrenin büyüklüğünü ve muhteşem tasarımını incelemek bize onu var edenin büyüklüğünü ve merhametini hatırlatır. Bundan dolayıdır ki Allah şöyle buyurmuştur: Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler. [Ali-İmran 3:191]. Fakat bizim aklımız çoğu zaman bu tür işaretleri yorumlamakta yetersiz kalır ve bundan dolayı böyle dayanıklı kapılar ardındaki gizlenmiş şeyleri tam anlamıyla kavramaya çalışmaktan uzak durmalıyız.

İnsan oğlunun bu kısıtlılığından dolayıdır ki Kur’an Allah hakkındaki bahisleri, net olmakla beraber, belirli ilahi özelliklerle sınırlandırmıştır. Bunun nedeni insanın bazı ilahi gerçekleri kavramadaki sınırlılığıdır. Bu sınırlılıklar çerçevesinde, insanoğlunun Allah’ın neden kendisine ibadet edilmesini istediğini normal bir soruymuş gibi sorması uygun değildir.

2. Allah’ın İnsana Benzediğini Düşünmek Kusurlu Bir Düşüncedir

Yaratıcının ibadetlerimize olan ihtiyacıyla ilgili soru nereden gelmektedir? İbadetin Allah’a nasıl yaradığı konusundaki temel düşünce neden bunu soranların ana yaklaşım tarzı olmuştur? Bu sorular insanların insan olmayanları insanlaştırma eğilimlerinden kaynaklanmaktadır. Bu durum tarih boyunca çeşitli medeniyetlerde özellikle putperestler tarafından inanılan bir olgu olmuştur. Allah’ın bazı ihtiyaçlarından ya da eksikliğinden dolayı insanlardan bir şeyler istediğini düşünenler antik pagan zihniyetini taşıyan kişiler olmuştur. Bu zihniyete göre mitolojik tanrılar bağımlı olduklarından, kıskançlık hissi olduğundan ve  kozmos üzerinde hakimiyeti korumak için aralarındaki savaşları ateşlediklerinden ölümlü insanlara benzemektedirler. Ünlü Yunan filozof Ksenophanes (d. 475 BC) kendi zamanında yaşayan insanların Tanrılarını insana nasıl benzettiklerini anlatırken şöyle söylemiştir: “Etiyopyalılar tanrılarını düz burunlu olarak görürken, Trakyalılar ise tanrılarında kırmızı saç ve mavi gözler olduğunu söylerler… İşin daha garip olan yönü ise bu tanrıların tıpkı kendilerine tapan kişilerin yaptığı gibi iyi karakterin tam tersi olan öldürme, çalma, ve yağmalama gibi iğrenç sahnelerde rol almalarıdır… Ve eğer inekler, atlar ve aslanlarda el olmuş olsaydı ve resim çizme kabiliyetleri olsaydı, atlar at şeklinde, inekler de inek şeklinde tanrılarını resmederlerdi.”

İnsana benzetmedeki en önemli problemlerden birisi Tanrının hiç bir fark gözetmeksizin insana benzediğini varsaymaktır. Bu şekilde aşırı benzetme, sonunda şu şekilde bir sonuç çıkarmaktadır: İnsanların uygulamaları ve istekleri ihtiyaçları doğrultusunda belli olur. Dolayısıyla Tanrının uygulamaları ve isteklerini de kapsayacak şekilde tüm uygulama ve istekler bir ihtiyaçtan doğmuştur.

İbn-i Teymiyye (d. 1328) şöyle demiştir: “Bundan dolayı aynı zamanda büyük İmamların ve ilk Müslümanların da yolu olan Kur’an yolunda gitmek, bizi alt kategorilerin de aynı olduğunu varsayan kategorik analizler yapmaktan ve ilahi konularda tümdengelimli benzetmeler yapmaktan alıkoyar.  Bunun yerine genel bir benzetme yaparlar çünkü Allah’a ait olmak yapılabilecek en geniş açıklamadır.” Diğer bir deyişle, Kur’an ve ilk Müslümanlar Allah’ı insana benzeten yorumları tamamen reddetmişlerdir çünkü bu tür benzetmeler insanı Allah’ın niteliklerini anlayabilecek prizmanın bir parçası olarak görür. Bundan ziyade, Allah’ın niteliklerini daha geniş bir anlamda ele almışlardır. Yani eğer insan Allah’ın da sahip olduğu üstün bir meziyete sahipse, bu durumda Allah’ın bunun da üstünde bir meziyete sahip olduğu anlaşılmalıdır. Açıklamak gerekirse; insanlar övgüye değer özelliklerden “hayat” özelliğine sahiptir ve bu aynı zamanda Allah’ın da bir özelliğidir. Bu durumda Allah’ın hayatı daha farklı ve üstün olarak anlaşılmalıdır (mesela O’nun hayatının başlangıcı ve bitişi yoktur). Yine buna benzer, insanlar övülmeye değer olan “bilgi” özelliğine sahiptir ve Allah da bilgi sahibidir fakat Allah’ın bilgisi sınırsızdır. Dolayısıyla, bir özellik hem Allah’ın sıfatları arasında hem de insanda varsa, bu durum o özelliğin tamamen aynı şekilde olduğu anlamına gelmemelidir. Özelliği tarif etmek için sadece isimlerin benzerlik gösterdiği şeklinde düşünülebilir. Bir yarış ayağının bir köpeğin ayağı olmaması gibi, ve bir fırtınanın gözünün bir insan gözü olmaması gibi, insanın özellikleri de Allah'ın daha büyük ve daha mükemmel özelliklerinin sadece bir kopyasıdır.

Bundan dolayı, Allah’ın bir ihtiyacını gidermek ya da bir eksiğini tamamlamak için kendisine ibadet edilmesini istediğini düşünenler, aslında ilahi olan durumu insani duruma benzetmeye çalışmaktadırlar. Bu tür insanlar tüm isteklerin bir boşluğu doldurmanın gereksiniminden kaynaklandığını düşünmektedirler çünkü hayatları boyunca deneyimledikleri durum bundan ibaret olmuştur. Fakat özellikle akıl ve vahiy yoluyla O’nun hakkında bildiklerimiz bize O’nun aslında hiçbir şeye ihtiyaç duymadığını gösterdiğinden, O’nu tam olarak anlamadan ihtiyaç sahibi biri gibi gösterme fikri temelde sorunludur.

3. Her İstek, İstekte Bulunanların Gereksinimine İhtiyaç Duyduğu Anlamına Gelmez

İnsanlar arasında bile tüm isteklerin bir ihtiyaca binaen yapıldığı anlamı çıkmamaktadır. İlacı vermek için bir hastadan ağzını açmasını isteyen bir hekimi düşünün. Bu hekim kendi şahsi menfaati için değil, ağzını açmasını istemesi hastaya iyi geleceğinden dolayı hastadan böyle bir istekte bulunur. Bunun gibi, Allah’ın ibadet isteği insanların ona olan ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bir fakirden elini uzatmasını ve kendisine bu şekilde para vermeyi isteyen zengin bir insanı düşünün. Bu örnekler Allah’ın insandan neden ibadet etmelerini istediğini çok güzel göstermektedir. İbadet ve itaat edilmeyi istemesi buna ihtiyacı olduğu anlamına gelmemektedir ya da karşılığında daha fazla bir şey elde etmek için yapılan bir istek değildir.

Aslında bazı talepler, karşı tarafın isteklerini ve amaçlarını gerçekleştirmeleri için talep eden kişinin iyi niyetinden kaynaklanmaktadır. Bazı diğer istekler, öğretme ve modelleme amacına hizmet eder. Bu ve bunun gibi bir çok örnek göstermektedir ki, bir istekte bulunmak illa ona ihtiyaç duyulduğu anlamına gelmemektedir. İstekler çeşitli iletişim amaçları doğrultusunda kullanılabilir ve bunların çoğu istekte bulunan kişinin ihtiyacından kaynaklanmamaktadır. Allah’a gelince, en mükemmel özellikler O’nda bulunmaktadır. İnsanların kendisine ibadet etmesiyle derecesi yükselmez. Daha ziyade bu tür istekler aslında insanların iyi şeyler yapmasına fırsat verebilmesi açısından Allah tarafından insanlara sunulan fırsatlardır. Allah şöyle buyurmuştur: “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. öyle iken, siz Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz? Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır. Sonra size bir zarar dokunduğu zaman da yalnız O'na yalvarırsınız.” [Nahl Suresi 16:52-53].

Soruyu Ele Alma

Sorunun ardında yatan hatalı konuları ortaya koyduktan sonda, şimdi de Allah’a ibadet etmenin neden gerekli ve yararlı olduğunu ele alalım.

1. Yalnız Allah İbadet Edilmeye Layıktır

Bir çok insan ibadet etmeyi dudakları oynatmaktan ibaret olan mekanik bir ritüel olarak düşündüğünden, ilk önce Kur’an’da geçen ibadet teriminin (genellikle ibadet veya bağlılık olarak çevrilmektedir) özünde yatan duyguyu tespit etmeliyiz.  Saygın bir dil bilimci olan Ragıp el İsfehani (d. 1108) ibadeti ‘alçakgönüllülüğün özeti” olarak yorumlamıştır. Alanında söz sahibi olan din bilimcilerden İbn-i Kayyım (d. 1350), ibadete bağlı kalmanın aşkın en üst seviyesi olduğunu, çünkü bunun kişiye sevdiğinin karşısında güçsüzlüğünü göstermesine bir fırsat verdiğini söylemiştir. Başka bir yerde İbn-i Kayyım şöyle demiştir: “Tam anlamıyla kulluk aşkın bir yan ürünüdür ve tam anlamıyla aşk aşık olunan kişiye karşı duyulan sevginin mükemmelliğinin bir yan ürünüdür. Yüce Allah ise, o kadar mutlak bir mükemmelliğe sahiptir ki, O’nun kusurlu olmasını düşünmek bile mümkün değildir. Ve kim bu şekilde tam anlamıyla kulluk gösteriyorsa, zihinleri sağlam kaldığı müddetçe kalplerinde O’ndan daha sevgilisi bulunmaz. Ve eğer bu aşk onlar için en önemli şeyse, bu durumda O’nu sevmek ona kulluk etmeyi, emirlerine uymayı, isteklerini yerine getirmeyi, O’na ibadet etmek için tüm imkanları kullanmayı ve O’na yakın olmayı gerektirir. Bu uyarıcı, ibadetin arkasındaki en güçlü ve en iyi itici güçtür.  Bu duyguya emirler, yasaklar, ödüller ve cezalandırmalar eşlik etmemiş olsa bile, kişi kendi kalbini ancak gerçekten ibadete layık olan birisi için açabilir. 

Bundan dolayıdır ki ibadetin özünde kalben inanmak ve bunu ifade etmek yatmaktadır. İbadet iki temel direk üzerine inşa edilmiştir: mutlak sevgi ve mutlak tevazu. Bu da Allah’ın sıfatlarını ve kullarına yaptığı iyilikleri tam olarak özümsemekle beraber kendisinin de O’nun hatasızlığına karşı hatalı karakterinin bilincinde olmasıyla mümkündür. İbadetin varoluşun ikili doğasını gözlemlemek için gerekli olduğu iddia edilebilir: Yaratıcı ve yaratılan, veren ve alan, takdis edilen ve takdis eden. İbadet külfetli bir görev ya da ücretle sonuçlanan bir emekten ziyade,  manevi olarak güçlü ve samimi bir şekilde yapılan şeyden elde edilen zarif bir hediyedir. Kişi Allah’ın büyüklüğünü ve cömertliğini tanıdıkça ibadetin gerekliliğini daha da net bir şekilde anlamaktadır. İbadet Allah’ı sevmenin açıkça beyan edilmesi anlamına gelir çünkü O’nu sevmeden yapılan şey ibadet hükmüne geçmez ve kişi aşk merdivenlerinden yukarıya doğru çıktıkça daha rahat kulluk yapmaya başlar.

Kur’an’nın ilk suresi olan Fatiha suresinin “Sadece sana ibadet ederiz” ayetinin O’na övgü ve şükran duygularından sonra verilmiş olması anlamlıdır. Bu sıralama, kulluğun O’nu bilme adına ilk basamak olduğunu ve böylelikle Müslümanın hem dıştan hem de içerden Allah’a ibadet etmeye başladığının göstergesidir. Harici motivasyonlar insanların ritüel ibadetlerini yerine getirmelerini zorunlu kılan Allah’ın açıklanmış emirleri iken, dahili motivasyonlar ise Allah’ın kusursuzluğunu bilmekle ve kendi hatalarının farkında olmakla ilgilidir. Bundan dolayıdır ki Allah’ın Resulü’nü (s.a.v.) (insanların en hayırlısı) gece ibadetinde (Allah’a olan bağlılığı belirtebileceği en iyi zaman dilimi) secde halindeyken şöyle söylediğini görürüz: “Sen’i hakkıyla övemem. Sen kendini övdüğün gibisin.” Gökyüzünün her bir yerinde secde halinde boyun eğen melekler bile kıyamet günü şöyle demiştir: “Sen çok yücesin; Sana hak ettiğin ölçüde ibadet edemedik. Işıktan yaratılmış ve kendilerini kesintisiz olarak Allah’a adamış olan bu soylu varlıklar, Allah’ın yarattıkları tarafından hiç bir zaman yeterince bilinemeyeceğinin farkındalar.

Allah yaratmadan önce de kendisine ibadet edilmeye layıktı ve hiç kimseyi yaratmamış olsaydı bile O’nun yüce sıfatları kalbimizin ona dönük olmasının en temel nedenleri olurdu. O’ndan hiçbir şey almamış olaydık bile, yine de bunu hak ederdi. Durum böyleyken bile bunu hak eden Allah’a karşı olan durumumuz, nimetlerini sağanak sağanak ve her an bize indirdiği zaman nasıl olmalıdır? Allah’a kulluk etmek bir gerekliliktir çünkü bütün dünya ve sonrakiler O’na aittir, hesap gününde en adil bir şekilde hesap görecek ve doğru kişileri sınırların da ötesinde ödüllendirecektir. Allah şöyle buyurmaktadır: “Hamd, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisinin olan Allah’a mahsustur. Hamd ahirette de O’na mahsustur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.” [Sebe 34:1]. Allah’a kulluk gereklidir çünkü bu dünyadaki her bir atom parçacığı O’nu göstermektedir. “Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Ferman bunlar arasından inip durmaktadır ki, böylece Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.” [Talak 65:12].

Günlük yaşamımızda, kendimizi insanların olağanüstü başarılarını ve ahlaki mükemmeliyetlerini kabul etmeye mecbur hissederiz. Günlük yaşamımızda bile durum böyleyken, nasıl olur da her şeyi yaratan ve insanlarla kıyaslanamayacak derecede mükemmel olan Allah’ı tanımayız? Günlük hayatta başarılarından dolayı takdir edilmeleri gerektiğini düşünen insanları kibirli ve nankör olarak görürüz.  Allah’a teşekkür etmeyi reddedenlerin, kendilerine fark ettikleri ya da fark etmedikleri sayısız nimetleri veren ve hayatında konfor ve rahatı sağlayan Allah’a iki kat daha fazla minnettar olmaları gerekmez mi?

 

2. Allah Fazlasıyla Yardımseverdir

Allah, kullarının O'na ibadet ve itaat içinde olmalarını sever, çünkü bu ibadet onlara fayda sağlamaktadır. Ve Peygamberin (s.a.v.) dediği gibi, Allah’ın kulunun tövbesine karşı duyduğu sevinç, çölde kaybolmuş ve ölüme yaklaşmışken ikinci bir hayat şansı bulmuş olan birinin sevincinden daha çoktur. Ama eğer O'na bir zararı veya yararı yoksa, Allah’ın bunu bizden istemesini sağlayan şey nedir? Allah kendisi, bu soruyu doğrudan şöyle yanıtlar: “Eğer şükreder ve imana ererseniz neden Allah (geçmiş günahlarınızdan dolayı) sizi azaba uğratsın? Allah, şükredenlere karşılığını hakkıyla veren ve (her şeyi) hakkıyla bilendir ” [Nisa '4: 147]. Çünkü Allah, ölçülemeyen ve en küçük çabayı takdir eden “En Takdir Edici” olan Eş-Şekur’dur. Çünkü Allah, Rahmetlidir, merhameti sonsuzdur. O'nun kulları için olan şefkati bir annenin yeni doğan bebeğine olan şefkatinden daha ötededir. Çünkü Allah El-Kerim, En Cömert, hayatını boşa harcayanları bile affetmeyi seven ve bağışlayandır. O, kullarını ibadette görmeyi çok sever ve dolayısıyla bu refahı elde etmek için O'na ibadet etmelerini ister. Aşağıdaki alt bölümler, ibadetin insani ilerlemeyi çeşitli şekillerde nasıl etkileyebileceği açıklamaktadır.

İbadet, İç Barış ve Kendini Tanımak için Gereklidir

İbadet, insanların en içteki mükemmelle doğrudan iç içe girme ve iç huzuru sağlamalarına izin verir. Bu adanmışlık, O'na ruhsal yakınlık ve başka hiçbir şeyin sağlayamayacağı bir dinginlik ve tatmin duygusu verir. Bu yakınlık ya bilinçli bir şekilde hatırlama (Allah’ın hatırlanması) ya da bu bilincin gerektirdiği fiziksel eylemler (Allah’a itaat) yoluyla elde edilir. Bu nedenle, Allah'a ibadet etmek, kişinin kendi benliğine maneviyat yoluyla bir geri dönüştür. Ayrıca ibadet, hayatı anlamlı kıldığından ve varoluşsal kaygıdan uzaklaşmayı sağladığından insan için gereklidir.

Her insanın içinde ruhsal tatmin için büyük bir özlem vardır. O olmadan, ruh, şiddetli susuzlukla karşı karşıya kalır, ardından bir seraptan bir seraba işkenceye uğrar, her biri bir başka hayal kırıklığına uğramadan önce bir vaha için anlık bir umut verir. Bu, dış dünyadan iç huzuru ararken ya da materyalizm aracılığıyla kendini gerçekleştirmeye çalıştığı zaman, insan deneyiminin trajedisidir. Gerçek şu ki, fiziksel bedenlerde yaşayan ruhsal varlıklarız. Allah insanları, ibadet etmeye ve ikili doğamızı yeterince keşfetmeye ve ele almaya, O'na itaat etmeye davet eder. Vücudumuzun gelişmesi için beslenmeye ihtiyacı olduğu gibi, ruhlarımızın hayatta kalması ve gelişebilmesi için ibadete daha da fazla ihtiyaçları vardır. Bu ibadet yoksa kişi var olamaz ve aslında gerçekte yaşamaz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle der: “Rab'bini (Allah’ı) hatırlayan ile hatırlamayan biri arasındaki fark, yaşayan biri ile ölen biri arasındaki farka benzer.” 

Modern toplumlarda kendi yaşamının hiç bir değerinin olmadığını ve dolayısıyla yaşamaya gerek olmadığını düşünen insanların sayısında artış vardır. Bunun sonucunda intihar oranlarında dehşet verici artış olduğu herkesin bildiği bir şeydir. Gerçekten de, Gallup anketleri, bu toplumlarda dindarlık seviyesinin daha düşük olduğunu göstermiştir. Aynı zamanda farklı çalışmalar, intihar araştırmasının yürütüldüğü ortamların çoğunda “dinin intihar karşısında koruyucu bir rol oynadığını” doğrulamaktadır. Allah’a gerçek anlamda ibadet etmeyen insanlar, kendilerini ve etrafındakileri boğan duygusal ve davranışsal rahatsızlıklarla uğraşırlar. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Kim de beni anmaktan (indirdiğim kitaptan) yüzçevirirse, şüphesiz ki onun için sıkıntılı bir geçim vardır, Kıyamet günü onu kör olarak haşrederiz.” [Taha 20:124]. Vücudun nefes alabilmesi için oksijen ne kadar gerekliyse, ruhumuzun nefes alması için de Allah’ı sevmek ve O’nu hatırlamak o kadar gereklidir. Bunu anlayan ve ibadet vasıtasıyla kendisi ile Yaratanı arasında bağ kurabilenler, trajedinin umutsuzlukla sonlanmadığı, sosyal ilişkilerin felce uğramadığı ve  ahlaki anlamda çökmenin nedeni olan günaha girmenin mümkün olmadığı eşsiz bir manevi doyuma ulaşırlar.

Dolayısıyla, İslam'daki ibadet, mükemmel (kamil) insanı gerçekleştirmeyi, içsel olarak maneviyat biçiminde başlayan ve istisnai karakter biçiminde dışa uzanan kesin yol haritasını temsil eder. İnsanlar ibadet olmadan psikososyal rahatsızlıklara ve davranışsal bozukluklara yönelirler. Bu nedenle, çoğu insanın ritüel ibadeti algılama şeklinin aksine, Kur'an-ı Kerim günlük ibadetlerin derin işlevleri arasında en önemlisinin, orucun istikamet ve doğruluğa yönlendirmesi gibi [2:183], ve sadaka vermenin açgözlülük ve ahlaki olmayan kazançlardan arındırması gibi [9: 103] kötülük ve yersizlikten caydırmak olduğunu belirtir [29:45].

Büyük bir Hanbeli ilahiyatçı olan İbn-i Recep (d. 1393), “Kalp O'nun büyüklüğü, O'nun sevgisi, O'nun korkusu, ve O'na huşuyla tam olarak dolmadıkça tam bir esenlik yoktur. O'na ümit etmek, bütün bunlarla dolu hale gelene kadar O'na güvenmek. Bu, tek tanrılığın gerçekliği ve lâ ilâha illâlah'ın (Allah’tan başka ibadete layık kimse yoktur) gerçek anlamıdır. Kendisine tapılan, bilinen, sevilen ve korkulan Allah şeriksiz tek oluncaya kadar kalpte tam anlamıyla sükunet sağlanamaz. Yüce Allah’ın dediği gibi: “Oysa, (anlamıyorlar ki,) göklerde ve yerde Allah'tan başka tanrılar olsaydı, bu iki alem de kargaşalık içinde yıkılıp giderdi! Bunun içindir ki, O mutlak hükümranlık tahtının Efendisi, O sınırsız kudret ve yücelik sahibi Allah, insanların tanımlama ve tasvir yoluyla kendisine yakıştırdığı her şeyin ötesinde, her şeyin üstündedir!” [Enbiya 21:22]. Bu da göstermektedir ki ne yerdeki ne de gökteki dünyanın sakinlerinin tavır ve davranışları Allah için olmadıkça mutluluk yoktur. Vücudumuzun işlevlerinin kalbimizin aktivite ve isteklerini takip ettiği gerçeğinden yola çıkarak söylenebilir ki, hem kalbin ve hem de bunu takiben dudaklarımızın sağlıklı olabilmesinin tek yolu kalbin istek ve aktivitelerinin sadece Allah için olmasıdır. Fakat eğer kalbin istek ve aktiviteleri Allah’tan başka biri içinse, sadece kalp değil, aynı zamanda kalbin bozulması nispetinde dudaklarımız da bozulur ve yozlaşır. 

İbadet Özgürleştirir

İnsanoğlu özellikle hayatını belli gayeler uğrunda düzenleyecek şekilde yaratılmıştır. Amaca yönelik yaşam sürmek insanın işlevselliğinin kaçınılmaz bir yönüdür çünkü bizim metafizik DNA’mız olarak da belirtilen fıtratımızla bağlantılıdır. Fakat hizmet ettiğimiz amacımız Allah, bedensel arzularımız,  egomuz ya da sosyal baskılardan biri olabilir. Gerçek Tanrı’ya kulluk etmek bize psikososyal kargaşalardan uzak durmak adına yardımcı olurken, aynı anda hayatımız üzerinde etkisi olabilecek  ve hayatımızı paramparça edebilecek bir kaç farklı şeye hizmet etmekten de kurtarır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Allah şu iki adamı misal olarak verdi ki, onlardan biri geçimsiz ortakların emrindedir, diğeri ise sadece bir adama aittir. Bu ikisinin hali bir olur mu? Hamd tümüyle Allah'a aittir. Fakat çokları bunu bilemiyor.”[Zümer 39:29]. Bu açıdan bakıldığı zaman Allah’a yapılan ibadet ve kulluk, kötü alışkanlıkların insana zincir vurmasını ve boyun eğdirmesini engellemektedir.

 

İnsanlar hayatlarını Yaratıcıya adadıklarında, ancak onu hak eden birine gerçek anlamda ibadet etmenin vermiş olduğu huzurla kendilerini daha bir güçlenmiş hissederler. Kişinin kalbini ve dudaklarını gerçek Yaratıcıya teslim etmiş olması, onun onur ve şeref noktasında zirvelere çıkmış olması anlamına gelirken, bu uzuvları acımasız ve güçsüz birine teslim etmek de onu alçalttıkça alçaltır. Allah’ın büyüklüğü karşısında büyüleyici bir yaşam tarzını benimsemek gerçek anlamda özgürlüğe kavuşmaktır çünkü bu durum nihayetinde kişinin en büyük istek ve arzularını gerçekleştirmesine izin verir. Kendini O’ndan başka herhangi birinin yoluna adamak bir bakıma gönüllü olarak kişinin kendini zindana atmasına benzemektedir. Bu noktada Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Yazıklar olsun altının, gümüşün, güzel elbiselerin ve giysilerin kölelerine. Bunlar eğer kendisine verilirse memnun olur, eğer verilmezse memnuniyetsizliğini belirtir. Hapishaneye giren ve sonunda orada vefat eden İbn-i Teymiyye bundan dolayı şöyle demiştir: “Gerçek hapis hayatı yaşayan kişi kalbi Allah’a karşı kilitli olan ve O’ndan uzak olan kişidir ve gerçek anlamda esir olan kişi istek ve arzuları tarafından esir alınmış kişidir.” 

Çevremizde sosyal anlamda ayrıcalıklı kişilere baktığımızda, kısmen daha düşük seviyede hayat standardı olanlara karşın zenginlerin hapishanede olanlarının ne derece daha çok perişan olduklarını gözlemlemek hiç de zor değildir. Yapılan çeşitli çalışmalar hayatı daha az sorumluluk anlamına gelen bedenzel arzuların peşinde koşmak olarak yorumlayan  ve hazlarının peşinde koşan kimselerin hayatlarına son verme ihtimalinin daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Bu grup insanlar benzersiz bir ikilemle mustariptirler: Paranın satın alabileceği her şeye sahip olmalarına rağmen, ne mutlulardır ne de kendilerine mutluluk vermeyen bu paradan vazgeçebilirler. Neden böyledir? En basit anlamıyla açıklayacak olursak, mutluluklarının maddi şeylere bağlı olduğunu düşünmektedirler. Kendini Allah’a adayan kişiler için ise durum farklıdır. Bunlar da maddi dünyanın zevkini yaşarlar fakat bu durum kendilerini köleleştirmez.

İbadet İlkeli Ahlakın Oluşmasına Yardımcı Olur

İnsanların çok özel bir amaca hizmet etmek için yaratıldıklarını ve Allah tarafından yeryüzüne bilerek yerleştirildiklerini hatırlamaları gerekir. Bu doğru yargı olmadan ahlaki tartışmalar herhangi bir anlaşmaya varamadan öfke ile son bulur. Pek çok insan ahlaki açıdan başkalarının gözünde iyi görünmek için ya da kendilerini iyi hissettirecek cevaplar alabilmek için ahlaki davranışlar sergilerler fakat motive edici bu unsurların yok olmasıyla beraber ahlaki davranmayı da bırakabilirler. Fakat eğer kişi kendini Allah’ın kulu olarak görür, ahlaki kuralların O’ndan geldiğini benimser ve en önemli olgunun O olduğunun bilincinde olursa, bu durumda kendisinin ahlaki davranışları belli çerçevede kurallara bağlanmış ve tutarlı olur.  Bu algının olmaması dinini yaşayan Müslümanlar için yabancı bir durum olan karmaşık duyguların oluşmasına neden olabilir çünkü kendi düşüncelerindeki Allah’a kul olma duygusu ancak gerçek ibadetle mümkündür.

Hayatının değişik evrelerinde Peygamber Hz. Muhammerd (s.a.v.) Allah karşısında kendisini kul olarak gösteren tutarlı bir tutum sergilemiştir. Örneğin, her sabah ve her akşam şöyle derdi: “Allahım! Sen benim Rabbimsin ve Ben Sen’in kölenim. Sen’den başka ibadete layık kimse yoktur. Ben’i Sen yarattın ve senin kulunum. İşlediğim hatalardan sana sığınırım. Üzerimde olan nimetini biliyor ve günahlarımı biliyorum. Beni affet çünkü Sen’den başka kimse günahları affedemez. 

Kişinin ahlaki pusulaları onun değerlerini ve sorumluluklarını ortaya koymaktadır. İbadet ise Yaratan ile olan ilişki aracılığıyla bu değerlerin ontolojik alt yapısını ortaya koymaktadır. Kişi hayatın zorluklarından Merhamet, Sevgi ve Cömertlik gibi Allah’ın ismini ve niteliğini yansıtan niteliklere hayatında yer vermek suretiyle üstesinden gelir. Bundan dolayıdır ki kişi ihtiyacı olan birine yardım etmek ya da mazlumu savunmak gibi ne zaman erdemli bir tavrı Yaratan’a yakın olmak amacı dışında sergilese, bu değerlerin ve erdemlerin temel anlamını göz ardı etmiş olur. Bununla beraber, hayatı bize bağışlayan ve değeri hesaplanamayacak derecede olan insan olma nimetini bize veren yaratıcıya karşı ahlaki sorumluluğumuz bulunmaktadır. Bu temel ahlaki görevi yerine getirmektense, insanlar ellerini semaya kaldırıp dua etmeyi bir kenara bırakmakla beraber bu dünyanın tüm meyvelerinden istifade etmektedirler ve Allah’a karşı olan ahlaki sorumluluklarını bir kenara bırakarak erdemli yaşamaya çalışmaktadırlar. Bu durum aynen çok zengin ve güçlü olan birinin malikanesine girmeye, onun sandalyesinde uzanıp dinlenmeye ve pahalı yatağında yatmaya benzer. Malikane sahibi döndüğünde ve evine izinsiz giren bu şahsın izinsiz olarak tüm bu imkanları kullandığını gördüğünde o şahıs ev sahibine şöyle der: “Hiç bir şeyi bozmadım. Hatta onları temiz tuttum!”. Zengin olan ev sahibinin erdemli tavrını takdir etmediği gibi evi kullanma yetkisinin ve izninin onda olduğunu da görmedi. Bu durum aynen dünyada bu değerleri sergileyen kişilerin asıl bu değerlerin sahibi ve yaratıcısı olana karşı kayıtsız kalmalarına benzemektedir.

İbadet aynı zamanda ahlaki davrananların Allah nezdinde ödüllendirilmelerini sağlar. İyi birey olmanın temel gereksinimleri, kişinin var olması, iyi niyet sergilemesi ve çeşitli özelliklere (dudak, zenginlik, v.b.) sahip olmasıdır. Tüm bu gereksinimler Allah tarafından verildiğinden, Allah’a ibadet etmemek suretiyle O’nun büyüklüğünü reddetmek aslında çalıntı bir iyiliktir. Ne Allah de de kullar, ne kadar etkileyici olursa olsun,  çalıntı bir işi ödüle layık görmez. Fakat ortada ibadet olunca, geçmiş için mükafat ve gelecek için teşvik edici şeyler talep edilebilir. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kulun Allah’a en yakın olduğu an secde anıdır. O zaman çok namaz kılın.” Kişinin yüzünü yere koyması ibadet eyleminin ve Allah’a karşı olan alçak gönüllülüğün tezahürü olduğundan, bu zaman diliminde yapılan dualar kabul olması bakımından en makbul dualar sayılmıştır. İbadet etmeyi gururlarına yediremeyen insanlar aslında Allah’ın çağrısına uymamış oluyorlar. Bunlar için Allah şöyle demiştir: “Ama Rabbiniz buyurur ki: "Bana dua edin, duanızı kabul edeyim! Bana kulluk etmeye tenezzül etmeyenler, mutlaka aşağılanmış olarak cehenneme gireceklerdir!" [Mu’min 40:60].

İbadet İnancı Tazeler

İslam’da ibadet kalbi Allaha yakınlaştırır ve O’na bağlar. Kur’an güneş doğmadan önce ve batmadan önce Allah’ı hatırlamamız gerektiğini bize söyler ve aynı zamanda gecenin bir kısmını da O’na ayırarak ibadet etmemizi öğütler. Müslümanlara Allah’ı günde beş defa abdest almak suretiyle ve bu ibadetlerden önceki dualarla, bir aylık oruç tutmakla, Kur’an’ı sürekli olarak okumakla ve buna benzer ibadetlerle hatırlamayı öğütler. Bu muhteşem döngü Yaratıcı ile olan temel ilişkilerinin üzerinde durmak suretiyle insanın kalbini yaratılış gerçeğiyle uyumlu tutmaktadır.

İnsan kalbi doğal olarak dengesizdir, unutmaya ve çalkantılı bir duruma sürüklenmeye meyillidir. Ancak ibadet ile kalbi hatalarından arındırmış, tabiri yerindeyse cilalanmış ve aydınlanmış olarak tutabiliriz. Kişi gaflet uykusundan uyandığında Allah’ı hatırlar. Sabah namazı yeni bir güne hazırlanma bakımından ruhsal olarak zihni güçlendirir. Evden ayrılırken Allah’ı hatırlatıcı sözler söylemek dünya hayatında karşılaşacağı zorlukların üstesinden gelmesi için kişiye yardımcı olur. Kuşluk vakti kılınan namaz, bir önceki vakitte yakılmış fakat zayıflamaya başlamış olan meşaleyi tekrar güçlendirir. Öğlen vakti dünyevi meşakkatle ruhu neredeyse bitme noktasına getirmişken, öğlen namazı ile onu kendine getiririz. Tam tekrar gaflete dalmak üzereyken, ikindi namazı ile kalbi uyarırız ve Allah’a yakınlaştırırız. Gün bittiğinde kişi bitkin ve endişeli ruhunu yatıştırmak amacıyla akşam namazını kılar. Tekrar uykuya geçmeden önce, Müslüman yatsı namazını kılmak suretiyle gününü tutarlı bir şekilde bitirmiş olur. Asgari ibadet bu şekilde inancı tazeler, lekeleri temizler ve kalbi hep diri tutmaya yardımcı olur. Bu olmadan insanlar, aileleri ve hayranları ile beraber olduklarında bile hissettikleri yalnızlık ve ötekileşme duygusundan asla kaçamazlar. İbadet kişinin özerklik hakkını elde etmesini sağlar ve hayatın acımasız değirmeninde sadece bir dişli olmadığını, bundan daha fazlası olduğunu hatırlatır.  

İbadet İnsanları Evrenle Uyumlu Hale Getirir

Tüm evren her zaman için Allah’ın emrinde olduğunu beyan ediyormuşçasına sürekli secde halindedir. Allah şöyle buyurmuştur: “Göklerde ve yerde kim varsa O’nundur. Onların hepsi, isteyerek veya istemeyerek O’na itaat ederler.” [Rum 30:26]. Allah daha da ileri giderek bize bu evrenin insanoğluna hizmet etmek için yaratıldığını bize hatırlatır. Bundan dolayıdır ki, çevremizde var olan her şey insanların bunları hak ettiklerinden dolayı değil de, en küçük atom parçasından en büyük galaksiye kadar evrensel uyumu sağlamak adına insan oğlunun emrine ibadetlerini yapabilmeleri için verilmiştir. Allah şöyle buyurmuştur: “ Ama sen, her türlü şirk ve nifaktan uzak dupduru bir tevhid inancı içinde bütün varlığınla hak din olan İslâm üzerinde sabit ol. Bu Din, Allah’ın (bütün varlık ve) bütün insanlar için ortaya koyduğu aslî bir model, ona yönelme de, Allah’ın insanları yaratmaktaki gayesidir. Allah’ın yaratmasında bir değişiklik olmaz ve yapılmaz. Gerçek ve kusursuz din budur. Ne var ki, insanların çoğu bunu bilmemektedirler.” [Rum 30:30]. Kişinin Allah’ın isteklerine gönüllü olarak uyması evrenin istemeyerek de olsa Allah’ın istekleri ile uyumlu olmasını yansıtmaktadır ve bu uyum ilk Müslümanların en iyi şekilde gösterdiği sinerji ve istikrar gibi insanlık adına faydalıdır.

3. Allah Kullarını Duymayı ve Onlarla Söyleşmeyi Sever

İbadet bazı dinden şüphe edenler için tek taraflı bir iletişim anlamına gelir. Halbuki Kur’an bize ibadetin kullar ve Yaratıcıları arasında çok samimi bir diyalog olduğunu ve Allah’ın kendine yakınlık gösteren kullara merhamet ve sevgi yoluyla cevap verdiğini söylemiştir. Peygamber (s.a.v.) bu iki yönlü ilişkiyi Allah’ın günde beş vakit olan namazlarda defalarca Fatiha suresindeki her bir ayetle cevap verdiğini söyleyerek açıklamıştır.  Bir Müslüman ne zaman uyanık bir kalple dua ederse, Allah’ın kendisini dikkatle dinlediğini görür ve ancak tükenmeyen hazinesi olan biri tarafından verilen hediyelerin olduğunu fark eder.

Namaz dışında da Müslüman kişi sürekli olarak Allah ile irtibatlıdır ve bu irtibatını bir an olsun koparmamaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle demiştir: “ Allah Teala şöyle buyuruyor: ”Ben kulumun beni zannettiği gibiyim, onun benim hakkımdaki inancına göre iradem gerçekleşir. O beni andığında ben onunla beraberim. Eğer kulum beni nefsinde, kendi kendine zikredip anarsa ben de o kulumu kendi zatımda öylece anarım. Eğer kulum beni bir toplum arasında zikredip anacak olursa ben de onu, onlardan daha hayırlı bir toplum içerisinde anarım. Eğer kulum bana bir karış yaklaşırsa ben de ona bir arşın yaklaşırım. Eğer kulum bana yürüyerek gelirse ben de ona koşarak varırım. 

Bu ve benzeri metinler Allah’ın (haşa) zalim, tahakkümü altında ezdiği ve tahammül edilemeyecek olmadığının en bariz göstergesidir. Bundan ziyade O öyle şanı yüce bir Yaratıcıdır ki, kullarının kendisini sevdiğinden daha çok, O kullarıyla alakadar olmayı sever ve kullarının O’na gösterdiği yakınlıktan daha çok O kullarına yakınlık gösterir.

4) İbadet En Mükemmel Bir Sınav Sorusudur

Allah şöyle buyurmuştur: “Eğer Rabbin öyle dilemiş (ve insanlara irade vermeyip de onları bir yönde harekete zorlamış) olsaydı, bütün insanlık, aynı yolda yürüyen tek bir toplum olurdu. Fakat onlar, (kendi yollarını tayinde serbest bırakılmış varlıklar olarak ama sürekli uyarılmalarına rağmen),haktan ayrılıp farklı farklı yollarda gitmekten hiç bir zaman kurtulamamaktadırlar. Ancak, (sahip bulundukları bazı önemli faziletler sebebiyle) Rabbinin hususî olarak rahmetine nail kılıp hakka hidayet buyurdukları müstesna. Budur, Allah’ın hususî bir fıtratta yarattığı insanlığın takip ettiği çizgi. Neticede, Rabbinin ta baştan buyurduğu, “Cehennem’i cinlerden ve insanlardan ona müstahak olanlarla dolduracağım.” sözü gerçek olacaktır.” [Hud 10:118-119].

Allah insanları kendisine ibadet etmeleri için göndermiştir ve bunu yapmaları için de kutsal kitapların yanında elçiler de göndermiştir. Fakat farklı eğilimlere meyilli olmalarının yanında onlara aynı zamanda kendisiyle beraber doğruların derece olarak daha da yükseleceği, günahkarların da daha da dibe batacağı bir özgür irade vermiştir. Allah tarafından sağlanan bu özgürlük çerçevesinde bir grup insan ibadet etmek suretiyle kurtuluşa ermekteyken, başka bir grup ise kötü sona hazırlanmaktadır. Zemahşerî’nin dediği gibi (d. 1143), Allah insanlara “sorumluluğun en temel ilkesi olan seçme hürriyeti vermiştir. Bundan dolayıdır ki Allah  ‘Rabbinin hususî olarak rahmetine nail kılıp hakka hidayet buyurdukları müstesna’ derken yol gösterdiği kişileri ve gerçek dini kabul eden kişileri kast etmiştir. Allah daha sonra ‘ve bundan dolayı Allah onları yarattı’ demiştir ki böylece doğru yolu tercih edenleri ödüllendirsin ve yanlış yolda gidenleri cezalandırsın.” 

Fakat Kur’an’da Allah’ın kullarını cezalandırmak için değil de ödüllendirmek için yarattığı çok açık bir şekilde verilmiştir. Allah şöyle demiştir:  “Semûd’a gelince: Onlara da doğru olan yolu gösterdik, fakat onlar doğru yolda gitmektense körlüğü (ve dolayısıyla sapkınlığı) tercih ettiler. Neticede, bizzat işledikleri kötülükler ve kazandıkları günahlar sebebiyle başlarına yıldırım gibi inen alçaltıcı bir azap kendilerini kıskıvrak yakalayıverdi.” [Fussilet 41:17]. İslam’da affedilmenin çok farklı yollarının olduğu düşünüldüğünde görülecektir ki Allah, kullarına en ufak bir nedenden ötürü lütufta bulunmak ister ve onları affetmek için ise neredeyse her türlü mazereti kabul eder. Peygamber (s.a.v.) 100 defa “subhanallah ve bihamdihi” demenin okyanustaki köpükler kadar dahi olsa kişinin günahlarını sileceğini ve 100 defa “subhanAllah” demenin kişiye 1000 tane sevap kazandıracağını söylemiştir. Bu durumda Allah hakkında nasıl olur da olumsuz bir düşüncemiz olabilir? İbadetin her bir dakikasının ya da anlık olarak hatırlamanın sonuç olarak Cennet ile ödüllendirileceğini bilmek Allah’ın eşsiz merhametinin ve şefkatinin farkına varmak için yeterli bir nedendir.

İbadet insanların erdemini ve ahlakını test eden bir ölçü gibidir. Değerlendirilecek kişileri filtrelemek için testte bir takım zorlukların olması gerekir ve ibadet de genellikle doğuştan gelen rahata karşı koyabilmeyi hedeflemektedir. Bundan dolayı Allah şöyle demiştir: “Göklerin, yerin ve bunların arasında ne varsa hepsinin Rabbidir O. Şu halde O’na kulluk et ve O’na olan kulluğunda sabırlı ve ısrarlı ol. Hiç O’nun gibi olan başka birisini biliyor musun?” [Meryem 19:65]. Burada, “sıkıntıdan” kaçınmayı içeren şeyin aslında yanıltıcı olduğu belirtilmelidir. İbn-i Kayyim devam ede gelen ibadetle beraber “kişiye öyle tatlı bir kapı aralanır ki ona neredeyse doyum olmaz; onunla oyalanma, oyun oynama ve isteklerin yerine getirilmesinden çok daha fazla bir zevk alır.” demiştir Allah kullarına engelleri daha kolay aşabilmeleri ve daha kola dönebilmeleri için onlardan ibadet etmelerini bekler.

İbadet ile kıyaslanabilecek bir değerlendirme yöntemi yoktur. Her şeyden önce ibadet, içgüdüsel bir ödül sistemi taşımaktadır: Allah’ı tanımak O’na hayranlığı arttırır ve bu da beraberinde tanımada ve hayranlık duyma derecesinde artışa neden olur ki bu durum beraberinde isteyerek kulluk etme bilincini geliştirir. Daha sonra Allah’ı tanımak ve O’na karşı duyulan hayranlık hissi daha da artar, ve kul daha fazla kulluk yapma isteği gösterir. Bu durum olumlu bir geri dönüş sağlamakta ve sonuçta ruhsal anlamda ilerlemeye yol açmaktadır. İkincisi, ibadetin rasyonel çekiciliği kendi içsel anlamında yatmaktadır. Eğer hayatın anlamı bir vadideki en alçak noktadan bir dağın tepesine muazzam büyüklükte bir kayayı taşımak ve oradan nereye düşerse düşsün tekrar yerine getirmek olsaydı, şüphesiz insanoğlu böyle bir göreve karşı isyan ederdi.  İbadetin içindeki zorluklar aslında tatlı birer lütuftur. İslam’daki ibadet, yalvaran kişiyi kutsal merhamet sahibine yaklaştırdığından, doğuşu bakımından değerli olduğundan ve insanın bir ayağının bu dünyada diğerinin de ahirette olmasını öğütlemek suretiyle en üst düzeyde verimliliği sağladığından eşi benzeri bulunmayan bir uygulamadır.

Sonuç

Tüm resme bakmaya başlarken, Kur’an’ın bu konuda neler dediğine bakalım: Allah’ın yüce sıfatları bize O’nun amaçsız ve hedefsiz hareket etmediğini, böyle bir olasılık dahi olmadığını hatırlatır. Allah yaratmış olduğu insanların zihninde yaratılan bazı şeylerde mantıksal izah zor olduğundan şüpheler oluşabileceğini bildiğinden, bize şöyle buyurmuştur: “Biz, gökleri, yeri ve bunların arasındakileri oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. Onları ancak hak bir gaye için, yerli yerince ve gerçeğe dayalı sabit bir sistem üzerinde yarattık; ama o (inanmayanların, Allah’a şirk koşanların) çoğu bunu bilmezler.” [Duhan 44:38-39]. Aynı zamanda Allah şöyle buyurmuştur: “(Ey insanlar!) Yoksa sizi eğlence olsun diye boşuna yarattığımızı ve hayatınızın hesabını vermek üzere Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? Çok yücedir Allah, (eğlenmekten ve boş işler yapmaktan mutlak münezzehtir); her şeye hakim mutlak Hükümdardır, Hak’kın ta kendisidir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O pek şerefli Arş’ın Rabbi’dir.” [Mu’minun 23:115-116]. Yaratan'ın büyüklüğü O'nun yarattıklarının büyüklüğü ile gösterilir; gerçekten de yaratılanların kusursuz bir tasarımla yaratılmış olması, onları hikmetsiz ve amaçsız yaratan birine değil de, hikmetle yaratmış olan bir Yaratıcıya işaret eder.

Kur’an aynı zamanda şüpheye yer bırakmayacak şekilde Allah’ın ibadetlerimize ihtiyacının olmadığını söyler. Allah şöyle buyurur: “Ve, Kur’ân okumam, (böylece O’nun Mesajı’nı tebliğ etmem emredildi). Artık kim doğru yolu tercih ve takip ederse, başka bir şey için değil, ancak kendi iyiliği için tercih ve takip etmiş olur. Kim de sapar giderse, de ki: “Ben, ancak uyarmakla görevli elçilerden biriyim.”  [Neml 27:92]. Bu anlamda en çok sözü edilen ayet şudur: “Ben, cinleri ve insanları ancak (Ben’i tanısınlar ve) Bana ibadet etsinler diye yarattım” [Zariyat 51:56]. Bir sonraki ayeti açıkça Allah’ın ibadetimize ihtiyacı olduğu düşüncesini reddettiğini göstermesi açısından önemlidir: “Ben, onlardan bir rızk istemiyorum, (ben onları kendilerine yahud başka bir kimseye rızık versinler diye yaratmadım); bana (kullarıma) yemek yedirmelerini de istemiyorum. Muhakkak ki Allah’tır bütün varlıkların rızkını tam olarak ve tam zamanında veren, kâmil kuvvet ve iktidar sahibi olan.” [Zariyat 51:56-58]. Kuran'daki bir çok ayet, Allah'ın bizim ibadetimizle bir şey kazanmadığını vurgular. Aksine O’dur iyilik yapanlara mükafatlarını veren ve kötülük yapanlara da karşılığını veren. Başka ayetlerde O’na ibadet edenlerin ibadetlerinin kendisine bir yarar sağlamadığı gibi, O’na inanmayanların da inanmayışının kendisine bir zarar vermediğini belirtir. Allah şöyle buyurur: “Musa dedi ki: “Eğer siz ve yeryüzünde bulunan herkes nankörlük edecek olsa, bilin ki Allah, hiçbir yaratığın şükrüne asla ihtiyacı olmayan mutlak ve sonsuz servet sahibidir; (bizatihî Allah olması hasebiyle) her türlü hamde ve övgüye mutlak lâyık olandır.” [İbrahim 14:8].

Yüce Yaratıcının doğası hakkında detaylı düşünmeden ve göndermiş olduğu kitapları okumadan, kişi Yaratıcıyı ihtiyaç sahibi ya da kendini kanıtlamak amacıyla acımasız ölümcül özlemlere sahip antik mitolojideki narsistik tanıların bir tezahürü olarak değerlendirebilir. Allah’ın kendisine adanmışlık istemesinin bencillik olduğunu düşünmek ne sağduyu ne de mantıkla izah edilebilir gibi değildir. Bu durum daha ziyade kendisini beslemelerini isteyen ya da ihtiyacı olmadığı halde sürekli bir şeyler isteyen kusurlu bir Tanrı düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Müslümanlar Allah’ın kendini ispatlaması için değil, tam aksine bizim O’na ibadet etmek suretiyle edindiğimiz kazanımları görmekten hoşlandığı için kendisine ibadet etmemiz ve emirlerine itaat etmemiz gerektiğini anladığından dolayı şanslıdır.

[1] Sami Ameri, Ph.D., İslami Çalışmalar profesörü, İslam ve felsefe konusunda üretken bir yazar ve Karşılaştırmalı Din İnisiyatifi Akademik Araştırması'nın kurucularından biridir.

[2] Ṣaḥīḥ Muslim (179); Muslim, Ibn al-Ḥajjāj al-Qushayrī. ([Bayrūt]: Dār Iḥyāʼ al-Kutub al-ʻArabīyah, 1955) 1/161

[3] H. Diels and W. Kranz, eds., Die Fragmente der Vorsokratiker, Berlin: 1903, (pp. 15-16)

[4] Ibn Taymiya, Dar’ Ta‘āruḍ al-‘Aql wan-Naql, Dar al-Kunūz al-Adabiyya (Riyadh, KSA: 1391H), (4/35)

Şüullu Kıyas kategorik bir akıl yürütmedir; daha büyük bir kategoriye uyan bir nesne hakkında sonuç çıkarabilmek için belli bir kural çerçevesinde hareket etmek. Evla Kıyas daha güçlü bir benzetmedir; daha büyük ya da mantıksal olarak daha gerekli olan hakkında bir sonuç çıkarmak için belirli bir maddenin bir özelliğini kullanmak.

[5] ar-Rāghib al-Aṣfahāni, Mufradāt Alfādh al-Qurān. (Beirut: Dār al-Qalam, 2009), p. 542

[6] Ibn Qayyim al-Jawzīyah, Muḥammad ibn Abī Bakr. Madārij as-Sālikīn Bayna Manāzil Īyāka Na‘budu Wa Īyāka Nasta‘īn. (Beirut: Dār al-Kutub al-ʻArabī, 1996), 3/28

[7] Ibn Qayyim al-Jawzīyah, Muḥammad. Miftāḥ Dār al-Sa‘ādah Wa Manshūr Wilāyat Al-‘Ilm Wal-Idārah. (Beirut: Dār al-Kutub al-‘Ilmīyah, 2002), 2/88-89

[8] Ṣaḥīḥ Muslim (486), 1/352

[9] Collected by aṭ-Ṭabarāni in al-Awsaṭ (4/44), al-Marwazi in Ta‘dhīm Qadr aṣ-Ṣalāt (1/267), Ibn Kathir in at-Tafsīr (8/297), and authenticated by al-Albani in as-Silsila aṣ-Ṣaḥiḥa (941)

[10] Ṣaḥīḥ al-Bukhārī (6309), Ṣaḥīḥ Muslim (2747); al-Bukhārī, Muḥammad ibn Ismāʻīl. Ṣaḥīḥ al-Bukhārī. (Bayrūt: Dār Ṭawq al-Najjāh, 2002), 8/68; Ṣaḥīḥ Muslim, ([Bayrūt]: Dār Iḥyāʼ al-Kutub al-ʻArabīyah, 1955), 4/2104

[11] Ṣaḥīḥ al-Bukhārī (6407), 8/86; Ṣaḥīḥ Muslim (779), 1/539

[12] Brett Pelham and Zsolt Nyiri, “In More Religious Countries, Lower Suicide Rates,” Gallup News, July 3, 2008: http://news.gallup.com/poll/108625/more-religious-countries-lower-suicide-rates.aspx

[13] Wu A., Wang J.Y., Jia C.X. Religion and Completed Suicide: a Meta-Analysis. PLoS One. 2015 Jun 25;10(6):e0131715.  https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/26110867

[14]Ibn Rajab, Jāmi’ Al-‘Ulūm Wal-Ḥikam, (Beirut: Mu’assasat al-Risālah, 2001), 1/211-212.

[15] Ṣaḥīḥ al-Bukhārī (6435), 8/92.

[16] Ibn al-Qayyim, al-Wābil aṣ-Ṣayyib min al-Kalim aṭ-Ṭayyib, (Damascus: Dār al-Bayān, 1973), p. 69.

[17] Ṣaḥīḥ al-Bukhārī (6306), 8/67

[18] Ṣaḥīḥ Muslim (482), 1/350

[19] Ṣaḥīḥ Muslim (395), 1/296.

[20] Ṣaḥīḥ al-Bukhārī (7405), 9/121; Ṣaḥīḥ Muslim (2675), 4/2061

[21] az-Zamakshari, al-Kashf ‘an Ḥaqā’iq at-Tanzīl wa ‘Uyūn al-Aqāwīl fī Wujūh at-Ta’wīl, Dār al-Ma‘rifa, Beirut: 2009, p. 502.

[22] Ṣaḥīḥ al-Bukhārī (6405), 8/86

[23] Ṣaḥīḥ Muslim (2698), 4/2703

[24] Ibn Qayyim al-Jawzīyah, Muḥammad ibn Abī Bakr. Madārij as-Sālikīn Bayna Manāzil Īyāka Na‘budu Wa Īyāka Nasta‘īn. (Bayrūt: Dār al-Kutub al-ʻArabī, 1996), 3/352.

Disclaimer: The views, opinions, findings, and conclusions expressed in these papers and articles are strictly those of the authors. Furthermore, Yaqeen does not endorse any of the personal views of the authors on any platform. Our team is diverse on all fronts, allowing for constant, enriching dialogue that helps us produce high-quality research.

Authors